BEŞİR FUAD'IN (1852 - 1887) ve TÜRKİYE'NİN İNTİHARI

M. Kerem Doksat      5 Mayıs 2008 Pazartesi      5448

Memleketin hâl-i pür melâlinden hareketle, bu yabancılaşmaya ve Kürtleşme'ye nasıl geldiğimizin, getirildiğimizin, yâni toplumca ve topluca intihar edişimizin izahı arayışı içerisindeyken Beşir Fuad'ı anmak istedim. "Gâvur Cizvit mektebi, millî Harbiye, hârpler, san'atkârane yaratıcılık ve âilevî yüklülük içerisinde" oradan oraya savrulan, sonunda vücudunu ontogenetik psişeye teslim etmeyi tercih eden sıra dışı bir mütefekkiri.

*

Beşir Fuad, 1852 yılında dünyâya gelir. Âilesi hakkında fazla bilgi mevcut değil. Bilinen en eski âile üyesi, baba tarafından akrabası olan Abdülhamid'in başmabeyincisi Gürcü asıllı Hamdi Mahmud Paşa'dır. Babası Hurşit Paşa Adana'da mutasarrıflık yapmıştır. Annesi hakkındaki tek bilgi ise 1886 Mart'ında "delire de persecution'dan (hezeyan-ı tazallüme: kötülük edilme hezeyanları, yâni paranoid bir tablo) öldüğüdür.

Maddî açıdan varlıklı bir âilesi olan Beşir Fuad tahsiline Fatih Rüştiyesi'nde başlar. Âilesinin Suriye'ye geçmesiyle tahsilini buradaki Cizvit okulunda sürdürür. 1867-1870 yılları arasında İstanbul'da Askerî İdadî'de okur. 1871'de girdiği Mekteb-i Harbiye'yi bitirince yâver olarak Abdülaziz'in sarayında görev yapmaya başlar.

1875-1876 Sırp savaşlarına katılır. Yâverliği 1876 yılına kadar süren Beşir Fuad gönüllü olarak 1877/1878 Rus Savaşı ve Girit isyanlarında da görev yapar. Beş yıl kadar Girit'te kalır. Bu süre zarfında Almanca ve İngilizce öğrenir. İstanbul'a döner ve 1881-1884 yılları arasında kolağası olarak çeşitli görevlerle askerlik sahasında çalışmayı sürdürür.

1884, Beşir Fuad'ın yazı hayatında önemli bir takvim sahifesidir. Bilinen ilk yazısı 1883 tarihini taşımakla birlikte, asıl yoğun edebî hayatı 1884'te başlar; tercüme kitaplar neşreder, çeşitli dergilerde fen konularında yazılar yazar ve iki de dergi çıkarır. Bunların ilki karışık bir kadroyla kurulan ve henüz dördüncü sayısında yazarlar arasındaki görüş farkları yüzünden kapanan Hâver, diğeri daha âhenkli bir kadro ile fen ağırlıklı olarak neşredilen Güneş'tir. Ancak bu da 12. sayısında maddî sorunlar yüzünden kapatılır.

Bu yoğun yazı hayatı yüzünden 1884'te askerlikten ayrılan Beşir Fuad aynı yıl Ceride-i Havâdis gazetesinin başyazarı olur. Gazetenin bir buçuk ay sonra bir ihbar yüzünden kapatılması üzerine dönemin önde gelen gazetelerinden Tercüman-ı Hakikat ve Saadet'te yazmayı sürdürür.

Beşir Fuad'ın 1883-1884 yılları arasındaki ilk yazıları tercüme ağırlıklıdır. Zamanla telif yazıları öne geçmeye başlar. Bu yazılar felsefe, fen, fizyoloji ve askerlik konularında yoğunlaşır. Lisan, özellikle yabancı lisanların öğretimi de Beşir Fuad'ın tercüme kitap ve makalelerinde sık sık ele aldığı konulardandır. Bunun yanı sıra çok sevdiği tiyatro üzerine değerlendirme yazıları da kaleme alır. 1885'te Victor Hugo'nun neşredilmesiyle girdiği polemiklerde dönemin çeşitli edebiyat mes'elelerini, iki yıl sonra çıkan Voltaire biyografisinde ise daha ziyade dinî ve felsefî konuları tartışan Beşir Fuad, intihar edeceği tarihe kadar yoğun bir yazı hayatının içindedir.

6 Şubat 1887 tarihinde, otuz beş yaşında iken âdeta ilmî bir deney yapar gibi intihar eden ve vücudunu derslerde kullanılması için Mekteb-i Tıbbiye'ye bırakan Beşir Fuad, sâdece ölüm biçimiyle değil, düşünceleriyle de döneminde büyük etki yapmış benzersiz bir Tanzimat aydınıdır. Bileklerini kestikten sonra ölümüne kadar tuttuğu notlarda şunları yazar: "Kâğıt dahi kanla mülemma. İntiharımı da fenne tatbik edeceğim; şiryanlardan (atardamar) birinin geçtiği mahâlde cildin altına klorit kokain şırınga edip buranın hissini iptâl ettikten sonra orasını yarıp şiryanı keserek seyelan-ı dem (kanın akması) tevlidiyle (sebebiyle) terk/- hayat edeceğim. Ameliyatımı icra ettim. Hiçbir ağrı duymadım. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım.

Beşir Fuad'ı çağdaşlarından ayıran en belirgin özelliğinin Batı'yı yüzeysel ve sübjektif olarak değil, kaynaklardan okuyarak, bilinçle kavramaya çalışması olduğu düşünülür. Türk edebiyatının ilk eleştirel monografisi olan Victor Hugo'yu kaleme alırken de asıl amacı, edebiyata bilimsel ve pozitivist bir düşünce biçimiyle yaklaşarak temelsiz genellemelere dayanan değer yargılarını yıkmaktır; Türk edebiyatının yönü ilk defa romantik duyuş biçiminden sistemli bir gerçekçilik anlayışına kaydırılmak istenir. Ancak, edebiyat zevki Nâmık Kemal, Abdülhak Hâmid, Recaizâde Ekrem gibi romantiklerin etkisindedir ve Beşir Fuad'ın kitabı bu ortamda büyük yankı yaratır. Kısa sürede edebiyat dünyasını romantikler ve realistler olarak ikiye bölen bir tartışma başlar.

Handan İnci'nin hazırladığı Şiir ve Hakikat isimli eser bu trajik ve gölgede kalmış aydının edebiyat ve kültür üzerine düşüncelerini ilk defa kendi kaleminden okuyucuya ulaştırmak amacıyla yazılmış.

Kitabı yayına hazırlayan Handan İnci, Beşir Fuad'ın intiharından önce kitap için düzenlediği taslağı ek metinlerle genişleterek eski yazıdan günümüz alfabesine aktarmış:

TADIMLIK

Romanın maksad-ı te'lîfine gelince: Esas-ı fikr, bâzı ahvâl-i mübreminin ilcââtıyla bi'z-zarûre ahvâl-i memnuaya sülûk edenler hakkında cemiyet-i beşeriyenin gösterdiği şiddeti revâ görmeyip bunlar hakkında rikkat ve merhameti celbetmektir. Maksad âlî, esas metîn! Pekâlâ, fakat istihsâl-i maksad vesâire gibi birtakım fedâkârlıklara icbâr ediyor. Zola, Gervaise'i olduğu gibi tavsîf ediyor. Bunların ikisi de ibtidâ birer münâsebet-i gayr-i meşrua peydâ eyledikleri halde bilahare ikisi de sokağa düşüyorlar. Fantine bir şekl-i mevhûm, Gervaise bir şahs-ı hakikî; ikisi de merhameti celbediyor. Ancak biri hayalî olduğu için celbettiği merhamet bir hedef-i hakikiye isabet edemiyor. Bilakis Gervaise'in hâli kendisi gibi birçok bîçâregânı o merhametten müstefîd eder. İşte hayâl ile hakikat beynindeki fark budur. İşte şu delil de Hugo'nun hakikati fedâya mecbur olmadığını irâe eylemektedir. Ama siz diyorsunuz ki bir romanda maksad-ı te'lîf gözetilmelidir. Bu maksadın istihsâli için isti'mâl olunan vesâit ne? Burasını düşünelim. Bir fâhişe ile bir câniyi alıyor, alıyor ama bunlar âdi cânilere asla benzemiyor, çünkü şâir bunları teâlî ettireceğim diyerek bambaşka bir kalıba ifrâğ ediyor, celbettiği merhamet bu iki havârıka münhasır kalıp şiddetten kurtarmak istenilenler açıkta kalıyor, maksad hâsıl olmuyor. Eğer şair bunları teâlî ettirmek maksadıyla tabiatlerinden çıkarmayıp da olduğu gibi tasvîr etmiş ve fakat ne gibi esbâb-ı mübremenin ilcââtıyla girdâb-ı sefâlete dûçâr olduklarını bi-hakkın izah etmiş olaydı eserin nef'i daha âmm olurdu. Fantine ile Assommoir'daki Gervaise'in mukayesesi isbat-ı müddeâya kâfidir. Hugo Fantine'i câlib-i merhamet gösterebilmek için saçını kesmek, dişlerini kırmak gibi fedâkârlıkları ihtiyâra mecbur etmiş. Maksad âlî olur ise ufak tefek mehazire bakılmaz, diyorsunuz. Biz bu mahzurları hâvî olduğundan dolayı Sefiller'in şâyân-ı istifâde olmadığını iddia etmedik; yalnız iki mesleği mukayese ettiğimiz sırada birtakım hayalât ve mübâlâgat tecrübesiz gençleri temenni-i muhâle düşürmek netâyic-i vâhimesini tevlîd edeceğini gösterdik. O muhâlât maksadın husûlü için zarûriyü'l-vuku olmuş olaydı, tabiî hoşgörülürdü. Mâdem ki daire-i hakikatten çıkmaksızın husûl-i maksad mümkündür; binâberin lüzumsuz kalan o muhâlâtı iltizâm abes ve şâyân-ı muâheze görülür. Vâkıâ romanları okuyanların muharririn maksadını tahlile muktedir olması arzu olunur ise de ekseriya bunların tecrübesiz gençler ve belki çocuklar olduklarını unutmayalım. Onların eser hakkında verecekleri hüküm tabiî şâyân-ı îtibar değildir; ancak o eserlerin bunların fikirleri üzerine hâsıl edecekleri tesir hiçbir vechle nazar-ı itinadan ıskat edilemez.

*

Mehmet Kerem Doksat:

Beşir bir arayışlar adamı.

Kat'iyetle bir dâhi; içi rahat değil ve âidiyeti, mensubiyeti meçhûl, bir tek Gürcülük'ten nasibi ma'lûmumuz (ne tesâdüf birileriyle). Fakir değil ki sınıf bunalımından dolayı kendine kıydı diyelim; bilakis, hayata en üstten başlamış ve devam etmiş. Hep ölüme meydan okumuş, demek ki perestiş de etmiş (fevrîce olanlar hâricindeki bütün intiharlarda ikirciklik [ambivalence] ve ebediyete intikal ederek varoluşunu sürdürmek gâyesi [ereği] vardır).

Yaşadığı dönem bugünlere çok benziyor: Devlet-i Ebed Müddet'in çöktüğü, anominin tırmandığı ve bütün emperyalist güçlerin tepemize üşüştüğü, aydınların tebahhur edip kaçıştığı ve sebeb-i mevcudiyetlerinden bîhaber hâl aldıkları iflâs vasatı!

Nihâi narsisistik rücusunda (regresyonunda) dahi yiğitlikle korkaklık ve protesto yâni çâresizlik (kolunu hiddetle kaldırışı) iç içe, önce uyuşturup sonra kesiyor damarını. Sonra da tıbbiyeye bağışlıyor cesedini (ölümsüzlük arzusu).

Tipik bir müstağrip! Eğer bilseydi 2008'deki müstağriplerin dahi baş tâcı olacağını, belki de 150 küsur sene daha yaşayıp direnirdi (bunu dehâsıyla megalomanisi iç içe yaşayan bir başka müstağrip, Attilâ İlhan bile başaramadı). Öyle ki, günümüzün entellektüel komünistlerinin mukaddimesidir kitapları ve diğer eserleri; avamdan olanlar ise bîhaberdir hâlâ.

*

"Dâhil olduğumuz değerler manzumesi bu ihtiyacı dâima göz önünde bulundurmalı, önlemlerini çok önceden hazırlamalı ve almalıdır. Ünlü hukuk, tarih, sosyoloji, aynı zamanda dil ve din bilginimiz, seçkin düşünürümüz Ahmet Cevdet Paşa'nın şu tesbitini burada tekrarlamak istiyorum: 'Ahkâmın tebeddülâtı ezmânın tagayyürâtıyladır'. Sâdeleştirecek olursak 'hükümlerin, millî hayatı düzenleyen kuralların değişimi, zamanın değişimine bağlıdır' demektir.

Türk Milleti'nin muasır milletler içinde yer alması, kendi kimliğinden soyutlanmasıyla olamaz. Bilakis çağdaş dünyada medenî milletler arasında 'Türk Kimliği' ile bulunacaktır. Böyle bir duruş, kendine olan saygının, özgüvenin sonucudur. Bir milletin başka milletlerin kendisine saygı göstermesini dilemesi için, bu saygıyı her şeyden önce kendi kendisine göstermesi lâzımdır. Böyle yaptığı takdirde çağdaşımız olan toplumların istiskâline (aşağılamasına) uğramayız, alnı açık ve başı dik olarak bu âile içerisinde hayatımızı sürdürebiliriz. Aksi hâlde 'millî benliğini kaybeden bir millet başka milletlerin uşağı ve avı olacaktır'" diyor Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Mustafa Keskin (Yeni bir dünya görüşü olarak Atatürkçülük. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı 17 Yıl: 2004/2: 1/8).

Entellik (ve muhtemelen istikbâl) için Kürtçe dersi almaya başlayan Türkler pıtırdamakta.

   O zamanki müstağripler hiç olmazsa millîydi.

      Şimdikilerin ise nesepleri gayrı meçhûl!

         ABG'nin başşehrindeyken bu daha da net olarak görülüyor.

Mehmet Kerem Doksat - Washington DC - 05 Mayıs 2008 Pazartesi

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©