ÇALIŞ KEREM ÇALIŞ, YAZ KEREM YAZ

M. Kerem Doksat      3 Ekim 2012 Çarşamba      7218





 

NVY (Normâl Vajinal Yol) ile dünyâya gelebilmem için çok çalışmam gerekiyordu, çok çalıştım ve dar, karanlık tünellerde üç seyahat yapıp bir anda gözlerim parlak ışıkla buluştu, kıçıma da birisi bir şaplak patlattı. Ebeymiş, elleri dert görmesin… 

İlkokula gitmeden önce çok çalıştım; ayrılıklara, hüzün ve şaşkınlıklara intibak etmeye çok gayret gösterdim. Çile çamuru pişirir, o günlere şükran…

İlkokula Erzincan’da başlayıp Ankara’da iki tânesini daha mecburiyetten değiştirirken de çok çalıştım. Bu arada annemle babam benim kendi kendime olgunlaşmam için ellerinden geleni yaptılar, çok çalıştılar çok, anlatılamaz… Epey zorlandım ama her ikisine de minnettarım.

İlkokuldan kalma arkadaşlıklarım olsun diye çok istedim ama olamadı, sürekli yeni intibaklar kurmak zarureti buna imkân vermedi, ben de bunu telâfi etmek için çok çalıştım. Her gittiğim mektepte çok çalışıp çok okumam gerekti, başka çârem yoktu. O zamanlara da çok şey borçluyum.

Ortaokula TED Ankara Koleji’nde başladım, hazırlık sınıfında ilk sıra arkadaşım Murat Duygan isminde sevimli ve zeki bir çocuktu; hâlâ dostuz, kardeşçesine. Murat’a böylesine sevgi ve saygı duyduğumuz için müteşekkirim.

TED’de pek çok arkadaşım oldu, bir kısmı ile hâlâ grupça veya münferiden görüşüyoruz. Bunca sene bağlılığımızın sürebilmesi için çok çalıştık çok… Onlara gönül borcum var…

Dokuz yaşında mandolinle, on yaşında klâsik gitarla tanıştım, ikincisini tamamen kendi kendime öğrenmeye çalıştım çünkü ilk hocam TED’den Hasan Toraganlı klâsik teknik bilmiyordu, ben ise “Segovia: A Bach Recital” diye bir yerlerden aldığım haşır huşur long playi dinlerken büyülenmiştim; onun gibi, öyle ve onları çalmak istiyordum. Hasan Toraganlı Hocam çok bilge ve iyi bir adamdı, bana çok güzel temel müzik eğitimi verdi… Babam da Anam da o zamanlar kendi dertlerindeydiler ama en azından bana o zamana göre güzel bir gitar aldılar. O gitar benim en büyük dostum oldu, terapistim de… Savaş Çekirge (http://www.evetbenim.com/page/69-Savas_Cekirge_Ozgecmis.htm) ile tam tanışmıştım ve evinde sohbetlere ve etüdlere başlamıştım (ders vermeyi kabûl etmeyip, evine çağırıp ağırlıyordu; tam bir ağabey ve dosttu) ki, Babam Adana’ya gitti. TED’de de Erkek Yatılı da tam o sene kaldırıldı.

Mecburen Adana Koleji’ne geçtim.

İkisi de Ontogenetik Psişe’ye göçen Hasan ve Savaş Hocalarıma minnet borçluyum…

Savaşkan Çekirge Ağabeyim.

O zamanlar ne nota var piyasada, ne de doğru dürüst fotokopi… Bir nota bulduk mu hemen dâima elle yazarak çoğaltıyoruz çünkü o zamanki fotokopiler 6 ayda sararıp soluyorlar. Bu zahmetlere de çok şey borçluyum, çok çalışıp bana çok nota yazmayı ve ileride de beste yapmayı öğrettikleri için, şükran hepsine…

Bu arada elimdeki gitar iyice güdük kalınca, İstanbul’da Raffi Arslanyan diye hocanın bulunduğunu, elinde kaliteli bir gitarın da “lâyık gördüğüne satılmak üzere” hazır beklediğini öğrendik. Peder’le uçtuk İstanbul’a -san’ata olan ibtilâmda bana refakat ettiği bu ilk ve son seyahat için ona çok şey borçluyum, ne de olsa iyi bir para ödenecekti-.

Bay Raffi’nin Kurtuluş’taki evine gittik, “çal” dedi! “Acaba ne zaman kapı dışarı edecek” diye için için titreyip hiç çaktırmadan büyük ölçüde kendi kendime öğrendiğim parçaları icra ederken, kalın camlı gözlüklerinin içindeki buğulu bakışlarla beni bir saatten fazla dinledi. Ben de ne Bach’lar, ne Leyenda’lar çalıyorum ki sormayın gitsin!

Bitti, adam hâlâ buğulu gözlerle bana bakıyor yâhu!

Sonunda konuştu: “Bak, her iki elle ilgili problemlerin var ama kendi kendine öyle bir teknik geliştirmişsin ki, ancak bunları düzeltmende sana yardımcı olabilirim; meselâ apuoyandoları basgitar çalar gibi icra ediyorsun ama Capricho Arabe’de (http://www.harmonytalk.com/download/F.Tarrega-Capricho-Arabe-1026.pdf adresinde notaları var) bugüne kadar duymadığım kadar da güzel duruyor (http://www.vindir.org/capricho-rabe-by-f-t-rrega-1852-1909–82634.html). Şimdi önümüze iki sayfa nota koyacağım, haydi sen ikinci gitar eşliğini çal”.

Önümüze gene Francisco Tárrega’nın İki Gitar İçin Etüdü’nü koydu. İlk defa gördüğüm, çok da kolay olmayan bir parça; tek seferde icra ettik ve bitirdik… 

Francisco Tárrega

Raffi birden ayağa kalktı, sarılıp yanaklarımdan öptü. “Keremciğim, sen çok yeteneklisin, o rubatoları ve rallentendoları ben sana öğretmeden, içinden gelerek doğru çaldın” dedi ve ekledi: “Ben sana ders vermem, evime misafir gelirsin, beraber çalışırız” (aklıma Savaş Çekirge geliyor). Sonra da ilerideki yıllarda defalarca tekrarlanacak ikramını yaptı, likör servis etti. Gitarı da ehven bir fiyata aldık. O gün başlayan dostluk hâlen sımsıcak sürmekte, aşağıda yakınlarda muayenehâneme uğrayıp da dâhi bir talebesinin konser DVD’lerini verdiğinde çektirdiğimiz fotoğrafı görebilirsiniz; karısı Kalipso da çok güzel Ermeni yemekleri pişirir.

Raffi Ağabey, bana çok çalışma motivasyonu ve dostluk verdiğin için müteşekkirim.

Raffi Ağabeyim, muayenehâneme uğramış. 

Özel Adana Koleji’nde betona çarpmış gibi olmuyor, çarpıyorum!

Çok farklı ve “ötekini” asla içine kabûl etmeyen bir kültür. Âdeta Hindistan’daki gibi, sektler var. O zamanlar küçücük bir yer ama avcı toplayıcılarla ziraat yapanların buluştuğu müthiş bir hars (ânında sözlük: kültür) karmaşası… TED’de fen derslerini hep İngilizce okumuşum, burada ise her şey Türkçe ve öğretmenler de, öğrenciler de bana yabancı cisim muamelesi çekiyorlar.

Bilhassa ilk sene çok sıkıntıyla boğuşuyorum ama çok çalışıyorum, çok yazıyorum… O sâyede oldukça intibak ediyorum ve hayırlısıyla liseyi bitiriyorum; o zamanki sınıf arkadaşlarımla köklü bağlar kuramıyorum çünkü araya giren 12 Eylül felâketi zâten eğreti olan bağları koparıyor. Kolej’den olmayan ama dışarıdan çok yakın arkadaş olduğum bir Kürt delikanlısı vardı: Tuncay Kaplân. Maâlesef o da evvelki sene kâlb krizinden gitti. Ha, Adana’nın krema tabakasından çok kişi tanışımdır, değişik muhitlerde karşılaştığımızda sarılıp öpüşürüz filân ama o kadar.

Bir tek İklil Çeliktemur çıkıyor ki ortaya, hâlen hayattaki en iyi iki dostumdan birisi; gerisini siz düşünün (o Tarsus Amerikanlı’dır). O kadar seviyor ve olmayan kardeşim yerine koyuyorum ki, Selma ile Konya'dani nişanlarına 13 saatlik otobüs seyahatiyle gitmişimdir.

İklil, bana sevmeyi öğrettiğin için minnettarım.

İklil, Birgül Kayınvâlidem, Neslim, Kerem, Ertem Kayınpederim, Selma Çeliktemur (pederim vefat ettiği, annem de yatalak hasta olduğu için, “kız istemeye” de onlar gelmişti). 

Güney Bölgesi birincisi olarak üniversiteyi, Hacettepe Tıb’bı kazanıyorum (önce ikinciydim ama birincinin sahtekâr olduğu ortaya çıkınca terfi ettim).

Babam “yakında Türkiye çok karışacak, evlâdım, gel burada oku” diyor ve ikna ediyor; Çukurova Tıp Fakültesi’ne kaydımı yaptırıyorum. 3 sene sonra, üstelik hiç teröre bulaşmamama rağmen, Türkiye’nin en beter kenti hâline geldiği için 3.5 sene tahsilime ara verip İstanbul’da Esin Afşar’a klâsik gitar eşliği, değişik kızlarla çapkınlık filân yapıyorum. La bohème hani…

Ama hep çok çalışıyorum, çok. Çok ve her şeyi okuyorum, çok gitar etüdü yapıyorum, çok flört ediyorum. Babam’a, Esin’e, o senelere ve yaşadıklarıma minnettarım…

 

Sevgili Esin Afşar

Neyse, tahsile geri dönüyorum.

Adana’nın ilk klâsik gitar resitalini veriyorum.

Fakültede de çok ama çok çalışıyorum çünkü hocaların bir kısmı Babam’la olan şahsî veya ideolojik çatışmalarını bana yansıtıyorlar! Meselâ Dâhiliye stajından dördüncü seferde geçebiliyorum çünkü hem Dâhiliye Kliniği Başkanı hem de Dekan olan adam takıyor da takıyor! Cecil Textbook of Medicine’ıThe Merck Manual’ı filân ezberleyip (malûm, İngilizce iyi ya) müthiş bir dâhiliye bilgisi sâhibi oluyorum! Çoktan toprağa giden hem Dâhiliye Kliniği Başkanı hem de Dekan olan adama da bu açıdan sevgi ve minnet doluyumdur… Çukurova Tıp’tan dostlarla hâlâ görüşüyoruz, onlara sevgi borçluyum.

Anayasa’ya ve yasalara aykırı olarak uygulanan Mecburî Hizmet’te Çanakkale Biga Sinekçi’yi çekiyorum kurada; o arada âşık olup evleniyorum.

18 uzmanın ortasına muayenehâne açıp psikiyatrlık, akupunktur ve hipnoz yaparak muvaffak da oluyorum ama hem sigarayı, hem de Taekwon do’yu bırakınca gittikçe “şişmeye” başlıyorum. Bu arada Cânan da dünyâya geliveriyor… Ama hem ihtisası kazanabilmek, hem de evimi geçindirebilmek için çok çalışıyorum çok. Biga’da yaşadığım ve bana onları yaşattıran herkese, defalarca beni Sağlık Müdürlüğü’ne şikâyet edip hepsi elinde patlayan kifayetsiz nörologa müteşekkirim. Bana hayatı çok daha iyi öğrettiler, özgüvenim arttı…

En önemlisi de, dedim ya, canım Cânan’ım oluyor; ona karşı olan sevgimi ve hasretimi kelimelere dökemem… Annesine de, yaşadığımız güzel günler için şükranlarım asla bitmeyecek, gerisini boş verin.

Ayşe Cânan Doksat

Cerrahpaşa’da ihtisasa girince çok çalışıyorum, çok. Çünkü herkes babamdan dolayı torpilli olduğumu düşünüyor; yalan da değil, o zamanlar hocalar istedikleri kişileri alırlardı ama ben yazılı sınavı 100 tam puanla kazanmıştım zâten. Yârın öbür gün şerefsiz bir nâmerdin ağzında bakla olur diye Devlet İhtisas Sınavı’na da giriyorum ve Türkiye 13.’sü olarak Bakırköy’ü kazanıyorum. Bunun tebligatını herkese gösterdikten sonra dilekçe vererek hakkımdan vazgeçiyorum ve 14. kişi, her kimse, Bakırköy’e giriyor.

İhtisasımda Prof. Dr. Nedim Zenbilci’nin yanında nöroloji rotasyonumu yapmak ayrıcalığı hayatımı değiştiriyor; hoca asistan demeden, tabii ki hürmetsizlik etmeden, takır takır bilimsel tartışma yapabilmenin hazzını tattırıyor bana… Daha asistanken Demansiyel Sendromlar ve Tedavileri monografisini daktiloya alıyorum; kırmayıp çok zarifçe bir önsöz yazıyor Nedim Hoca, Psikiyatri Anabilim Dalımız’ın kurucusu ve Başkanı Prof. Dr. Ayhan Songar da takdimi kaleme alıyor… Aslında bu monografi Babam’a bir hediye çünkü Ontogenetik Psişe’ye doğru hızla ilerliyor akciğer kanserinden dolayı. Basılıp mürekkep kokusuyla eline verdiğimde dikkatle okuyor. “Âferin. Demir leblebi gibi olmuş oğlum” diyor.

Kısa bir süre sonra da elimde terk-i mekân ediyor.

Prof. Dr. Nedim Zembilci

Prof. Dr. Ayhan Songar bebekliğimi bilen ama nev-i şahsına münhasır, çok farklı bir şahsiyet; hem Ağrı ve Akupunktur Polikliniği’ni açtırtıyor bana, hem de bol bol fırça yiyorum. Gerekçe de suâl sormam!

Hâlbuki ben pederimle hep ilmî ve fikrî mevzûlarda rahatlıkla tartışırdım -en azından son senelerine kadar-. Bu bana öyle bir motivasyon veriyor ki, daha da çok çalışıyorum, okuyorum ve yazıyorum; hemen her Cuma yaptığım Vak’a Tartışması Toplântıları bâzen beş altı saat sürüyor. O rahle-i tedristen geçenler gerçekten çok iyi yetiştiler. Bu gibi sebeplerle hepsine şükran borçluyum…

Prof. Dr. Ayhan Songar 

  

Diğer evlâtlarım, yâni asistanlarım; araya Neslim kaynamış tabii. Murat Emül (lâkabı Emül Kraepelin) de pre-doçent o zamanlar…

Birkaç sene asistanlığını yaptığım Prof. Dr. Engin Eker bana hem toleransı hem de suâl sorup tartışma hürriyetimi iâde ediyor. Ona şükranım herkesten farklıdır.

Prof. Dr. Engin Eker

Bu arada Tâhir diye yeni bir dost giriyor hayatıma… Ona da sevgisi ve sadakati için müteşekkirim.

 

Tâhir Sümer Kardeşim.

Askerlik zamanı geliyor, şişmanlığıma aldırış etmeksizin ve hiçbir torpil yaptırmaksızın Diyarbakır’da vatanî vazifeme gidiyorum. Oradaki “komutan paşa270/140 mm Hg hipertansiyonumda bana “ilâç iç ve çalış” diyor. Tıpdan anlamayanlar için söyleyeyim, bu değerler âcil servis, hâttâ yoğun bakım için yeterlidir. İkinci hipertansiyon krizimde ise yere yıkılacak hâle gelince beni hastâneye yatırtıyor ve sözlü olarak Dâhiliyeci Asteğmen arkadaşıma “bunu zayıflatıncaya kadar yatırın” diye insanlık dışı bir emir veriyor. Resmen hapis yâni! Kabahâtim ise çok çalışmak, günde 50-60 hasta bakmak ve 130 Kilo civârındaki bedenimin artık buna tahammül edememesi! Olsun, bana her ahvâl ve şerâitte hayatta kalmayı öğretti ve askerî mantığı mıhladı! Sağ olsun, aman hiç vicdanı da sızlamasın…

Dönüşte gene Cerrahpaşa, ama bir bakıyorum ki benim dişimle tırnağımla kurduğum merkez Ağrı Ünitesi ismini almış ve başına da cinsiyeti hasebiyle askerlik yükümlülüğü olmayan bir arkadaşım konuvermiş. Hiçbir faâliyet de yok, giderken emanet ettiğim genç bir arkadaşım da “sarmadı âbi yaaa” diyor! Gene çok çalışıp, çok okuyarak üniteyi faâliyete geçiriyorum ve toplam 8 sene de faâliyetine devam ediyor. Sonra binanın rekonstrüksiyonunda arada kaynıyor. Ben de yorulmuşum, üstüne gitmiyorum. Bu arkadaşımlarıma da bana hayatı iyice öğrettiği için müteşekkirim.

Doçentlik sınavı için Ankara’ya gidiyorum; Canım Cânan’ım ufak bir kâğıda “canım babacım, seni çok seviyorum. Eminim ki sınavda başarılı olacaksın. Yeni Geymboyumdan bile değerlisin, en değerli eşyâmsın sen” yazmış, onu uzatıyor. Bolu’ya kadar ağlayarak araba kullanıyorum, karmaşık duygular, boş verin… Canım Cânan’ım, kızım benim, yavrum; hatalarımı affet yeter…

Seneler geçiyor; çok okuyorum, çok çalışıyorum, çok…

Sonra sene 1999 oluyor, profesörlüğe lâyık görülüyorum. Boğazıma bir yumruk oturuyor, “keşke görebilseydin Babacığım” diye geçiveriyor aklımdan…

Rektörümüz Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu cebimden arayıp kutluyor, iftihar ediyorum…

Prof. Dr. Kemal Alemdaroğku. 

Bu arada hayatımın ilk dönemi sona eriyor ve yeni bir yola giriyorum; çok sıkıntılı günler… Gene de çok çalışıyor ve çok okuyorum, bırakmamak lâzım hayatı!

Bu arada kızımın daha yeni doğduğu dönemde yanağına yumulup öptüğü ilk erkek, müthiş bir adam, adam gibi bir adam, Anabilim Dalı Başkanımız Prof. Dr. Ertaç İlkay gülümsüyor her zamanki sâhiciliğiyle ve dostluğuyla. Ben ise hep çok çalışıyorum, çok okuyorum, çok yazıyorum…

Bir gün odasına giriyorum, cemâli bir farklı geliyor gözüme, benzi soluktu. Epeydir de vitiligosu vardı ama o çok içtiği sigaralar beni ürkütüyordu. Ağzımın ucuna kadar geldi de söyleyemedim “bir baktırın” diye… Nitekim bir ortaya çıkıyor ki Ertaç Ağabey akciğer kanseri! 

Prof. Dr. Ertaç İlkay Ağabeyim

Babam vefat ettikten sonra ikamesi gibi gördüğüm, çünkü öyle davranan tek kişi ve o da akciğer kanseri… Fazla sürmüyor ve çok çekmeden bizi bırakıyor.

Oditoryumdaki nâşının başında konuşurken “adam gibi adamdı” diyebiliyorum, tıkanıp susuyorum. Şişli Câmii’ndeki cenâze namazından sonra mezarlığa gidemiyorum. Zâten Babam’ın vefatından beri mezar ziyâretine gidemiyorum ben…

Ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmuyor, olamıyor…

Muayenehânemdeki masanın üzerinde bana müteveccih olarak kucağında Cânan’ı okşadığı resmi durur Ertaç Hocam’ın.

Neslim’le evleniyoruz, hârika bir insan, dost ve kadın. 5 seneyi solladık…

Bakalım bu seyahatin nihâyeti nasıl olacak.

Slogan hep aynı:

ÇALIŞ KEREM ÇALIŞ, OKU KEREM OKU, YAZ KEREM YAZ.

 

Tek silâhım bunlar…

   Daha nice insanlar geldi geçti 53 senede, geçecektir de…

      Onlara da en kâlbî sevgi, saygı ve şükranlarımı sunuyorum.

Mehmet Kerem Doksat – İstinye – 25 Temmuz 2010 Pazar

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©