M. Kerem Doksat | 24 Haziran 2013 Pazartesi | 7220 |
10 Nisan 1883’te Osmanlı’nın Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığı’nda (o zamanlar yarı özerkmiş, şimdiki Lübnan’da) bir dâhi doğar: Halil Cibran (Khalil Gibran).
Annesi Kamila bir râhibin oğludur ve babası Khalil de annesinin üçüncü kocasıdır.
Çok fakirdirler, bu sebeple okula gidemez ama kendisini sürekli olarak ziyaret eden râhipler ona İncil’i, Arapçayı, Süryaniceyi ve akraba lisanları öğretirler. Doğduğu yeri çok sever ve asla unutmaz.
Âşık olduğu kadına bunu anlatamadığı, refüze edilmekten korktuğu için, 23 sene boyunca yazdığı 600’den fazla mektubunu kendine saklar. Sonradan teslim ederler.
Hayatının son 20 senesini New York’ta geçirir.
Şâir ve ressamdır.
Cibran…
Meryem’in Oğlu İsa resmi
Bir başka şâheseri…
En ünlü eserlerinden biri olan ve ilk defa 1923 yılında basılan Nebi adlı eseri, toplam 26 adet şiirden oluşan bir karma şiir denemeleri kitabıdır.
El Mustafa adındaki bir kâhinin 12 sene kaldığı Orphalese şehrinden ayrılıp evine gitmek üzereyken bir grup halk tarafından durdurulması ve ana kahraman ile halk arasında insanlık ve hayatın genel durumu hakkında geçen konuşmalar kitabın kendisini oluşturmaktadır.
Pek muhtemelen, El Mustafa isimli şahsa verdiği bu isimle Peygamber Muhammed’i işaret etmiştir.
Fakat kitaptaki metinler çoğunlukla Matta’ya göre İncil'in 5. bölümünde yer alan İsa’nın Dağdaki vaazıyla muhteva ve üslûp açısından çok benzerlik ve paralellik gösterir.
İnsanoğlu İsa adlı kitabındaki çalışmalar da dikkate alınırsa, El Mustafa'nın, Meryemoğlu İsa Mesih olabileceği iddiaları güç kazanmaktadır ki, bunun diğerleriyle bir çelişikliği yoktur.
Kitapları, Shakespeare ve Lao-Tzu’dan sonra, bütün zamanların çok satılanları arasında en çok satılanlar sırasındadır.
*
Bakın, neler neler yazar:
Ağaç hayat hikâyesini yazabilseydi, onun öyküsü, herhangi bir kavmin tarihinden farklı olmazdı (Kum ve Köpük).
Ağaçlar yerin gök üstüne yazdığı şiirlerdir. Biz onları devirir, kâğıda çeviririz, üstüne kofluğumuzu kaydedebilelim diye.
Almitrasözü aldı ve sordu:
—Peki üstâd, evlilik nedir?
Cevap şöyle geldi:
—Siz beraberlik için doğmuşsunuz. Ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız. Tanrı’nın sessiz tanıklığında bile beraber olacaksınız ama birlikteliğinizde mesafeler bırakın; bırakın ki, Cennet’in rüzgârları aranızda dans edebilsin. Birbirinizi sevin ama aşk tutsaklığı istemeyin. Bırakın aşk, ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun. Birbirinizin bardağını doldurun ama aynı bardaktan içmeyin; ekmeğinizden verin birbirinize ama aynı somundan ısırmayın. Birlikte şarkı söyleyin; lâkin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin, sazın telleri de yalnızdır ve armoni içinde aynı melodiyi seslendirir. Birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil! Sâdece hayatın eli o kâlbi saklar! Birlikte durun ama yapışmayın, tapınakların sütunları da bitişik değildir! Ve unutmayın; meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler.
Anlayışlı olan beni anlayışlı, aptal olan ise aptal bulur. Bence ikisi de haklıdır.
Bana “seni anlamıyorum” demen, hak etmediğim bir övgü, hak etmediğin bir yergidir.
Bana kulak ver ki, sana ses verebileyim.
Baskıya başkaldırmayan kişi kendine karşı adaletsizdir.
Bir adam bir düş gördü ve uyandığında yorumcuya giderek düşünü kendisi için yorumlamasını istedi. Yorumcu adama dedi ki, bana uyanıkken gördüğün düşlerle gel ki anlamlarını söyleyebileyim. Ama uykunun düşleri ne benim bilgeliğime aittir ne de senin hayal gücüne.
Bir elmanın yüreğinde gizlenen tohum görülmez bir elma bahçesidir. Ama bu tohum bir kayaya rast gelirse ondan hiçbir şey çıkmaz.
Bir gün, güzellik ve çirkinlik bir deniz kıyısında karşılaştılar ve dediler, “haydi, denize girelim”. Giysilerini çıkartıp suda yüzdüler. Bir süre sonra, çirkinlik kıyıya dönüp, güzelliğin giysilerine büründü ve yoluna gitti. Güzellik de denizden çıktı, kendi giysilerini bulamadı; ama çıplak olmak utandırıyordu onu, çaresiz çirkinliğin giysilerine büründü ve yoluna devam etti güzellik. O gün bugündür, erkekler ve kadınlar onları birbirine karıştırır. Ancak içlerinden güzelliğin yüzünü önceden görmüş kimileri vardır ki, giysilerine bakmaksızın tanırlar onu. Ve yine çirkinliğin yüzünü bilen kimileri vardır ki, gözlerinden tanırlar çirkinliği.
Biz sevinçlerimizi ve hüzünlerimizi onları yaşamadan çok önce tercih ederiz.
Çünkü kişi, ölçüsüz ve sınırsız bir deniz gibidir.
Doğa, hoş geldin diyen kollarıyla uzanır bize ve onun kadınsı güzelliğinden haz almaya çağırır bizi; ama biz onun sükûnetinden ürker, kalabalık kentlere akın ederiz ve orada tıpkı vahşi bir kurdun önünden kaçışan koyunlar gibi birbirimizi sıkıştırarak yaşarız.
Dünya kuruldu kurulalı bilinir: Aşk, derinliğinin farkına, ancak ayrılık saati gelip çattığında varır.
Eğer kış, “bahar yüreğimdedir” deseydi, ona kim inanırdı (Kum ve Köpük).
Elem, bugüne boyun eğmişlik ile gelecekten umudun arasındaki altın halkadır.
İlham daima şarkı söyler; asla açıklamaya çalışmaz.
Evet, bir Nirvana var; o, koyunlarını yeşil bir otlağa yaymanda, çocuğunu uyutmanda ve şiirinin son dizesini yazmandadır.
Evim der ki, “beni bırakma, çünkü burada senin geçmişin yaşıyor”. Yolum der ki, “gel ve beni takip et, çünkü ben senin geleceğinim”. Ve ben hem eve, hem de yola derim ki, “benim ne geçmişim, ne de geleceğim var. Eğer kalırsam, kalışımda bir ayrılış vardır; gidersem, ayrılışım da bir kalış”.
Hakikat iki kişiye muhtaçtır. Biri onu dillendiren, diğeri onu anlayan…
Hayatın bütün esrarını çözdüğün vakit ölümü arzularsın. Çünkü o da hayatın sırlarından biridir.
Hayatın öyle geniş ve büyük boşlukları vardır ki, can buralarda dolanır da, bu süre, insanoğlunun kendi buluşu olan zaman tarafından ölçülemez.
Hayat, kâlbini övecek bir şarkıcı bulamadığında, aklından söz edecek bir filozof doğurur.
Her erkek iki kadına âşık olur. Biri hayallerinde yarattığı diğeriyse henüz doğmamış olandır.
İnsanın Hakikati, sana gösterdiğinde değil, gösteremediğindedir. Bundan ötürü onu tanımak istersen dediklerine değil, demediklerine kulak ver.
İş, görünür kılınmış sevgidir.
Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır.
Misafirler olmasaydı, evlerimiz mezara dönerdi.
Ne gariptir ki toplum olarak, aklı yavaş olana değil de ayağı yavaş olana; yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız.
Neş’eli yüreklerle neşeli şarkılar söyleyen kederli bir kâlb ne kadar yücedir.
Tahsilsiz akıl, sürülmemiş tarlaya benzer.
Sâhip olduklarınızdan verdiğinizde çok az şey vermiş olursunuz. Gerçek veriş kendinizden vermektir.
Sevinciniz peçesini kaldırmış kederinizdir. Daima birlikte gelirler. Biri yanı başınızdayken, diğeri yatağınızda uyuklamaktadır.
Sırtını güneşe çevirirsen gölgenden gayrı bir şey göremezsin.
Siz çoksunuz, oysa ben tekim. Bana dilediğinizi söyleyin ve yapın. Dişi koyun gecenin karanlığında kurtların avı olabilir. Fakat kanı, vadinin taşlarında tan ağarıp da güneş yükselene değin duracak! Vadinin Perileri adlı kitabından alıntı.
Suskunluğu gevezeden, hoşgörüyü hoşgörüsüzden ve kibarlığı kaba olandan öğrendim. Ne garip ki, tüm bu öğretmenlerime karşı oldukça nankörüm.
Şiir bir düşüncenin ifâdesi değildir. O, kanayan bir yaradan veya gülümseyen bir ağızdan yükselen bir şarkıdır.
"Tek doğruyu buldum" değil, "bir doğruyu buldum" deyin.
Toprağın neresini kazarsan kaz, bir define bulacaksın. Ancak bir çiftçinin inancıyla kazmalısın.
Hayatım özüne ulaştığında, her şeyde güzellik bulursun. Hâttâ güzelliği görmezden gelen gözlerde bile (Kum ve Köpük).
Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan,
Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan,
Ne görebiliyorsun,
Ne duyabiliyorsun.
Yanlışlarımızı doğrularımızdan daha büyük bir coşkuyla savunmamız ne gariptir!
Yoksa ne çiçek açan ne de meyve veren bir ağaç mı olsaydım; çünkü verimli olabilmenin sancısı, kıraç olmaktan ağırdır ve eli açık zenginin çektiği acı dilencinin sefaletinden beterdir.
En uzun ömür ile en kısa ömür arasında pek bir fark olmadığını sizi çevreleyen sonsuzluğu düşündüğünüzde anlayacaksınız.
*
Musa da, İsa da, Muhammed de, Buddha da, Lao-Tzsu da odur, hepsidir.
Aslında Cibran, Cibran’dır ve her şey onun gönlüne sığmıştır, Hakikate en yakın kişilerden biridir.
10 Nisan 18931’de siroz ve veremden, 48 yaşındayken hayata veda eder.
Seni tanımayı çok isterdim Sevgili Halil Cibran…
Sen hiçbir dinin veya ideolojinin esri değildin.
Hakikati kenarından yakalamıştın.
Ne güzel insansın.
Hiç ölmedin, hep yaşıyorsun.
Biliyorum…
Çok da seviyorum.
Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 24 Haziran 2013 Pazartesi