EPİLEPTİK PSİKOZ

M. Kerem Doksat      4 Kasım 2015 Çarşamba      5864

Eskiden işler çok basitti: Eretizm (öfkelilik), Erotizm ve Mistisizm arada oldu mu, hemen bu teşhisi koyardık…Tarihe baktığımızda da Van Gogh’un kulağını keserken bir sara nöbeti geçirdiğini söyledik. Belki de porfiryası vardı...

Aslında işin kökenini başka zamanda arayabiliriz.


Hugling Jackson, ilk defa “jacksonien march” diye beyindeki anormal elektrik boşalımını tarif etmişti.

Daha sonra Penfield ve arkadaşları, kafatasını adeta bir yumurta tepesi gibi açtılar ve içine küçül elektrotlar yerleştirdiler. O zamanlarda aletler basitti ve MR, ne CT, ne de başka bir şey mevcuttu. Hepsi çok iyi gözlemciler ve iyi hekimlerdi. Daha ziyade sevgileriyle bilimi bir araya katarak, beyin ve omuriliği incelemeye çalışıyorlardı.

***

Hâlâ, klasik toniko-klonik epilepsi nöbetindeki görünüme de Jackson’un ismi verilir…

Pnömoensefalografiyle, yani belkemiğinden hava vererek beyni tetkik ederlerdi.

***

Tekniğin uygulanması yahut basit ve ilkeldi: Omuriliğin hemen altındaki bölgeye, yani iki kalça kemiğinin ortasındaki bölgenin altına kaba iğneler sokup, içeri hava basıyorlardı ve hangi beyin yarım küresinin veya bölgesinin durumuzu, içeri enjekte ettikleri havayla ölçüyorlardı ama ta o zamandan sağ yarım-kürenin daha ufak, soldakinin ise daha büyük olduğunu fark etmişlerdi…

***

Eh, bazen içeri bakteriler ve virüsler kaçıp, hastalananlar hattâ ölenler de olmuyor değildi. Kolay değildi çünkü henüz yeterince sterilizasyon (mikroplardan arındırma) işlemini yapamıyor ve alkolle, tentürdiyotla iğne sokulacak yeri siliyorlardı.

***

İşte, Penfield da tam o zamanlarda bu deneyleri yaptı. Kafataslarını yumurta kabuğu gibi açıyor, içeri soktukları ufak elektrotlarla, beynin hangi bölgesinin ne işe yaradığını keşfediyorlardı.

***

1091’de Broadman diye bir adam daha da büyük bir adım attı ve beynin hangi bölgesinin ne işe yaradığını ortaya koymaya başladı.

***

1981’de Lopsag Rampa ismindeki bir mistik ise, tam alnın ortasında, epifiz bezinin olduğu bölgenin telepatiden ve duru-görüden sorumlu olduğunu düşündü ve Üçüncü Göz diye kitaplar yayımladı. Daha sonra anlaşılacaktı ki, bu bölgede bol miktarda demir iyonu mevcuttu ve kuşlardan yunuslara kadar pek çok omurgalı canlı, yönlerini bu sayede buluyorlardı. İnsanda ise bu yetenek neredeyse kaybolmuştu. Hâlâ da tam bilinmemekte…

***

Hanes Berger ise, insan beynindeki düşünceleri okuyacağını ve onların anlaşılır bir lisanla yazdırılabileceğini düşündü (1783-1841) ve ilk EEG aletini icat etti. O da, tam bir samimiyetle, bu sayede insanların düşüncelerinin kaydını yapabileceğini zannediyordu.

Büyük bir şeydi: Artık insanların düşünceleri, tasavvurları ve niyetleri kâğıda kaydedilecek, gizli saklı hiç da büyük bir adım bir şey kalmayacaktı. Eh, istihbarat güçleri de bu müthiş aletin ve mucidinin peşine düşmekte gecikmediler. Aslında astronomi öğrenimi yapmayı tasarlayan Berger, ailesinde yaşanan bir olayın ve Freud'un o senelerde ilgi uyandıran Rüya Yorumları'nın etkisiyle psikiyatriye yöneldi1897’de Jena Üniversitesi’de doktorasını tamamlayarak, 1900’de aynı üniversitenin Psikiyatri Kliniğinde çalışmaya başladı. 1906’da profesör, 1919’da bölüm başkanı, 1927’de de rektör oldu.

Ama o zamanlar Alman ve mucit olmak pek güçtü. Naziler her şeyine el koydular ve kendisini yandaşları olmakla suçladılar. Koskoca nöropsikiyatri profesörü bu iftiralara tahammül edemedi ve 1941’de geçirdiği bir melankoli nöbeti sonucunda intihar etti. Faşizmin ilk kurbanı değildi belki ama çok önemli bir isim bırakarak göçtü! Psikiyatri vakalarının nesnel temelini araştırmaya ağırlık veren Berger, beyinde kan dolaşımı, ruhsal durumların bedensel göstergeleri ve beyin ısısı konusunda değerli incelemeler yapmıştı. En önemli çalışması ise, insan beyninin biyoelektrik etkinliğini kaydetmek amacıyla geliştirdiği yöntemdir.

***

18. Yüzyılda İngiliz hekim John Walsh ile Galvani, adalelerdeki, Richard Caton ise hayvan kafatasını açarak ise hayvan kafatasını açarak, beyindeki biyoelektrik etkinliği kaydetmeyi başarmışlardı.

Belirttiğim gibi, Berger, beyin kabuğunun elektrik faaliyetinin (beyin dalgalarının) kafatasını açmadan da kaydedilebileceğini düşünüyordu ve bu faaliyetin, düşüncenin beyne aktarılmasında bir araç olarak kullanılabileceğini umuyordu.

Bir dizi başarısız deneyden sonra, 6 Temmuz 1924’te, oğlu Klaus’un saçlı derisine koyduğu elektrotlardan sinyal almayı başardı. (burada ödipal bir sakrifikasyon akla gelmiyor değil).

Ayrıca, denek gözlerini açtığında ve zihinsel faaliyette bulunduğunda, EEG’deki ritmin değiştiğini tespit etti. 1929’da yayımladığı bu gözlemler, nörolojide önemli bir teşhis ve araştırma yöntemi durumuna gelecek olan EEG’nin temelini oluşturdu.

 

***

O yıllarda özellikle Freudiyen anlayışın değer vermediği bu buluş, 1937’de Paris’te toplanan Psikoloji Kongresi’nde büyük bir övgüyle karşılandı (Psikanalizin tutuculuğu ve dışlayıcılığı o zaman da mevcuttu). Bu vesileyle, bir psikiyatrın buluşu Nörolojiye kaptırılmıştı ama 2000’li yıllarda bu iş gene tersine dönecekti…

***

Tıpkı Gazali’ın (1058-1011) içtihat kapısını kapatması gibi, onlar da sinir-bilimin bütün sırlarını çözdüklerini vehmediyorlardı.  Epey sonra anlaşılacaktı ki, bu büyük müçtehit, filler ve körler meselini, kadim Hint bilgeliğinden almıştı ve İslam tasavvufuna pastalaşmıştı. Sırf bu bile, dinlerin evriminin bir göstergesidir.

Bilimde de aynı şeyi görüyoruz işte…

***

Gene o senelerde, sara (epilepsi) nöbeti geçirenlerde deliliğin düzeldiği, bunu da EEG’den takip etmenin mümkün olduğu keşfedildi. Landolt ismindeki bir bilim adamı buna zoraki normalleşe (forced normalization) adını verdi.

Bunları takip eden iki uyanık İtalyan bilim adamı (1937) Lucio Bini, ondan ilhamla da Ugo Cerletti ve Lucio Bini, ilk defa EKT (elektrokonvülsif Terapi: Elektroşok) aletini icat ettiler.

***

Madem beynin kendi anormal elektrik boşalımı akıl hastalığına iyi geliyordu, bunu dışarıdan elektrik vererek niye yapmasalardı ki?

Buna bakarak, hemen akabinde, Ensülin ve Barbitürat Koma Terapileri de icat edildi ama bunlarda zayiat fazla oluyordu. Terk edildiler.

***

Tabii ki bilim adamları rahat durmadı ve Rus bilim adamlarından Giljarowski tarafından Elektro-Uyku Terapisi icat edildi (2014). Aslında, tıp babalarından İbni Sina ve Hippocrates ile beraber anılan Galenius, ta MS 200 civarında tıbbî tedavilerde elektrik balıklarının tatbik edilmesini salık vermişti. Sonradan bu da pek işe yaramaz bulundu.

***

Nihayet, 1900’lerin sonu ve 2000’lerin başında haloperidol, klorpromazin, imipramin ve ilk MAO inhibitörleri geliştirildi (fenelzin, nialamid vs.).

Bir anda tımarhaneler boşalmaya başlandı.

İlkel soğuk su banyoları, boğmak üzereyken kurtarma gibi dehşet verici uygulamalar ve lavmanlar terk edildi.

Artık ilaçlar vardı!

***

Denir ki, 1800’lerin başında Dr. Pinel ilk şizofreni hastasını zincirlerinden çözüp sokağa saldığında, hasta sevincinden çatlayıncaya kadar koşmuş.

Ve süratle gelişen psikoterapiler gündeme geldi.

Hepsi de Hipnozdan doğdular, Psikanalizle tanındılar ama bu yöntem sınıfta kalırken, diğerleri coştu!

***

Psikoterapi Türleri

Bütüncül Psikoterapi: Bütün psikoterapi tekniklerinin hangi hastaya ne zaman uygulanacağını ve bütünü izah etmeye yönelik bu terapi yöntemi farklı teknikleri entegre etmeyi sağlar. Esneklik sağlayan bu model evrensel uygulamalar için de uygundur ve pratiktir.

Dinamik Psikoterapi: Dinamik psikoterapi, yapıtaşı olarak Freud’un klasik Dürtü Kuramı ve sonrasında da, Ego Psikolojisi, Nesne İlişkileri, Kendilik Psikolojisi gibi diğer dinamik ekollerle devam etmiştir. Bu ekoller psikopatolojilerin temelinde kişinin 0-6 yaş arasındaki dönemde yaşadıklarının olduğunu savunur ve hipnoz, serbest çağrışım ve rüyalar yoluyla bunları irdeler.

Bilişsel Psikoterapi: Bilginin işlenmesi sürecinde; temel kabullerdeki hatalardan kaynaklanan işlevi olmayan şematik kavramlar, zamanla olumsuz otomatik düşüncelere dönüşür. Sonuçta ortaya çıkan düşünsel, duygulanım ve davranış bozukluklarının tedavisi bilişsel psikoterapinin alanına girmektedir. Kognitif terapi olarak da adlandırılmaktadır. Şema terapisi, fikirsel duygulanımcı davranış terapisi de bilişsel terapiden kaynaklanmıştır

Davranışçı Psikoterapi: Davranışta otomatik modelleme gibi öğrenmeler sonucunda ortaya çıkan bozukluklarda; duyarsızlaştırma, ödüllendirme gibi çeşitli teknikler yoluyla davranış değişikliği ya da davranışın frekansında azalma gibi sonuçlar sağlamaya yönelik terapilerdir.

Bilişsel - Davranışçı: Klinik uygulamalar ve gözlemler psikoterapi süreci içinde, bilişsel-davranışçı yöntemlerin bir arada kullanılmasının etkili sonuçlar ortaya çıkarttığını net olarak göstermektedir. Günümüzde sıklıkla bu iki yöntem bir arada kullanılmaktadır.

Varoluşçu Psikoterapi: Varoluşçu psikoterapi de önemli olan şimdi ve burada kavramlarıdır. Varoluşçular varolma yolunda kişinin en çok üzerinde durduğu 5 soruyu temel alarak bunlar yoluyla psikoterapiyi yapılandırmışlardır

Sistemik Psikoterapi: Palo Alto’dan Paul Watzlawick ve arkadaşlarının 1970’lerde geliştirdiği, matematik sistem teorileri, iletişim teorileri ve aile dizin çalışmalarının temelini oluşturduğu, 10-15 seans süreli ve bir ekip tarafından uygulanan psikoterapi yöntemidir.

Geştalt Psikoterapi Yaklaşımı: 1940'lı yıllarda Fritz Perls, Laura Perls ve Paul Goodman tarafından geliştirilmiş bir psikoterapi yaklaşımıdır. Geştalt kelimesi Almanca’da kendine özgü bir bütünlüğü olan şekil, örüntü anlamına gelmektedir. Bu yaklaşım, her bireyin, doğuştan var olan potansiyellerini açığa çıkarabilme dürtüsüne sahip olduğu görüşünü benimser. Bireyin kendi özelliklerini ve potansiyelini fark edip, buna sahip çıkabilmesini ve kendisini gerçekleştirmesini amaçlar.

Sonuç: 400’den fazla psikoterapi var ve hepsinin de temeli şu veya bu şekilde ikna etmeye dayanır.

Meslekte üstatlaştıkça, her terapist kendi stilini geliştirir ve onu diğer tedavi yöntemleriyle birlikte uygular.

Bunu kim mi söylemiş?

Dr. Bayram Karasu!

Bir röportaj: http://www.hurriyet.com.tr/amerikan-jet-sosyetesinin-erzurumlu-psikiyatri-toksoz-bayram-karasu-10142591

Kentteki en zenginlerin yaşadığı, hatta geçenlerde Tom Cruise ve ailesinin de taşındığı Upper East Side (Yukarı Doğu Yakası)’daki muayenehanesinde randevu verdi bana. New York’taki Central Park’ın tam yanında, Guggenheim Müzesi’ne bakan gösterişli binada, yeşil duvar kâğıtlarıyla süslenmiş, loş, dar ve eski duran odada konuşmaya başladığımızda, herhalde alışkanlık sonucu saatine baktı.

Hastalarından 45 dakika için 600 Dolar seans ücreti alan ve genelde haftada iki seans terapi uygulayan Karasu ile İngilizce konuştuk. Lokanta Türkçesi diye tarif ettiği kırık Türkçesi yerine İngilizceyi o tercih etti.

İlk sosyetik hastasını, daha 1969’da kente gelir gelmez, o yıl ölen bir doktordan devralmış. Sonra ondan duyan diğerleri derken, kısa sürede New York sosyetesinin doktoru haline gelmiş. Beni zenginler konusunda zengin hastalarım yetiştirdi diyor. New York’ta yaşayan ve iki yıl önce ölen Ahmet Ertegün, Arif Mardin gibi isimleri bilirken neden Karasu’yu çok tanımadığımızı sordum. Etrafında fazla Türk dostu olmamasına bağladı. Ertegün ve Mardin ile hayattayken görüşüyormuş. Bir de yine New York’ta yaşayan, Osmanlı Hanedanı’nın şu andaki reisi Ertuğrul Osman Efendi ile. Onun dışında çok Türk tanıdığı olmadığını söylüyor. 

SONUÇ

Stanley Cobb’un (1887) söylediği gibi, psikiyatri tıp bilimlerinin en yenisi ama sanatlarının en eskisidir.

***

Peki, epileptik psikoz var mı?

Hem de çok ama kuşkulanmak, iyi öykü almak ve Uyku EEG’si çektirmek gerekiyor. Ben çok yakaladım ve yayınladım. Hem de evrimsel izahlarını katarak.

Tedavisinde antiepileptikler (msl karbamazepin) ve düşük doz nöroleptikler kullanılabilir. Boşaltıcı EKT fikri pek revaç görmemekte...

Sağlık, esenlik, bilim ve barış dolu günlere…

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 05 Kasım 2015 Perşembe

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©