M. Kerem Doksat | 20 Eylül 2024 Cuma | 45 |
Sevgili Mekâncılar,
Saçma olduğunu bildiğimiz halde zihnimizden uzaklaştıramadığımız her çeşit tekrarlayıcı düşünce, hayal veya dürtüye “obsesyon (takıntı)” adı verilir. Bunlar, günün değişik zamanlarında salvolar halinde zihnimize ulaşır, hatta bazen sahneler halinde gözümüzün önüne gelirler. Bazı durumlarda bu takıntıları nötralize etmek adına, gerçekle bağdaşmayacak şekilde yapılan bir takım tekrarlayıcı davranışlar (kompulsiyonlar) devreye girer. Bu tekrarlayıcı davranışların sözde bu takıntıları etkisiz halde getirmek adına yapıldığı ifade edilmektedir. Ancak mantık çerçevesinde değerlendirildiği zaman bu takıntı ve davranışlar arasında makul bir sebep-sonuç ilişkisi yoktur. Birçok kişi bu takıntılarının bazı günler, bazı saatlerde akıllarına geldiğini ve bunlarla başa çıkabildiklerini, günlük hayatlarına devam edebildiklerini ifade ederler. İşte bu takıntıların bir hastalık olarak kabul edilebilmeleri için bir gün içinde ortalama bir saatin üzerinde zihnimizi meşgul etmeleri ve bizde duygusal, sosyal, akademik ve/veya mesleki anlamda işlev kaybı yaratmaları gerekiyor.
***
Bunlar, hastalık kapma, hasta olma, pislik bulaşması, değer yargılarına ve inançlara aykırı bir kötü söz düşünme veya eylem gerçekleştirme, değer yargılarına ve inanç sistemine aykırı şekilde tekrar eden hayaller, sahneler, dürtüler, düşünceler, kuşku ve/veya güvensizlik sebebiyle yapılan tekrarlayıcı kontrol etme davranışları veya hareketler (kompulsiyonlar) olarak özetlenebilir. Bu belirtilen çerçevede yaşanan durum, OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK –(OKB) (SAPLANTI-ZORLANTI BOZUKLUĞU) denen ruhsal bir bozukluğa işaret etmektedir. OKB’nin çok şiddetli halleri adeta bir ruh kanseri gibi tasvir edilen, kişinin kendisinin ve yakın çevresindekilerin hayat kalitesini çok olumsuz etkileyen bir hastalıktır.
***
Diğer taraftan, bazı durumlarda kişilerin yaşadığı olumsuz hayat olayları karşısında, tahammül eşiklerinin azaldığını ve depresyona girdiklerini görebiliyoruz. Depresyon, ciddi bir ruhsal hastalık olup, genel işlevselliği, hayat kalitesini son derece olumsuz etkileyen bir hastalıktır. Depresyonu olan hastaların bir kısmında ek olarak yukarıdaki takıntıların bazılarının tetiklenebildiğini görüyoruz. Bu durumda, öncelikli olarak depresyonun tedavi edilmemesi durumunda takıntılara net bir çözüm gelmesi zor oluyor ve şikayetler senelere yayılacak şekilde devam edebiliyor. O nedenle depresyon ve takıntılar işbirliğinin çok ciddi şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Bütün bunlardan bağımsız olarak, bazı kişilerin gün içinde belirli alışkanlıklarının olduğunu, belirli sırayla bazı ritüelleri yerine getirmeyi ciddi bir alışkanlık edindiklerini biliyoruz. Kişilerin sabah uyandıklarında veya gece yatarken düzen ve sıra içinde yaptıkları ritüeller, işe giderken takip ettikleri yol ve yaptıkları hareketler, güne başlarken veya yatarken akıllı telefonlarla harcanan belirli bir düzen dâhilindeki mesailer bunlara dâhildir.
***
Buna ek olarak bazı kişilerin aşırı derecede günlük plan ve düzenlerine düşkün olmaları, programda bir aksama olduğu takdirde alt üst olma durumlarını da katabiliriz. Bu kişiler, günlük rutinlerine ve ritüellerine uyabildikleri sürece gayet işlevseldirler. Sadece programlarının aksaması veya bozulması durumunda aşırı sinirli ve huzursuz olurlar. Böylesi bir tablo, klasik bir “OKB” tablosu olarak açıklanmaktan ziyade, bir kişilik özelliği olarak ele alınmaktadır. Genellikle obsesif-kompulsif kişilik özelliği belirtileri sergileyen kişilerin bu tarzda kırmızı noktalarının olduğunu ve günlük ritüellerinin olduğunu görüyoruz. Bu belirtiler, kişinin günlük işlevselliğini bozmadığı sürece medikal tedavi gerektirmeyen durumlar arasında kabul edilmektedir.
***
Unutulmaması gereken bir diğer husus, DUYGUDURUM BOZUKLUĞU olan kişilerde (BİPOLAR 1 VEYA BİPOLAR 2 BOZUKLUK), düşüncelerin hızlandığı dönemlerde obsesyonların ortaya çıkması ve artış göstermesidir. Yani bu kişiler aşırı derecede coşkulu ve hızlı düşünen oldukları için, takıntıları da artar. İşte bu gibi durumlarda öncelikli olarak duygudurum bozukluğunun tedavisinin uygulanması esastır. Peki, sizlerde bunların hangileri var? Normal-anormal arasındaki ayrım nedir? İşte bu sorular günümüzde psikiyatrların tıbbi ve vicdani kanaatlerini oluşturan örüntünün temelini oluşturuyor. Son sorunun cevabını çok kısa ve öz olarak yanıtlamak gerekirse, modern psikiyatride günlük işlevselliğin herhangi bir parametresini bozan durumlar bir ruhsal bozukluk olarak kabul ediliyor ve tedavi gerektiriyor. Güncel bilgiler ışığında, OKB tedavisinde hafif durumlarda ve özellikle çocuk ve ergenlerde bilişsel-davranışçı terapiler tavsiye ediliyor. Bu terapiyi genellikle klinik psikologla r, bazı durumlarda psikiyatrlar da uyguluyor. Ancak orta-ağır ve çok ağır derecede şiddetli olan OKB olgularında öncelikli olarak ilaç tedavisinin gerekli olduğunu, ilacın belli derecede etki sağlamasından sonra tedaviye bilişsel davranışçı terapi yöntemlerinin eklenmesi gerektiğini ifade etmek isterim. Önemle vurgulanması gereken bir diğer husus ise, OKB tedavisinin uzun ince bir yol olduğu vurgusudur. Ortalama olarak altı-yedi ay içinde sadece ilaç tedavisiyle elde edilen başarı %70-80 oranında olup, bilişsel davranışçı yöntemlerin eklenmesiyle bu oran %80-95’e ulaşabilmektedir.
***
Diğer önemli olan nokta ise OKB tedavisinin hemen kesilmemesi gerektiğidir. Yukarıda belirtilen iyilik oranları elde edildikten sonra, tedaviye aynı dozlarda ortalama iki sene daha devam edilmesi önerilmektedir. Erken dönemde tedavinin kesilmesi nüks ihtimalini arttırmaktadır. Yine önemli bir nokta ise, OKB tedavisinde kullanılan ilaç dozlarının klasik depresyon ve/veya anksiyete tedavisinde kullanılan dozların çok daha üzerinde olduğudur. Daha önce belirttiğim gibi depresyona ek olarak ortaya çıkan takıntıların varlığı durumunda altta yatan depresyonun özellikle tedavi edilmesi büyük önem taşımaktadır. Benzer şekilde altta yatan bir duygudurum bozukluğu varsa, onun tedavisinin öncelikli olarak ele alınması gerekmektedir.
***
Sonuç olarak anlaşılacağı üzere, eğer günlük işlevselliğimizi bozacak boyutta takıntılarımız varsa, ilk başvuru yapılacak adres bir psikiyatr olmalıdır ki söz konusu ayırıcı tanılar yapılabilsin ve tedavinin sevk ve idaresi hızlı bir şekilde sağlansın. Tanı konduktan sonra, hastalığın özelliğine göre psikoterapilerin ve klinik psikologlarla işbirliğinin önemi çok büyüktür. Günümüzde ülkemizde klinik psikoloji eğitiminin son derece kaliteli bir şekilde ilerlemekte olduğunu özenle belirtmek isterim. Şayet orta ve üzeri şiddette takıntıları olan hastaların ilk adresleri klinik psikologlar olursa, onların da bu hastaları psikiyatriyle işbirliği yaparak takip ettiklerini, psikiyatra gitmek konusunda direnci olan hastaları büyük bir hassasiyet ve özenle ikna ettiklerini, kendim de senelerden beri klinik psikolog yetiştirmekte olan bir akademisyen olarak memnuniyet ve gururla ifade etmek isterim. Herkese sağlıklı günler diliyorum.
Saygılarımla,
Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat