ABG ABG'Yİ VURDU, OLAN BİZİM ÇOCUKLARA OLDU

M. Kerem Doksat      10 Temmuz 2008 Perşembe      6095



Plânın aşama aşama uygulanmasını seyretmeğe devam ediyoruz. Pearl Harbor'da 7 Aralık 1941'de Japon kamikazeleri Hawaii'de Oahu adasındaki Amerikan Ordusu'nu vurdular. 12 savaş gemisi ya battı, ya da ağır hasar gördü. 1888 uçak berhava edildi. 2403 asker ve 68 sivil hayatlarını kaybetti. Bununla beraber, üç uçak gemisi, önemli tankerler, denizaltılar ve fabrika gemileri limanda değildi; onlara hiçbir şey olmadı.

Sonra?

ABG, Güney Pasifik'teki Tinian Adası'ndan Albay Paul Tibbets yönetimindeki Enola Gay isimli B-29 uçağı, 6 Ağustos 1945 sabahı "Little Boy - Küçük Oğlan" isimli çok gizli bir yükle havalandırdı. Bu gizli yük atom bombası idi ve ilk kez kullanılacaktı. 10 000 metre yükseklikten saat 8.13'te atılan bomba saat 8:15'te Japonya'nın güzel şehri Hiroşima'nın 580 metre üzerinde patladı. İlk anda 70.000 insan buharlaştı. Yüksek sıcaklıktan dolayı asfalta yapışan insanlar insanın içini ürpertmekteydi. Bir hafta boyunca şehre asit yağdı. İki ay içerisinde radyasyon sebebiyle 70.000 insan daha hayatını kaybetti. 60 000 kişi de beş yıllık süre içerisinde vefat edince Hiroşima'nın bilânçosu ilk beş yılda 200.000 insanın ölümü, on binlerce insanın da sakat kalması oldu.

Bu yetmedi, üç gün sonra (9 Ağustos 1945'te) sıra "Fat Man - Şişman Adam" isimli plütonyum bombasına gelmişti. Bu bomba için hedef Fukuoka şehri idi. Fakat hava kapalı olduğu için Nagazaki tercih edildi. Saatler 11:02'yi gösterirken 21 ton patlayıcının gücüne sâhip bomba Nagazaki'yi cehenneme çevirdi. 75.000 kişi ânında kavruldu. Bir o kadar kişi de beş yıllık süre içerisinde can verdi. Radyasyon sebebiyle toprağın ve suların zehirlenmesini ve daha uzun vâdedeki zararları hesap etmesek bile ilk beş yılda Hiroşima ve Nagazaki'de 350.000'i aşkın sivilin ölmüş olması, bizlere insan haklarının savunuculuğuna soyunmuş olan Amerika'nın insan sevgisi(!)nin boyutu hakkında bilgi vermeye yeter.

Sonradan bunun tamamen plânlı ve programlı şekilde yapıldığı, ABG'nin Pearl Harbor saldırısına bilerek göz yumduğu defalarca açıklandı, filimler çekildi.

*

11 Eylül palavrasını artık çocuklar dahi yutmuyor. Binâların bir hafta önce kimin tarafından inanılmaz fiyatla sigorta ettirildiği, çarpan uçakların tankerli olduğu, yıkımın da son derecede profesyonelce tamamlandığı, Pentagon'a çarpan şeyin ufak bir kandırmaca uçağı olduğu her yerde yazılıp anlatıldı. Akabinde de "ed but not elected" orta zekâlı Bush'un "Haçlı Seferi" dinî paranoyası içerisinde Irak'ı vurdurduğu herkesin malûmu. Arkasında Dick delisi zâten babalar gibi duruyordu ve durmakta.

El Kâide'yi de, PKK'yı da kurdurup besleyenin aynı ABG olduğunu sağırlar dahi işitiyor.

*

ABG ve AB, güzelim memleketimizi destabilize etmek için ne gerekiyorsa yaptılar. Ermeni yarası kaşındı, Hırant Dink katli gerçekleştirildi. Ortalıkta kaos hâkim ve diyalektik bir şekilde ABG ve AB düşmanlığı müthiş tırmandı. Ya taşeron, ya doğrudan görevli, ya da "cihat" uğruna birtakım teröristler amatörce yapılmış gibi gözüken bir eylemle polis noktasını yaylım ateşine tuttular. Biri iki aylık, diğeri iki senelik trafik polisi Türk evlâdı üç teröristi gebertirken şehit oldular. Olan bizim çocuklara oldu gene; Amerikalı'nın kılına halel gelmedi. Allah rahmet eylesin, ne diyeyim, ağladım.

Şimdi mes'elenin mekanizmasına ve amacına bakalım:

Dünkü ABG Başkonsolosluğu saldırısının olacağını biliyordum (hâttâ Ankara'da bekliyordum, hâlâ da mümkün); çünkü ABG hep böyle yapar: Mazlumlaşma, sonra da saldırma! Büyük örneklerini yukarıda verdim.

Daha önce yazamadım veya söyleyemedim çünkü Ergenekon savcıları beni bunu plânlayan terörist diye sabaha karşı içeri atabilirlerdi. Hemzaman ve hemzemin olarak da çoktan bitmiş olan(!) PKK Ağrı'ya tırmanan üç Alman'ı esir aldı.

Türkiye'nin güvenilmez, gelinmez ve gelinirse de gidilmez olduğu dünyaya iyice gösterildi. Zaten Devletlû, bebek yüzlü Babacan ve Baykal bunu maşallah âli-ü-âlâ yapıyorlardı, katmerlendi. Akit, Vakit, Taraf ve bir alay "nakit ve likit" gazetelerinde her türlü gizli olması icap eden belge ve iddia neşredilip duruyor.

Bütün bu darbe iddialarının, gözaltıların, tutuklamaların başlama yeri, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek'in günlüğü (o reddediyor ama) dururken, iktidardan yardımlar akarken, oğlunun da Çalık grubuyla ilişkisi için "n'olmuş yâni deyiverdi.

Bu arada, Fransız enerji devi Total, İran'a yapacağı yatırımı iptâl etti! İran, Yüce Peygamber 3 gösterisiyle 2000 Km menzilli, 1 tonluk başlık taşıyabilen ve her türlü hava şartında uçabilen Şahap 3, Fatih ve Zelzal füzelerini denedi!

*

Bir dost mektubundan:

Sevgili Dostum,

Katıldığım bütün platformlarda, sosyal ortamlarda, tepkimi belirttim. En azından tarih önünde, "sessiz kaldı" denilsin istemedim.

1- Ergenekon bir darbedir.

2- Hedef cumhuriyetçilerdir; fakat yalnız cumhuriyetçiler de değildir. Hedef, plânlarının önünde engel olarak gördükleri, ya da olabileceğini düşündükleri, herkestir. Yâni hedef sensin, benim, bütün çevremiz.

3- Plân, uluslararası konjonktürde arzuladıkları stratejik noktaları ele geçirmektir. Türkiye, bu satranç tahtasında sâdece bir karedir. Önemli, ele geçirilmesi ve elde tutulması hayatî zorunluluğa sâhip bir kare. Plân sâdece Türkiye'yi ilgilendiren yerel bir plân değil, küresel bir plândır. Ve oyuncuları açısından bir hayat memat mes'elesidir.

4- Bu satranç oyununda sâdece bir kareden ibâret olan Türkiye'nin kendisi de, kendi karelerinden oluşan bir satranç tahtasıdır. Dolayısıyla bu kareyi elde tutmak için hem uluslararası satranç oyununu yi oynamak, hem de Türkiye içindeki oyunu iyi oynamak gerekir. Şu anda yaşanan da budur.

Bizim satranç tahtamızdaki taşların liboş, Fettoşçu, hortumcu, ulusalcı, milliyetçi (bu son ikisinin arasındaki farkı anladığımı söyleyemem), Baykalist, Rahşankolik gibi adları var. Bir de vezir, fil, at gibi daha ağır roller üstlenmiş TSK, Yargı, Hükûmet, Meclis, Reisicumhur'un makamı gibi taşlar var ki, bunlar da kendi kareleri olan birer satranç tahtası.

Tahtanın ortasında ise (oyunun kaderinin tayin edildiği yer) MEDYA duruyor. Bu medyadan çok, mitolojideki Medea'ya benzeyen, parayı verenin düdüğünü çalmakla vazifeli bir çığırtkanlar topluluğu.

Ben geçen yıl Nisan ayından beri, Türkiye'de iç savaş cadı kazanının fokurtularını işitiyorum. Bu hem sevdiğim, güvendiğim kişisel dostlarımdan duyduklarıma dayanıyor, hem de kendimi satranç oyuncusunun yerine koysaydım ben neleri hesaplardım diye düşünmeme dayanıyor.

İşte bu noktaya kadar kaygılarımı paylaşanlar, iç savaş "hem de çok kanlı bir iç savaş korkumu anlamakta güçlük çekiyorlar". "Çok kanlı iç savaş" çocukluk arkadaşım bir emekli askerin deyişi.

Peki, ben neden böyle "paranoyak" bir kurguyu ciddiye alıyorum?

Çünkü ben 1997'de Bosnalılara yönelik ilk PTSB kliniğini başlattım. Sıradan insanların, doktorların, öğretim üyelerinin, ressamların, anlattıklarını dinledim. İç savaştan sâdece bir kaç ay önce Saraybosna'da âilelerin akşamları caddelerdeki meşe ağaçlarının altında çoluk çocuk rahatça gezerken, Sırp komşularıyla selâmlaşır şakalaşırken, sâdece bir kaç ay sonra o evlerden birbirlerine ateş edecek kadar nasıl birbirlerinden nefret ettirildiklerini dinledim. Kadın Doğumcu Boşnak doktor hanımın, çocuğunu doğurttuğu Sırp tarafından nasıl vurularak yararlandığını, 7 yaşındaki oğlu kucağında "patlatılan" babanın o an yaşadığı duyguları, tarih profesörü hanımefendiye, Sırp meslekdaşlarının nasıl tecâvüz ettiklerini (bütün detaylarıyla) dinledim. Biliyorsun, bir PTSB flashback'ini o flashback yaşanırken izlemek, insanda ilginç bir "olayın" tanığı olmak duygusu oluşturur ve terapistin bu kendi duygusu ile de ilgilenmesi gerekir.

Onun için, kimse bana, "bizde olmaz böyle şeyler" demesin. Eski Yugoslavya'da iç savaş Lord Harrington'un mârifetiyle bir kaç ayda başlatıldı. Bağımsız ve mağrur Yugoslavya'nın yerini hepsi bağımlı, hepsinin merkez bankalarının başında İngiliz vs. bankerlerinin bulunduğu bir dizi ülkecik oluşturuldu.

Allah bizi bu cadı kazanının lânetinden, belasından korusun.

Kaygılarımla.

*

Daha başka lâfa ne hâcet?

*

Büyük Kulüp'te beni şikâyet edenlere ise kırgınlık duyar oldum bu arada.

Hadi, bir kısmı yaşlı ve idrakleri hafif bozulmuş olabilir de, gençler de mi bu kadar saf!

*

Bu arada, çok yakında Kıbrıs'ta da çok kötü şeyler olacak.

         Yazacağım.

Mehmet Kerem Doksat - İstinye - 10 Temmuz 2008 Perşembe

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©