HASTALIKLARI BİZ Mİ YARATIYORUZ?

M. Kerem Doksat      23 Kasım 2008 Pazar      4787

GİRİŞ

Beynelmi lel ilâç endüstrisinin etkisiyle ve etik olmayan yâhut etikliği tartışılır yöntemlerle birtakım hastalıkları pompaladığı, hâttâ yarattığı, yâni uydurttuğu epeydir gündemde olan bir konu.

Hayâlet yazarlar (hiç okumadığı yazıya ücreti mukabili imza atarak prestij kazandıran), sahtekâr yazarlar (birtakım yöntem ve istatistik oyunlarıyla, istenen sonucu gerçekmiş gibi yutturan yazarlar) maâlesef var ve mevcut. Bunları da iki alt gruba ayırabiliriz: 1) Ücreti(!) mukabili filânca firmanın ilâcını göklere çıkaranlar; 2) Ücreti(!) mukabili falanca firmanın ilâcını yerin dibine batıranlar.

Tıp tabii ki sürekli olarak ilerliyor, yeni paradigmalar eskileri çöpe attırıyor ama insan türünün, bilimsel ismiyle Homo sapiens sapiens'in biyolojik evrimi son 30 senede çok hızlanmamışsa, bu işte bir karışıklık var!

Hazindir ki, bunlardan dolayı kurunun yanında yaş da yanabiliyor.

Belki de konuyu "abartılmış", "yaratılmış" ve "tam aksine göz ardı edilen" hastalıklar olarak iki ana başlıkta tetkik edebiliriz:

ABARTILMIŞ HASTALIKLAR

Buna en iyi örnek hipertansiyondur. Ben tıbbiyede talebeyken (18 yaş ve sonrası) 145/95 mm Hg kan basıncı için "hudutta denir ve iyi takip, tuz kısıtlaması, kafaya her şeyi takmama filân tavsiye edilirdi (nasıl olacaksa). Şimdi yaşım 51, hipertansiyonun târifi "120/80 mg Hg'nin üstündeki kan basıncı olmuş durumda! Hemen her gün bir yenisinin piyasaya sürüldüğü, çok farklı mekanizmalarla kan basıncını düşüren ilâçlar, bunları araştırıp geliştiren firmaların muazzam kazançları dikkate alındığında, ortada ne kadar bilim, ne kadar film oynadığını anlamakta inanın ben de zorluk çekiyorum; samimi kardiyologlar da.

Kan yağlarıyla ilgili olarak da aynı şeyleri rahatlıkla söyleyebilirim. Böyle giderse, kanı yağsız bir türe evrimleşeceğiz, tabii ki böyle olamayacağına göre, birtakım tedaviler elimizde patlayacak! Meselâ son senelerde statinlerin kan yağını düşürmekten tutun da, Alzheimer hastalığına, hâttâ psikiyatrik depresyona iyi geldiğine dâir dünya kadar neşriyat birikti. Hâlbuki fazla değil, on sene öncesinde tam aksini iddia eden, yâni kolesterolün fazla düşürülmesinin depresyona, hâttâ intihara yol açtığını söyleyen yayınlar var. Yakınlarda ağzına silâhı dayayıp intihar eden ünlü bir eski bankerin kan yağlarını düşürtmek için çok ilâç aldığını bana anlatan dostum geliyor aklıma.

Romatizmal hastalıkların bâzı çok spesifik olanları hâricinde, çoğunu bu gruba sokabiliriz. Meselâ eskiden "yumuşak doku romatizması denen şeyin şimdiki alt grubu olan fibromiyalji! Parmağınızı târif edilmiş 11 noktaya bastırdığınızda, 8'inde hasta ciyaklıyorsa teşhisiniz hazır! Tedavi ise bir muamma: Fizik tedaviciler, romatologlar, psikiyatrlar, nörologlar, algologlar. Hastalar paylaşılamıyor.

Stres ve tükenmişlik sendromu: Hans Selye'nin stres kavramını tıbba sokmasından beri, bu büyülü kelime âdeta bir teşhis kategorisine terfi etti. Aslında Türkçesi "zorlanma". Homeostazisi (ultrastabiliteyi, dinamik dengeler üstü denge durumunu) değiştirecek her türlü etkinin yarattığı hâl değişikliğine stres denir. Bu hâl değişikliği adaptif, sorun giderici ve hayırlı ise, buna östres (iyi zorlanma), maladaptif, soruna yol açıcı ve hayırsızsa distres (kötü zorlanma) denir. Meselâ bu yazıyı yazarken belli bir zorlanma içerisindeyim çünkü beynimi çalıştırıyorum, düzgün bir şey çıksın diye özen gösteriyorum ama bu bana keyif de veriyor ve bittiğinde memnuniyet duyacağım. Belki ergonomi önem taşıyor; ara sıra bilgisayarın başından kalkıp başka bir şeylerle uğraşmak, ıhlamur içmek gibi stres azaltıcı şeyler yapabilirim. Eğer stresör (zorlayıcı) şiddetli, uzun süreli ve homeostazisi aşırı derecede zorlayıcı ise, önce bir alârm reaksiyonu verilir; sorun bu dönemde çözülemezse, akabinde direnç safhasına geçilir. Bu yıpratıcı bir süreçtir ve kendini ruhsal ve bedensel pek çok şeyle belli eder. Eğer distres gâlip gelip, organizmanın homeostazisi kırılırsa, alt düzeyde yeni ve istenmeyen bir seviyeye düşerse, buna da tükenme (burn out) hâli adı verilir.

Bu tükenme sendromu depresyon ve anksiyete hastalıklarına benzer belirtiler verirse de, iyi bir muayeneyle ayırıcı tanı yapılabilir ve sâdece bâzı gevşeme teknikleri, kısa süreli psikoterapilerle üstesinden gelinebilir. Yok, eğer bir psikiyatrik hastalık başlamışsa, o zaman da tıbbî müdahale yapılır.

Bakıyoruz sanki stres bir teşhis, burn out da bir hastalıkmış gibi muazzam bir endüstri almış başını gidiyor. Stres topları, stres terlikleri, stres tabletleri, stres losyonları, stres anti-aging hapları - aşıları - kürleri - türleri, NLP, Feng Shui, Shui Bui, Hai Hui. almış başını gidiyor. Medyumlar, falcılar filân da çok nemalanıyorlar tabii!

Baş ağrısı da bir sektör oldu çıktı! Bugün baş ağrısı ile primer olarak nörologlar ve algologlar ilgileniyorlar. Her geçen gün yeni bir baş ağrısı tipi fark ediliyor, her yeni ilâç da eskilerine fark atıyor.

YARATILMIŞ HASTALIKLAR

Bir örnek verip geçeceğim.

Metabolik sendrom: Efendim, her geçen gün daralan ölçülerle, eğer ensülin direnciniz (ensülinin dokulara girememesi) + pre- veya âşikâr diyabetiniz + hipertansiyonunuz + HDL azalmanız + trigliserit yükselmeniz + kadınsanız 88, erkekseniz 102 cm'yi aşkın göbeğiniz varsa, siz bir metabolik sendromlusunuz.

İngilizce'de güzel bir deyiş vardır: Old wine in new bottles (eski şarabı yeni şişelerde sunmak). Bir metabolik sendromlu olarak, önceleri "X sendromu", "Reaven sendromu, "CHAOS" gibi isimlerle pazarlanan bu tablonun daha nereye çevrileceğini tecessüsle takip ediyorum.

GÖZ ARDI EDİLEN HASTALIKLAR

Esas işi farmakologluk olan, yâni preklinikçi bir profesör çıkıp "kıpırdak bacak sendromu diye alay ederek, dünyada milyonlarca kişinin ıstırap çektiği huzursuz bacak sendromunu "yok" ilân ediyor. Bir yandan da bu kişi baş ağrısı polikliniği yapıyor!

Bir sosyal psikolog "psikiyatri yoktur" diyor! Dahası, yasal açıdan suç olmasına rağmen, kendi açtığı sözüm ona danışma merkezinde psikiyatrik hasta tedavi ediyor.

Bir başka mânevî şifâcı üçkâğıtçı yüz milyonlarca çocuğun hayatını karartan ve ileride iş, güç, statü ve ruh sağlığı kaybına yol açan Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Hastalığı'nın olmadığını, çocuklarımıza kokain vererek onları öldürdüğümüzü söyleyebiliyor.

Bir yandan depresyon, şizofreni, manik depresyon (bipolar bozukluk) gibi gâyet sâhici hastalıklar varken, bir grup marjinal kişi bunların olmadığını iddia edebiliyor.

SONUÇ

Tıbbın günümüzdeki durumu deveninki gibi. Neresi düzgün!

İyi de, şu dünyanın kaosundan bizim durumumuzun farkı ne ki?

Öte yandan da, giderek daha etik, iyi klinik uygulamaya yönelik, aklıselîm ile bezenmiş güzel uygulamalar gündeme geliyor.

Hukukta bir deyim vardır: "Sûi misâl, emsâl teşkil etmez"; yâni kötü örnek, örnek oluşturmaz.

Ben, ne olursa olsun, insanın ve bütün canlıların, dünyamızın daha sağlıklı, huzurlu ve mutluluk verici hâle geleceğine inanmak istiyorum.

Mehmet Kerem Doksat - İstinye - 23 Kasım 2008 Pazar

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©