M. Kerem Doksat | 22 Ağustos 2012 Çarşamba | 6631 |
17 Ağustos 2012 günü başladı her şey aslında.
Depremin üzerinden 13 sene geçmiş dedim içimden.
Sonra internetten o felâket gününe ilişkin belgeselleri seyrettim. Ağladım çokça. Bir depremzede kızın âilesi kurtarmak için hiç tanımadığı bir adama “amca kurban olayım yardım et; beni bırak annemi, babamı, kardeşlerimi kurtar” diye bağırdığını, o amcanın da ağlayarak “evlâdım dayan geliyorum” diye kazmaya başladığını gördüm enkazı.
Ağladım bir sürü farklı sebeple tekrar. Depremzede kızın babasının enkazdan çıkarıldığında “oğullarımı askere yollayacağım ben” diye bağırdığını duyduğumda ise daha da çok ağladım bir sürü sevgi ve saygı dolu sebeple.
En çok bir depremzedenin sarf ettiği şu lâf etkiledi beni: “Düşünün ki binlerce kişinin aynı anda aynı şeye ihtiyâcı var ama hiç umutları yok çünkü etrafta kimse yok…”
Daha sonra şehit haberleri yağmaya başladı ardı ardına evvelki günlerde olduğu gibi. Şehit cenazelerinin videolarını seyrettim bunun üzerine. “Birkaç Mehmet öldü diye Meclis toplanmaz” diyen adamın (“adam gibi adam” lâfındaki adamı kastetmiyorum) cenâze törenine katıldığını gördüm. İnsanların çok haklı isyânını ve protestosunu seyrettim. Şehit âilelerinin hüznünü, halkın teröre tepkisini gözlemlemeye çalıştım gözyaşlarımın arasında.
Sonra aklıma Kıbrıs’ım geldi.
Girne’den İstanbul’a dönüşte uçak kalktığında hiç fark ettiniz mi bilmem ama dikkatli gözler adanın ikiye ayrıldığını fark etmiştir elbet: Bir taraf ışıl ışıldır; diğer taraf kapkaranlık çünkü orada elektrik yoktur.
Tüm bunlardan sonra aklıma sadece şu kelimeler geldi: Çâresizlik, karmaşa ve nefret.
Canımdan çok sevdiğim vatanımı da özetleyen kelimeler bunlar: Çâresizlik, karmaşa ve nefret. “Türkiye, kendi kendine yetebilen nâdir ülkelerden biridir” cümlesi çok eski ortaokul coğrafya kitaplarında kaldı, orası kesin ama eskiden bu kadar nefret hâkim değildi bu kıymetli topraklara; bundan eminim.
“Bu ülke üzerinde oynanan oyunlar her ne ise artık bitsin; sonu her ne olacaksa olsun. Böyle nefretle, çâresizlikle, karmaşayla yaşamayalım” diye isyân etmek geliyor içimden.
Ancak, daha sonra kimin evlâtları olduğumuz geliyor aklıma: Mustafa Kemâl Atatürk’ün evlâtlarıyız biz. Öyle bir adamın oğlusun sen, öyle bir yiğidin kızısın sen!
Milyonlarca kişi barışa, refaha, huzura muhtaç ve düşünün ki binlerce kişinin aynı anda aynı şeye ihtiyacı var ama hiç umutları yok.
Ama yine de unutmayalım unutturmaya çalışsalar da, İstiklâl Marşı yazdıran bir milletin evlâtlarıyız biz ve İstiklâl Marşımız “KORKMA” diye başlamakta.
Bu yazı politik bir yazı değil, belki düzenli bir yazı bile olmadı; hâttâ belki de konudan konuya atladım. Sâdece Türk olmaktan aldığı her nefeste gurur duyan ve memleketinin hâline içi yanan bir gencin hissiyâtını aktarmaya çalıştım.
Son sözüm şudur ki korkmayalım; korku yok bizim tarihimizde.
Bizim için şehit olanlara borcumuzdur mücadele.
Öleceksek de gururumuzla, başımız dik ölelim bize âit olan bu topraklarda…
Ayşe Cânan Doksat – İstanbul – 22 Ağustos 2012 Çarşamba