FAŞOMANİ
M. Kerem Doksat
|
10 Eylül 2012 Pazartesi |
6745 |
“Monomani” terimi Fransız Psikiyatrisi’nin dünyâya hediyesi. Her şeye âdeta perseveratif bir şekilde, peşin ve değiştirilemez bir hükümle yaklaşmak, bakmak ve bunu hep yapmak demek. Yâni taşkınlık hastalığı olan Mani ile ilgisi yok. Her ne kadar Amerikan Psikiyatrisi bu lâfı pek tutmamışsa da Piromani, Trikotillomani gibi terimler nozolojiye sızmayı başarmış… Monomaninin hezeyandan (sanrı: delusion) farkı, normâl addedilen kişiler arasında da çok yaygın olarak varlığını sürdüren bir “aşırı değer verilmiş fikir (over-valued idea) olmasıdır. Ben de ilim ve irfan dünyâmıza birkaç yeni kavramı teklif etmek istiyorum: Fashomania (Faşomani), Communistomania (Komünistomani), Ziyonistomania (Siyonistomani). Şimdi bunları teker teker, lâfı da fazla uzatmadan arz edeyim…Bu yakınlarda internetten şöyle bir haber düştü bilgisayarıma: http://www.samanyoluhaber.com/index.php?khide=1&ghide=1&hid=24821&sec=18 web adresinde “darbeci profosör” (vallahi aynen böyle: profosör) başlığıyla bir de fotomontaj eklemişler. Tarih ve saat 2006–10–12 10:16:54. Sanırsınız ki bendeniz İstanbul Üniversitesi kapısında darbe yapmışım, “acaba dissosiye olup da yapmış mıyımdır” diye geçirmedim değil aklımdan! Önce Türkçesi’ni düzelterek haberi yazayım: Darbeyi öven profesör kürsüyü terk etmek zorunda kaldı. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Kerem Doksat, katıldığı konferansta darbecileri öven bir konuşma yapınca sert tepki gördü. Panelistlerin ve dinleyicilerin protestolarıyla karşılaşan Doksat, “Burada daha fazla durmam hoş olmayacak” diyerek toplantıyı terk etti. Panelistlerden Prof. Dr. Cemil Oktay, Doksat’ın söyleminin “üçüncü dünyacı” olduğunu belirtirken, Radikal Gazetesi yazarı Murat Belge, “Bu üçüncü dünyacılık da değil. Düpedüz Neo-Nazizm” yorumunu yaptı. Söz konusu olay, Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şubesi’nin Bilgi Üniversitesi’nde düzenlediği “linç” konulu konferansta yaşandı. Prof. Dr. Cemil Oktay: “Türkiye, Türk’lerin değildir” diyen adam! Toplantıda, linçin psikolojik yönünü anlatması beklenen Doksat, konunun dışına çıkarak siyasî değerlendirmelerde bulundu. İsmet İnönü’den sonra ülke idâresine seçimle gelmiş bütün siyasîleri “Amerika’nın adamı” olarak niteleyen psikiyatrist, ABD’nin onayı olmadan Türkiye’nin başına kimsenin geçemediğini iddia etti. 1960 ve 1971 askerî darbelerini savunan Doksat, ihtilâller sonrası yapılan idamların Başbakan Adnan Menderes ile sol hareketin ünlü ismi Deniz Gezmiş’i kahraman yaptığını söyledi. Prof. Dr. Doksat, şöyle konuştu: “Asker iki defa hata yaptı. Menderes’i indirdi, doğru yaptı ama astı. Asılmasaydı 30 sene sonra iâde-i îtibar olarak havaalanına onun ismi verilmezdi. Keşke asılmasaydı da sürünseydi. İkinci hatası “Marksistim” diyen adamları astı. Onlar şimdi kahraman oldular. Belki yaşasalardı, şimdi büyük bir holdingin başında, “Ben eskiden Marksisttim” diyenlerden olacaklardı.” Türk-İslâm sentezi söylemiyle politika yapanların ülkeyi ABD’ye sattığını ileri süren Doksat, “Şimdi de Türklüğü de bırakmış bir partinin memleketi artık alenen peşkeş çektiğini görüyorsunuz” şeklinde konuştu. Sol kesime de oklarını yönelten Doksat, DSP lideri Bülent Ecevit döneminde solculuk olmadığını ileri sürdü. Bütün dünyaya karşı Türkiye’nin millî bir dayanışma içinde olmasını tavsiye eden Doksat, demokratik yöntemler ile bir sonuç alınamayacağını sözlerine ekledi. Toplantının moderatörlüğünü yapan Maltepe Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği (AB) Bölüm Başkanı Prof. Dr. Cemil Oktay, Doksat’ın tahlillerinin kendisini rahatsız ettiğini, bu söylemin üçüncü dünyacı olduğunu dile getirdi. Radikal Gazetesi yazarı Murat Belge ise, “bu üçüncü dünyacılık da değil, düpedüz Neo-Nazizm” yorumunda bulundu. “Türk” dedin mi “Faşist” diyen profesör! Konferansı dinlemeye gelenlerin de eleştirilerine maruz kalan psikiyatrist Doksat, bir dinleyicinin “siz şaka mı yapıyorsunuz? Bunlar kahvelerde konuşulan hezeyanlar” şeklindeki sözleri üzerine daha fazla kalmasının anlamı olmadığını söyleyerek toplantıdan ayrıldı. Prof. Dr. Doksat’ın alanının dışına çıktığını belirten Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şûbesi Yönetim Kurulu Başkanı Müfit Erkarakaş ise konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: “Profesör, linçin insan psikolojisindeki öncüllerini anlatacaktı. Kişiler kendi alanlarının dışına çıkıp ahkâm kestiğinde dinleyicilerin tahammülü olmuyor. Keşke bu gerginlik olmasaydı. O da saçmalama hakkını kullanıp dilediği kadar konuşsaydı”. Deprem profesörü de darbeyi övmüştü İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Celâl Şengör de Milliyet Gazetesi’ne verdiği demeçte darbeyi övmüştü. Şengör’ün “Ordu gâyet tabii ki darbe yapabilir. Ordunun görevi memleketi korumaktır” şeklindeki açıklaması kamuoyunun tepkisini çekmişti. Celâl, darbe hazırlığında! Akabinde meslekdaşım Dr. Nezih Varol bu muhteşem haber üzerinde şu yorumu yaptı: “Ben konuşmada darbenin övülmesini görmedim ama konuşmanın da bir neo-liberalizm olduğuna katılmıyorum. Birçok eski solcu arkadaşlarımın günah çıkartmasındaki benzerlikleri gördüm. Siyasal gelişmeleri M. Kerem DOKSAT yorumlamış; burada bence önemli olan dinleyicilerin -ki Bilgi Üniversitesi olduğuna göre genç bir öğrenci popülasyonu olduğunu anlıyorum- Türkiye ALMANAK’ını bilmediklerinden, okumadıklarından ve ilgilenmediklerinden ne söylendiğini anlayamamışlar. Diğer konuşmacılarda bana göre popülist yaklaşmışlar. Her şeyden öte keşke asıl konu olan LİNÇ işlenmiş olsa idi”. Gene belâgatine ve münevverliğine çok güvendiğim Dr. Atila Demirkasımoğlu da şunları yazdı: “Ben Murat Belge ve Bilgi Üniversitesi grubunun Liberal olduğunu ve faşizan eğilimler gösterdiğini düşünüyorum. Faşizan olmaları tek tip görüş dayatmaya olağanüstü eğilim göstermelerinden kaynaklanıyor. Her konuşmayı üçüncü dünyacı niteleme Batıcılığa teslimiyetin işâreti. Ben de kerem Doksat’ın görüşlerinde darbe övücülüğü görmedim. Kerem Doksat’a sen uzmanlık bilgini ver uzmanlık görüşünü sakın genişletme, biz onun gerisini de sonrasını da yorumlarız, sonra da her görüşten insanı karşıtlarımızı bile çağırdık deriz demek istiyorlar. Bu oyunu o kadar sık oynuyorlar ki, herkesi aptal kendilerini akıllı sanıyorlar. Öyle sanmaya devam etsinler. Liberal Faşizm sert yüzünü giderek daha çok gösteriyor. Üzücü. Tekel olmaktan çıktıkları her an hırçınlaşıyorlar”. İŞİN ESASI Bir kere haber eksik ve tarafgir; ayrıca da yalan kısmı var. Yâni hem misenformatif, hem de dezenformatif! Önce yalanı söyleyeyim: Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Müfit Erkarakaş yakinen tanıdığım ve aklı başında, fazilet sâhibi, görgülü bir insandır. Arkamdan “keşke saçmalama hakkını kullanmaya devam etseydi” demiş olabileceğine inanamayıp hemen kendisi cep telefonundan aradım, o da şaştı kaldı! İstersem tekzip edebileceğini de söyledi ama gerek dahi olmadığı kanaatine vardık beraberce. İnanmayan sorabilir, elektronik posta adresi mufit@nursanlar.com. Müfit Erkarakaş Konuşmaya biraz gecikmeli olarak başlandı. Maltepe Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği (AB) Bölüm Başkanı Sayın Profesör Cemil Oktay Beyefendi’nin moderatörlüğünde bendeniz ve Bilgi Üniversitesi’nden Sayın Profesör Murat Belge Beyefendi konuşacaktık. Cemil Oktay Yeni Ahit’teki meşhur Hz. İsa meselini anlatarak konuşmayı açtı: Recmedilmek üzere getirilen fâhişeye ilk taşı günahı en az olanın veya hiç olmayanın atması üzerine kalabalığın dağılması, bunu yaparken de hep yere bakması hikâyesi… Sonra sözü bana verdi. Yaklaşık yarım saatlik Power Point sunumumda saldırganlığın evrimsel kökenlerini, tiplerini, hayvanlarda insandaki linç davranışı benzeri davranış tarzlarını ve beyinsel mekanizmalarını anlattım. Arada mülkiyet hissinin Marx’ın zannettiğinin aksine, tâ çiçeklerden böceklere dayanan evrimsel kökenleri olduğunu söylemem sanırım ilk rahatsızlığı yarattı. Akabinde “linç” kavramının çoğu belâ gibi ABD mahreçli olduğunu, bir dönem güçlünün garibanı tuttuğu yerde öldürmesi için yasal bir kurum olarak kullanıldığını zencilerin linçlerinden örnekler vererek anlattım. Sonunda da Türk ve Türkiye tarihindeki linç olaylarını gene görüntülerle özetleyip, bunun kollektif bir agresif regresyon olduğunu, Maslowiyen anlamda temel güven duygusunun sarsıldığı toplumlarda, ezcümle memleketimizde daha fazla görüldüğünü ifâde ettim. Akabinde de ekledim: Dünyada Doğu’dan Batı’ya uzanan ve Homo sapiens sapiens’in en önemli göç yollarından biri olan Anadolu insanlarının binlerce yıldır biriken ve karışan genleri (genes) ve memleri (memes) sâyesinde barış içerisinde yaşamayı dünyanın öteki pek çok kısmından daha fazla başardıklarını ekleyerek konuşmamı bitirdim. Oldukça da iyi bir alkış geldi… Akabinde Murat Belge mikrofonu aldı. Tamamen serbest çağrışımla, konudan konuya atlayarak, gerçekten de ne dediğini anlayamadığım bir konuşma yaptı. Sonra da dinleyicilerin fikri soruldu. Tek tük yorumlar ve katkılar epey cılız kaldı. Ben de bunun üzerine söz alarak yukarıdaki haberde yazılanları söyledim ama birkaç farkla: Ne darbeyi övdüm, ne de darbecileri. Bilâkis, askerin hatalarını anlattım. Konu da linç olduğu için, memleketteki Kürt-Türk, Alevî-Sünnî kutuplaşmalarının gittikçe tırmandığını, yeni olaylar hâttâ bir iç savaş çıkmaması için bir an evvel bir millî mutabakât hükûmeti kurularak, demokratik hakların da bir süreliğine kontrol altına alınmasının tek çâre olacağını söyledim. Ön sırada solda oturan atmışlı yaşlarında gözüken bir profesör bağırarak kahvehâne lâflarını etti, ona diğerleri katıldı. Başlarda cevap vermeye çalıştım ama dinleyen yoktu. Murat Belge benim düpedüz faşist olduğumu söyledi ama Allah’ı var(!), bağırıp çağırmadı, hakaret de etmedi. Bir süre sükût edip beş altı kişiyi geçmeyen muârızların bağırıp çağırmalarına tahammül ettim; sonra da haberde bahsedildiği gibi ama gâyet nâzikçe toplantıyı terk ettim. Çünkü bağırıp çağırmaların dozu o derecede artmıştı ki, yeni bir linç hâdisesi orada yaşanabilirdi; bâri entellektüel linçte kalsınlar dedim… FAŞOMANİ Murat Belge’nin bâzı eserlerine ve yazılarının ekserîsine vâkıfım. Kendisi Türkler’in faşist bir millet, Türk Kültürü’nün faşizan bir kültür olduğunu, milliyetçiliğin de faşizm olduğunu sürekli yazıp söyler. Yâni bana faşist demesine hiç şaşmadım. Kendisinden farklı düşünen herkes, Atatürk, Türk Milleti filân hep faşist ona göre. Eh, bu monomaniye Faşomani adını teklif etmekte sanırım haksız sayılmam. Epey de taraftarı var! KOMÜNİSTOMANİ Bu monomani türü özellikle Ülkücü kesimde yaygındır. Hâlâ komünizm tehdidinden bahsederler. İşin ironik tarafı, hâlâ komünistlik yapan pek çok kişinin de aynı dertten müptelâ olup eylemler filân düzenlemesidir. Marx’ın hayatı boyunca beş kuruş kazanmamış, hep burjuva Engels’e yük olmuş, çoluk çocuğu veremden ve sefâletten sürünürken Kapital’i yazmakla uğraştığını anlattığımda “lûtfen onu hakkında böyle konuşmayın” diyen bir öğrenciyi hatırlıyorum. Peygamberine küfredilmiş gibiydi! Bunun dinî yobazlıktan ne farkı var ki! SİYONİSTOMANİ Bu monomani ise hem solda, hem sağda, hem de dinci çevrelerde çok yaygındır. LIONS, Rotary ve hele Mason Derneği üyesiyseniz, mutlaka Siyonistsinizdir. Turancılık’la uğraşan Ziya Gökalp, yedi düvelle harp edip memleketi kurtaran Gâzi Mustafa Kemâl Atatürk, eğitim ve öğretim seferberliği için âilesini ihmâl edecek kadar kendisini memleketine adamış ve üstelik de Mevlevî ve Mason olan Hasan Âli Yücel… hep Siyonisttirler. Aklına fikrine çok da değer verdiğim “eski Ülkücü” (bu da “eski Marksistlik” gibi övünülesi bir vasıftır) bir meslekdaşım bana bir öğretim üyesinin hakkında suâl ederken “hani şu Siyonist profesör” diye bahsettiğinde basmıştım kahkahayı. Bahsettiği kişinin tek “kabahati” birkaç sene süren bir Rotaryenlik geçmişi olmasıydı. SEKTERLİK ve SONUÇ Lisan Sohbetleri yazımda tâ kaç sene önce belirttiğim sekterlik, fikir yobazlığı ve peşin hükümlülük ortadan kalkmadıkça, bizim uluslaşma ve demokratlaşma yolumuz daha çok uzar. Allah aşkına medyada duyduklarınızın veya okuduklarınızın %50’sini doğrudan çöpe atın, kalanının da %50’sinde ciddiyetle şüphe edin. Bana yapılan tam bir “entellektüel linç” idi! Maltepe Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği (AB) Bölüm Başkanı Prof. Cemil Oktay’ın, Radikal Gazetesi yazarı Prof. Murat Belge’nin bu memleketin mes’eleleri üzerinde fikir yürütüp keskin hükümlere varma hakları sonsuzdur ama bir psikiyatri profesörünün böyle bir hakkı olduğu dahi düşünülemez. Hele hele bir de kendi özgün sentezini anlatıyor, hiçbir grubun fanatikliğini yapmıyorsa, “Vurun Kahpeye”, recmedin, asın! Asın ki aklı başına gelsin… Ne için? Memleket kaosa gidiyor, daha fazla linçler olmasın, kan akmasın dediği için! Ah, şu Türkler bir kahrolsalar, bu zevât ne kadar memnun olur ve kolbastı oynarlar yâhu… Mehmet Kerem Doksat – Nişantaşı – 16 Ekim 2006 Pazartesi