M. Kerem Doksat | 1 Ağustos 2015 Cumartesi | 3970 |
Dün akşamüstü, şiddetli bir rüzgâr refakatinde ve ortalık da çok sıcakken gittik Büyükada’ya.
Raffi Ağabey hep çağırır, Mehmet Gönül Tönük de kaç defa ağırlamıştır ikimizi. Mehmet dünya tatlısıdır, ne içki ne de sigara kullanır, ketum ve can bir adamdır. Gönül ise arada tüttürür.
***
İkisi de ciddi travmalar atlatmış dostlardır; aradık ve hemen davet ettiler ama “başka zamana inşallah” dedik.
Gönül hemen aradı, Mehmet ise telefonunu İstanbul’da unutmuş, daha sonra mukabele etti.
***
Daha öce de epey ziyaret etmiştik ama bu seferki vesile bambaşka idi.
Ortalıkta ibadullah, çok fazla Suriyeli Turist vardı ve araba vapuru yerine, Boğaz Gemisiyle seyahat ettik. Halkın tam içindeydik. Bir su için dahi ücret ödeniyor ve ikaz anonsları sürekli olarak kulaklarımızda yankılanıyordu: “Şunu yapmayın, buna dikkat edin, sigara içmeyin” vs.
***
Bu tür şeylere bizim ailemizde pek önem verilir çünkü hayatta pek az akrabamız kaldı.
“Bu Suriyelilerin acaba hangisi canlı bomba olabilir” diye geçmedi değil aklımızdan ama gene de tırmandık ve hedefimize ulaştık.
***
Sebebi ziyaretimizin altında yatan neden, hâlen en yaşlı (ihtiyar demek istemiyorum) üyelerinden birini, merhume Nihal Erkutun’un mahdumu, üç fakülte bitirmiş ve Ziyânâme gibi harikulâde bir esere de imza atmış, entellektüel ve Koç Grubu’nda senelerce çalışan, değerli büyüğüm, Ağabeyim ve Kuzenim İlkin Erkutun’u görmekti. Uzun süredir ayrı düşmüştük…
İki nesil bir arada
***
Nihal Teyzem de elimde gitmişti diyebilirim. O zamanlar İlkin Bey bilfiil çalışıyordu ve vefatında bir nörolog meslekdaşımla konsülte etmiş, idrar söktürücülerin de artık işe yaramayacağını söylemiştim.
***
Aklıma İlkin Ağabey’le, Merhum Pederimin tatlı atışmaları geldi sağcılık solculuk konularında. İlkin Ağabey’e “hem Koç’ta çalıştınız, hem de solculuk, bu nasıl iş ağabey” diye takıldım ama o takılmış plak gibiydi ve eski günleri anlatıyordu hep…
Birsen Erkutun ve Neslim
***
Yazlık evinde bizi ağırladı, epey de sohbet ettik. Oğlu Oğuzhan çok büyümüştü, Birsen Abla’yı da iyi gördüm; Kızı Aslıhan ve damadı Saruhan da bize refakat etti.
Meğer onlar da TED’liymişler.
/e
***
Oğuzhan eskiden çok iyi piyano çalardı ama şimdi bir yerlerde çalışmaya başlamış. “Hey gidi günler dedim” içimden. Artık ne Rebiî Dayım, ne Muazzez Teyzem, ne de hiç tanımadığım Musa Süreyya Dayım hayattaydı.
İlkin Ağabey epey zayıflamıştı ve birtakım sorunları varı; azıcık unutkanlık başlamıştı.
Her ne kadar yakın akrabam olsa da, Neslim’e de danışarak, ilaçlarını düzenledim ve tedavisini üstlendim.
***
İlkin Ağabey zamanında ud ve piyano da çalardı ve merhum Teyzemin (Nihal Erkutun) vefatında da ben yanında olabilmiştim. Üst Bostancı’daki bir özel hastanede ruhunu teslim etmişti.
***
Hava çok sıcaktı ve giderken sorun çıkmasa da, gece yarısına kalmamak için o kadar koşturduk ki, anlayamam. Neslim sportmen olduğu için işi kolaydı ama ben epey zorlandım.
***
Yokuş yukarı yürürken zorlandık ve bir süre mola verip, epey su içtik; hele ben kafamdan aşağı boşalttım sürahiyi ve gene tırmandık.
Dönerciler, hediye eşyası satan dükkânlar sımsıkı doluydu ve faytonlar da ardı ardına kalkıyordu. Bilindiği gibi, bütün faytonları Doğu kökenliler tekelleri altına akmıştır burada ve aralarına yabancı sokmazlar.
***
Sonunda –nedense hemen hiç polis de mevcut değildi- ulaştık yazlık evlerine. Caddebostan’daki evlerine de gitmiştim epey gençken, lebi derya idi o zamanlar. Meğer yıkım kararı çıkmış ve ada dışındaki mülkleri de tehlikedeymiş.
***
Ev de, eh sahipliği de mükemmeldi; Dominos’tan pizza ısmarladılar ve az miktarda şarap içtik. Eski günlerden, ailemizin ayrı düşmediği zamanlardan bahsettik ve hattâ birkaç da beste terennüm ettik. Daha doğrusu ben söyledim, onlar da kısmen refakat ettiler…
Ev dört katlı, ikincisine kadar çıktık ve resimler çektik. Epey antika eşya mevcuttu, bir kısmının önünde hep beraber veya ayrı ayrı pozlar verdik.
Bir İtalyan Ailesi gibiydik daracık bahçede. Aklıma Merhum İlker İnal geldi. Bize âdeta vasiyet eder gibi epey şey anlatmıştı vefatından önce ve en son olarak da Tönük’lerin evinde bir araya gelebilmiştik.
***
O arada Neslihan’ın hâlini hatırını sordum, Dragos’taymış ve “mutlaka görüşelim” dedik. Mansur Beyazyürek’siz olmaz diye geçti aklımdan. Neslihan’ın oğlu da psikiyatri peşinde…
Siyavuş Ağabeyimi, Cem Kurdoğlu’nu da aradım, Süleyman Argüner de “alo dedi”, Işıl da iştirak etti sohbete telefondan. Işıl da meme kanseri ameliyatı oldu ve hâlen dizilerde oynamakta. Alev’le ve halamla konuşamadık aceleden…
***
Mete Akyol ile de telefonlaştık o arada ve akşama doğru geleceğini söyledi; biraz muhabbet etmek istiyorduk fakat gerek rutubet, gerekse aşırı sıcak bizi epey yordu.
***
Mete Bey’le ahbaplığımız çok eskiye dayanır.
Ben Milliyet Gazetesi’nde Sağlık Köşesi yazardım bir zamanlar ve akupunkturdan, akü-masaj da diyebileceğimiz, iğnesiz ama çok etkili olan “akupunktur noktalarına uyarım vererek tedaviden” bahsederdim ve bir gün Mete Ağabey “şu başparmak tümseği noktasına bastırınca ağrım geçmezse sana sorarım” diye bana latife etmişti.
Akü Tükendi tam o sırada
Bahsettiği nokta Ho Ku da denen, gerek migrende, gerekse pek çok psikosomatik hastalıkta kullanılan bir noktadır. Bu tür masajı Neslim de çok iyi bilir.
***
Neyse, akşama doğru geldi ve Mehmet Haberal’dan bahsettik, sağ ve sıhhatteymiş, pek memnun olduk. Zaten Bütün Dünya dergisini oluyor ve Kanal B’yi seyrediyoruz arada bir.
Cümle kapısının karşısında herkes bir araya geldi ve tekrar bir fotoğraf çektirdik. Bunlar asla geriye dönmeyecek anlardı.
***
Vakit sür'atle ilerlemekteydi ve Güneş batmak üzereydi. Yokuş aşağı yürürken epey zorlamdım ve sonunda yetiştik Feribota.
Ortalık Mahşer Yeri gibiydi.
***
Rutubet, kalabalık ve son dakikada ite kaka binebildiğimiz Kabataş Motoru.
Her tarafta Arapça konuşan ama iyi niyetli insanlar...
Bir kısmı çağdaş görünümlüydü, bazısı ise başı kapalıydı.
Çocuklarla oynaştım, anlaşabildiğimiz kadar sohbet ettik ve ışıklar denizle buluşurken dönebildik.
***
Cânan sağ sâlim İzmir’e, Çeşme’ye varmıştı.
İndikten sonra da aksilik oldu ve Şoförümüz İbrahim Bey bizi biraz beklettikten sonra alabildi.
Dönerken de aklımda hep şu soru vardı: “Ne olacak bu durum ve acaba neler göreceğiz daha”…
Sonunda Tarabya’ya geldik ve biraz havuza girdik.
Şimdi iki kuru kafa evdeyiz.
***
Bir şeyler yiyecek, TV seyredecek, bol bol okuyacak, “yarına Allah Kerim” diyerek gene işimizin başına döneceğiz.
Aklıma Nuri Peşkircioğlu geldi, Sabri ve Eylül Kurdoğlu geldi. Herkesin birtakım sağlık sorunları mı var acaba?
Sevgili Çiğdem Tunç bize GSM’den gül yollamış. Ne güzel…
***
Bu arada hayat devam ediyor ve komşumuz eski Taekwon docu Zeki’nin küçük kızı Gizem’in nikâh davetiyesi ulaştı. Allah nasip ederse gideceğiz.
***
Şimdi akşam oldu, ezan okunuyor ve her zamanki gibi etkileniyorum yitip giden bir günün ardından.
***
Bu gece bir yatıp uyuyalım da, yarına gene görüşürüz. Ölüm yok ki zaten, sadece Vahdet var ama ulaşabilene… Bunları yazınca da aklıma Ulaş Çamsarı düştü…
ABD’de ikamet eden, çok güzel piyano çalan ve İzmirli bir dâhi...
Ne yapıyor acaba?
Birazdan gece olacak.
Yarına Allah Kerim, kalın sağlıcakla…
Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 05.09.2015