HEMEN HERKES ALDATIR

M. Kerem Doksat      19 Mart 2015 Perşembe      4249



Sevgili Mekâncılar,

Bu başlık kimselere garip gelmesin ama gördüm, yaşadım…

Meslek hayatımda aldatma ve aldatılma konusunda o kadar çok örnek gördüm ki!

Tabii ki isim ve kimlik vermeyerek, bâzı örnekler paylaşmak istiyorum.

 

1. Bir kadın düşünün, mesleğinde çok yükselmiş ve hemen herkes kendisini tanıyor. Hayatının aşkını yaşadığını düşünmüş senelerce ve pek de mutlu yaşamış.


Çok tanınmış, sevilmiş, şan şöhret sahibi olmuş. Sonra da biraz dinlenmeye karar vermiş ve evinde istirahate çekilmiş ama her an yeni bir çıkış yapabilir.

Her şey iyi hoş giderken bir öğreniyor ki, kocası kalkıp sekreteriyle ilişkiye girmiş, yatıp kalkmaya başlamış.

Tabii ki hemen boşanmış; tek kızını kendi başına yetiştirmekte ve kendini Kur’ân okumaya vermiş ama öyle tesettürlü filan değil. Sımsıkı sarılıyor size görüştüğünüzde ve hayatından memnun.

Yeni projelere açık…

 

2. Senelerdir karı-koca yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, entellektüel ve tipik “Beyaz Türk” iki çift. Her yere beraber gidiyorlar. Gustoları âlâ, bohem takılıyor, keyif için yaşıyorlar.

Gelir düzeyleri çok iyi ama genellikle yırtık Jean giyiyor, bir resepsiyona veya partiye giderken de en şık smokinlerini, süper minilerini giyiyor, takıp takıştırıyorlar. Her şeyleri marka; çakma bir şey kullanmıyorlar.

En sevdikleri hobilerin başında klasik müzik ve caz dinlemek, bu arada da sıcak şarap ve esrar içmek…

Zamanla bu dostluk öylesine girift bir hâl alıyor ve sınırlar da o kadar karışıyor ki, bu aileler arası muhabbette önceleri çaktırmadan her iki taraf da, diğerinin eşinden hoşlanmaya başlıyor ve birkaç ay zarfında da –sözüm ona gizli olarak– kendilerini yek diğerinin karısıyla ve kocasıyla yatarken buluyorlar.

Bundan sonrası adeta bir vodvil çünkü aynı sitedeki komşu dairelerde ikamet ediyorlar ve kimim eli, kimin cebinde karışır hâl alıyor. Bir gün birisinin evinde bir çift, öbür gün diğerininkinde diğer çift kendilerini şehvetin kucağına atıyorlar.

Her şey öylesine heyecanlı ve doğal ki, işlerin karmakarışık bir hâl alacağını hiç düşünemiyorlar.

Bir gece gene bir “in mekândan” dönerken kafalar hem şarabın hem de esrarın etkisiyle bulutlanıyor ve dördü aynı yatağa atıyorlar kendilerini.

Yeyip içtikleri sebebiyle bilinç bulanıklığı da oluyor (black-out) sabah uyandıklarında ağızları kupkuru, dilleri paslı ve hepsi aynı çarşafa uzanmışlar sere serpe.

Kocalardan biri uzun kıvırcık saçlarını karıştırıyor, “abi, biz n’aptık yaaaa” diyor içinden. Kalkıp öbürlerine kahve yapıyor ve kahvaltı masasını da hazırlamayı ihmal etmiyor.


Neyse, kaşına kaşına ve aptallaşmış vaziyette kalkanlar hemencecik bir şeyler giyiyorlar üzerilerine ve sıkı birer soğuk duş alıyorlar. Dişler yıkanıyor, oturup başlıyorlar muhabbete.

Mevzu belli tabii ki, oturup tartışmaya başlıyorlar hâl-i pürmelallerine ne olacağını…

En iyisi böyle devam etmemek, bir duyan olursa n’aparız abi yaaa” oluyorlar. Henüz çocukları da yok, maazallah zürriyeti de karışabilir olacakların. En iyisi bir terapistten yardım almak diye düşünüyorlar ve müracaat ediyorlar. Terapist tıp kökenli olduğu için öncelikle full-check up ve gerekli psikolojik testleri yaptırıyor. İki erkeğin de karaciğerleri epey bozulmuş, kadınlar ise hem alkolün hem de sigaranın etkisiyle göçmüşler. Otuzlu yaşlardalar ama kırklı gibi durmaktalar. Hepsinde de ciddi depresyon, kaygı ve benzeri bulgular mevcut. Esrarı ve şarabı aşırı kullananda ise tipik Panik Atakları zuhur etmiş.

Derhal ilaçlar ve psikoterapiye başlanıyor. Terapistin ilk tavsiyesi evlerini ayırmaları ve bir süre için görüşmeyi kesmeleri oluyor. Buraya kadar her şey iyiyken, esas sorunlar başlıyor çünkü alıştıkları hayat tarzını özlemeye başlıyorlar. Telefonlaşmalar, what’s uplar, e-mailler ve diğer şeyler boy gösteriyor. Terapistin söylediklerini uygularmış gibi yapıp, çaktırmadan eski hayatlarına rücu ediyorlar. Terapisti de kandırıp, gizliyorlar ama boyunlardaki ısırık çürüklerine, bacaklardaki morluklara, gözlerin etrafındaki halkalara baktıkça, hiçbir şeyin değişmediğini anlıyor hekim.

Toplanıyorlar muayenehanede ve terapist de “siz ne düşünüyorsunuz” diye soruyor. Bu arada, bir tanesinde de papilloma virüsü (HPV) çıkıyor! Diğerlerinde yok… Demek ki başka yerlerde de saadet aramış. Eh, bulaşır da bu meret.

Kem küm, gak guk” derken, “biz kendi aramızda bir anlaşalım, şunu bir tedavi ettirelim, sizi sonra arayalım” diyorlar verra kadem basıyorlar. Bir daha haber alınamıyor. Belli ki eski tas, eski hamam devam ediyorlar muhabbete…

 

3. Pornocu bir adam vardı. Aslında işi gücü yerinde ama hobisi porno filmlerinde oynamaktı! Temelde sosyopat (şiddetli antisosyal) olduğu için, bunu çok kolay akla uygun hale getiriyor (rasyonalizasyon) ve hem para kazanıyor hem de ailesine tatlı hayat yaşatıyordu. Her şeyi de ona bülbül gibi anlatıyor. Karısı bir süre sonra ağır depresyona girince, soluğu ruh hekiminde alıyorlar.

 

Terapistin ilk tavsiyesi adama cinsel gücü azaltıcı bir Duygudurum Dengeleyicisi ve düşük doz Nöroleptik, karısına ise Antidepresan vermek oluyor. Psikoterapiye başlıyorlar. Bir yandan da, adama en kısa zamanda porno işini bırakmasını tavsiye ediyor. Çünkü piyasada tutulan bir aktör ve tezgâh altından satılan DVD’leri, VCD’leri piyasada dolaşmaya başlamış.

Evde de delikanlılık (ergenlik) çağında iki pırlanta gibi çocuk var. Anne ikide bir sinir krizleri geçirip kendini büyücülere, medyumlara atıyor. Terapist kesmiyor hani. Korkuyor çünkü “ya bunları bizim çocuklar görürse” diye… Hele bir yaşam koçu "hayatınızı yaşayın, siz de oynayın filmlerde" deyince dehşete düşüp kaçıyor!

Hiç psikopat lâf dinler mi?

Alışmış kudurmuştan beterdir” derler. İlaçlarını tez elden kesiyor ve piyasaya tekrar dalıyor, hem de bilenmiş olarak.

Korkulan oluyor ve çocuklar (biri 17 yaşında erkek, diğeri 18 yaşında kız) bunları ele geçiriyorlar.

Zaten evin her tarafında pornografik materyal ve donlar, yapay organlar dolu (sözüm ona gizlenmiş).

Her ikisinde de Antisosyal-Sınırda Kişilik Bozukluğu özellikleri yoğun olarak gelişmiş.

Kız hemencecik bileklerini kesiyor, oğlan ise gay barlara müdavim oluyor.

Babanın umurunda değil ama anne çok ağır bir Travma Sonrası Stres Bozukluğu vakası halini alıyor.

İlaçlar tamam da, terapinin sürdürülebilmesi için, ruh hekimi adamı çağırıyor.

Adam tam bir acting out ile öfkeleniyor ve “siz beni engelleyemezsiniz, leke çalarım” diye tehdit ediyor.

Hiçbir antisosyalle aşık atılmaz” düsturunu hatırlayan terapist geri adım atıyor ama “bari çoluk çocuğunuz tedaviye devam etsinler, bir dahaki sefere kızınızı kaybedebiliriz” diyor (buradaki empati dolu yaklaşıma dikkat ediniz: "Kaybedebilirsiniz" değil, "kaybedebiliriz" denmiş ki, bence çok doğru. Hekim köprü uzatıyor aslında).

Adam gülüp geçiyor ve “onlar kendi yollarını bulurlar ama istedikleri kadar gelebilirler tabii” diyor. Sonra da bombayı patlatıyor: “Benden zırnık koparamazlar, paraları olduğu sürece gelebilirler, sorun yok”.

Gene de iki sene kadar bulup buluşturup terapiste devam ediyor, ilâçlarını kullanıyorlar. Kız da, oğlan da babalarını her anlamda inkâr ediyor ve bir daha asla görüşmüyorlar. Annelerini de kendi hânelerine alıp, orada yaşamaya devam ediyorlar… Zamanla oğlan gay bar işletmecisi oluyor, kız ise iyi bir evlilik yapıp kendini kurtarıyor.

 

3. Pornocu bir başkası. Bu ise orta yaşlı, altında son model lüks arabası olan, saygın bir iş adamı… Önceki karısı kendisinden “bu adam gay mi ne” diye ayrılmış, terapiste de azıcık asılmış bu arada. Tabii ki hekim bu tongaya düşmemiş ama bu femme fatale (meş’um kadın) onu da ürkütmüş. 


Terapist, itibarını kaybetmek istenmiyor ve kadının usulünce uzaklaşmasını sağlıyor. Adamın derdi başka… Evinde 8000’den fazla porno kaseti var ve en büyük keyfi bunları seyredip mastürbasyon yapmak. Yani bir Onanizm Vakası (patolojik mastürbatörlük) aslında!

Terapiye devam ederken yanında birkaç yeni gelin adayıyla gelip tanıştırıyor. Garsoniyerinde ki porno videolarını onlara da mı göstermesinin uygun olacağını sorunca terapist dayanamayıp gülümsüyor ve “aman ha, sonra o da terk eder” diyor.

Cevap ürkütücü geliyor: “Bari siz gelin de beraber seyredelim birkaçını, hem paylaşırız da”…

Buradaki aşikâr homoseksüel temayı fark eden terapist nazikçe refüze ediyor ve “etik olmaz” diyor. Çok terbiyeli ve efendi olan adam bunu saygıyla karşılıyor. Dinamik psikoterapiye başlanıyor ama Rorschach ve MMPI testlerinde de aşikâr homoseksüel özellikler ve muhtemelen küçük yaştaki bir cinsel taciz öyküsüne dikkat çekiliyor.

Bunlar üzerinde çalışılırken, adam bir sene sonunda ortadan kayboluyor!

 

4. Gayrimüslim bir karı koca, kadının histerik fenalaşmaları için geliyorlar. Adamın büyük bir AVM’de çok iş yapan bir dükkânı mevcut ve evin gelir kaynağı da o. Kadın birkaç ay sonra itiraf ediyor ki, en yakın aile dostlarından birisinin kocasıyla uzun zamandır ilişkisi varmış. Yatıp kalkıyorlarmış hani. aşk değil, de, tutkuymuş!

Terapist zaten kokuyu almış ve bunun sürdürülmesinin güçlüğünden bahsediyor, kesmesini tavsiye ediyor. Kadın “tamam” diyor ama hiç oralı değil ve zurnanın zırt dediği an geliyor: Adam, karşı dükkândaki tezgâhtar kızla bir gecelik bir macera yaşıyor!

Vay ki vay!

Terör başlıyor, kadın adama saldırıyor, çimdikliyor, ısırıyor, vuruyor.

Terapist "tamam, artık bir bir berabersiniz, neden bu kadar öfke" deyince, "benim en doğal hakkım çünkü kocam bana sevgi veremiyor ama ben ona, cinsellik de dâhil, her şeyin en güzelini verebiliyorum. Ben yapabilirim ama o asla" cevabını alıyor. Tam Histriyonik ve Narsisist bir tablo yâni. Terapist bu işlerde mütekabiliyet güdülmesinin doğru olmayacağını ve artık buna bir son vermesini tavsiye ediyor.

Kadın oralı olmuyor ve hem aldatmaya devam ediyor, hem de her gün olay çıkartıyor. Bir süre sonra sol memesinden Meme Kanseri kuşkusuyla biyopsi yapılınca çok korkuyor ve derhâl kocasını yüceltip, ona sarılıyor (ilkel değersizleştirmeden aşırı yüceltmeye geçiş: splitting) ama sonuç Basit Fibrokist olarak gelince de artık geri dönemiyor (memede bir çökkünlük kalıyor). Yani sâdık ve iyi kadın rolünü bırakamıyor. Bunda, "artık memenin güzelliği gitti" diyerek kendisini terk eden tutkulu sevgilisinin de rolü oluyor tabii.

 

5. Gece kulüplerinde ve türkü barlarda şarkı söyleyen 30 yaşlarında, balık etli, biraz erkeksi, güzelce bir kadın. İlkokul mezunu ama kendisini çok yetiştirmiş. Menajeri de kadın ve aşk yaşamaktalar. Her ne kadar menajeri tam bir lezbiyense de, kendisi biseksüel ve gelen tekliflerden sonra dayanamayarak, bir erkekle beraber oluyor.

Lezbiyen aşkları çok sâdıkane olur ve sevgilisi / menajeri buna hiç tahammül edemiyor, kavgalar başlıyor. Gittikleri erkek terapistten de kıskanıyor bir süre sonra. Paranoidleşiyor ve terapistinde sevgilisine sarkacağını düşünmeye başlıyor. Bu arada yapılan psikolojik testlerde ve değerlendirmede, menajerinde tipik Sınırda Kişilik Bozukluğu tablosu olduğu netlik kazanıyor. Bir süre sonra ilaç içerek ve tehdit mektubu bırakarak, göstermelik bir intihar girişiminde bulunuyor. Terapist kendisini ayrı bir seansta alıyor ve eğer bir memnuniyetsizliği söz konusuysa, başka bir arkadaşını tavsiye edebileceğini söylüyor. Hattâ bunun bir kadın terapist olabileceğini vurguluyor. Menajer off-sight'ta kalıyor âdeta! "Yok, sizden memnunuz" diye mırın kırın ediyor ama bir şeyin de farkına varıyor ki, bu gidişin sonunda, şarkıcı sevgilisi heteroseksüel ilişkileri tercih edecek. Bir süre sonra onu da alıp ortadan kayboluyor. Daha sonra şarkıcı bir kere uğruyor; ayrıldıklarını ve gazinoda tanıştığı zengin ve evli bir adama âşık olup, onunla yaşamaya başladığının, artık mutlu olduğunun "müjdesini" veriyor.

 

6. Orta yaşlarda yakışıklı, hafif efemine bir erkek. İş adamı. Güzel bir karısı ve yakışıklı, 12 yaşında bir de oğlu var. Gecikmeli olarak da olsa, senelerdir bastırdığı homoseksüel dürtüleri nihayet patlıyor ve durumu karısına da açıyor. Eğilimleri galebe çalıyor ve bir erkek sevgili ediniyor. Kadın tahammül ediyor, oğlandan gizlemeye gayret ediyor. Bir ruh hekimine gidiyorlar. Hekim adamın geri dönüşü olmayan yolda olduğunu fark ediyor ve homoseksüalitenin tedavisi olmadığını, belki de boşanmalarının daha hayırlı olabileceğini söyleyerek, daha ziyâde kadının depresyonu ve ilişkideki saygının yıpranmaması için çaba gösteriyor. Gay aşklarında çok sık eş değiştirme, "one night standler" pek tipiktir. Adam bir süre sonra Beyoğlu barlarının müdavimi hâline geliyor ve hemen her gece eve başkasını getirir oluyor. Bu arada ayrı dairelere de taşınıyorlar zaten. Bir sabah acı haber geliyor: Evine aldığı bir psikopat hem parasını çalmış, hem de karnından bıçaklayıp öldürmüş.

Kadın perişan oluyor ve vatandaşlık müracaatı da yaparak Avustralya'ya göçüyor ama sık sık Türkiye'ye de geliyor, bütün eşi dostu, akrabaları burada çünkü. Onların büyük desteğini ve sevgisini buluyor. Bir süre sonra, iki gözü iki çeşme terapistten randevu alıp oğlanı getiriyor. Oğlan da gay olmuş ve sevgilisiyle oynaşırlarken odasında yakalamış' Terapist bu işin hem evrimsel, hem genetik hem de yetiştirilme -özdeşim, model alma yönleri olduğunu söyleyerek kadına moral vermeye çalışıyor. 14 yaşına gelmiş ve epey de serpilmiş delikanlıda ise hiç egodistonik bir tablo olmadığı dikkatini çekiyor. H+alinden memnun ama "babam gibi olmayacağım, sevgilimle dürüst bir yaşam sürdüreceğim" diyor. Kanada-Türkiye arasında gidip gelen ve bir baba otoritesi de kalmayan delikanlının en azından o seviyeyi koruması ümidini paylaşıyorlar. Halâ da zaman zaman hekime uğrayıp, minimal temas terapisi şeklinde durum bildirmekte ve moral almaktalar. Kadın bir daha hiç evlenmiyor ama bir süre sonra Avustralyalı dul bir adamla yaşamaya başlayınca, oğlan da ona "baba" gözüyle bakmaya başlayıp, Hıristiyanlığa da geçiyor.

 

7. Üst sosyoekonomik sınıftan, 45-46 yaşlarında ama pek güzel ve alımlı bir kadın. Kocası tanınmış bir iş adamı ve birtakım sosyal kulüplerin de üyesi. Evlerinde sık sık partiler veriyorlar, benzerlerine de icabet ediyorlar. Zevkli ve hareketli bir sosyal hayatları var.  Şık bir villada oturuyorlar ve maddî durumları da çok âlâ. Bir gece kadın epey içiyor tam bir acting out içerisinde, en yakın ahbaplarının kocasının üzerine atlıyor; hem de çırılçıplak soyunmuş vaziyette! Adam baştan çıkmamak için epey gayret sarf ediyor ve acilen terapistlik de yapan bir ruh hekimine müracaat ediyorlar. Mağdure durumundaki arkadaşının karısı ısrarla önden girip durumu yarım saat anlatıyor. Terapistin uyarılarını Obsesif yapısı sebebiyle dikkate almıyor ve her bir şeyi anlatayım diye çabalarken, randevunun yarısını aşıyorlar. Terapistin nazikçe hatırlatması üzerine, esas kahramanımız içeri giriyor. Gayet hoş, minisini giymiş, belirgin Histriyonik ve Narsisist özellikleri olan, sarışın mavi gözlü cazibeli bir kadın. "Neden beni bu kadar beklettiniz, bari arkadaşımla devam etseydiniz" diye ta en baştan negatif karşı aktarımı sergiliyor. Terapistin "hiç mühim değil hanımefendi, sizin konunuz üzerinde de çalışmamız için yeterince vaktimiz var" demesi pek işe yaramıyor. Tabii ki olay bir skandal ve küçük çapta medyaya da yansıması söz konusu olmuş. Allah'tan kocası pek nüfuslu bir adam da, araya adamlar sokarak işi örtbas ediyor. Kadın sadece iki kere geliyor ama niyeti değişmek değil, kocasını ise hiç değiştirmeye niyeti yok. "Oldu bir kere, adam olsaydı da beni tatmin etseydi; her şey para ve muhit değildir Doktor Bey" diyor. "Tabii ki, haklısınız, gene de sosyal konumunuz ve iki çocuğunuz açısından bu işi biraz deşelim, Çiftler veya Aile Terapisi konsepti içerisinde ilerleyelim ki siz de saadetinizi bozmayın" gibi yaklaşımlara kadın hiç yaklaşmıyor. İşin ilginci, kocası hiç gelmiyor ve evinde viskisine sarılmış, muhitinde pek de sevilen bir adam olduğu + zenginliğinden dolayı pek çok da "yalakası" olduğu için, kendi başının çaresine bakıyor. Sonradan kayboluyorlar.

 

8. Ağır ceza davalarına bakan tanınmış bir Avukat, çok da geniş bir muhiti var. Kendisi Gayrimüslim, karısı Müslüman ama gayet modern fakat muhafazakâr da bir hayatları var. Adam cemiyet toplantıları, davalar, iş gezileri içerisinde boğulurken, gönlünü sarışın ve hoş bir başka hanımefendiye kaptırıyor ve beraber yaşamaya başlıyorlar; aralarında da 20 yaş fark var ama Beyefendi çakı gibi!


Sembolik olarak bu kişiyi koydum, belki tanısınız...

Kadın da haza bir hanımefendi ve ister istemez düştüğü "kapatma" hâlinden çok sıkılıyor. Hâlbuki adam evini çoktan terk emiş ve her yere de "eşim" diye kendisiyle gitmekte. Yasalar o dönem elvermediği için bir türlü boşanamıyorlar; eh, adamın karısı da "ne koparsam kârdır" öfkesi içerisinde, boşanmaya muhalefet ediyor. Sarışın güzel hanımefendide aniden kendini kaybedip otobüs veya tren garlarında kendine gelme şeklinde Dissosiyatif Füg tablosu baş gösteriyor, Bir yandan da belirgin Depresyonu olduğu dikkati çekiyor. Ruh hekimi hem antidepresan, hem de hipnoterapi ile kadını toparlıyor ve seanslar üç sene sürüyor. Ne zaman ki adam boşanıp, derhâl nikâhı bastırıyor, ortalık yatışıyor -mu dersiniz? Asla. Bu sefer dekadında Travma Sonrası Stres Bozukluğu Tablosu baş gösteriyor. Eski eş "kinini yerde bırakmayanlardan" ve ikide bir arayıp taciz ediyor. Neyse, 1 sene de bunun tedavisi sürüyor. Bu arada Avukat Bey de nüfuzunu kullanıp, yarı tehdit yarı "sus parası" ile eski eşi devreden çıkarınca nihayet toparlanıyorlar. Aynı muhitlerde oldukları hekimleriyle de artık resepsiyonlarda veya davetlerde dostane şekilde görüşür hâle geliyorlar...

 

9. Genç bir öğretim üyesi. Aynı zamanda Bipolar Bozukluğu var ve ne zaman Maniye girse âşık oluyor, ne vakit Depresyona girse de alkole sığınıyor. Birkaç kere intiharın eşiğinden dönüyor. Allah'tan çok içgörülü de, uzak diyarlarda yaşamasına rağmen hem ilâçlarını hiç aksatmıyor, hem de terapilerine düzenli geliyor. Fakülteden de çok asılan çıkıyor çünkü genç ve yakışıklı bir adam ama o asla öğrencilerine bakmıyor. Daha ziyade komşularının bekâr bir kızı var, ona sarıyor. Arada kaçamağı da oluyor ama hiç yakalanmıyor. Hâlen tedavisine devam etmekte ve durumu stabil. 


11. Hayatımda duyduğum en trajikomik aldatma hikâyesi merhum bir hocamdan... Adam tescilli çapkın. Fahişeydi, iş görüşmesine gelen kadınlardı, iş yerindeki tanıştığı kadınlardı, barda takıldığı haspalar... Hiç fark etmeden anlaşmalı olduğu delüks otele atıyor, işini bitirince de çaktırmadan işine gücüne dönüyor. Karısı işkillenmiyor mu, tabii ki çok da... İspat edemiyor. Hafiye tutuyor, peşine adam takıyor, telefon kayıtlarını inceliyor ama mümkünatı yok, asla yakalayamıyor.

Neyse, kahramanımız gene bir hatunu otele kapatıyor. Gelsin şampanyalar, meyve tabakları, havyar ve dalıyor âleme. Saat öğlen civarı ve tam da işlerin yoğun olduğu zaman ama büroyu ayarlamış. Standart 1 saatlik kaçamaklarından birisini yapıp dönecek. Çok da sevilen, gırgır, şeytan tüyü olan, yakışıklı olmayan ama ağzından bal akan orta yaşlı iş adamı.

Neyse, tam işi şâhikasındayken, nihayet pundunu bulup da kocasını basmaya gelen karısı, otelin ön kapısından girdiği gibi, adamın kaldığı odayı da bellboy'dan rüşvetle öğrenip dayanıyor kapıya! "Güm güm güm"! Adam şaşkın bir şekilde kapıyı açıyor (mal mülk ortada, içeride de kadın var, çırılçıplak. Tam cürmümeşhut hani). "Senin canına okuyacağım pezevenk, aşşağılık heriiiif" nidaları başlarken kocası inanılmaz bir manevra yapıyor. Resepsiyonu arıyor ve "burada tanımadığım bir deli var, odamı bası, sizi de dava edeceğim" diye bağırıp, karısında da "sen kimsin be meczup sapık, git başkasına çat. Tanımıyorum seni" diye basıyor fırçayı. Kadıncağız aptallaşıyor ve personel tarafından da derhâl uzaklaştırılıyor. Adam, odasına gelen müdüre kalayı basıyor ve bir yandan da Süpermen edasıyla giyiniyor. Şimşek gibi bir süratle arka kapıdan çıkıp,bürosuna gidip, ayaklarını da masaya koyuyor. Kıyafeti de değişik tabii ve sakin saki önündeki evrakı tetkik etmeye başlıyor. 3 dakika sonra karısı arzı-endam ediyor ve hışımla dalıyor. Adam gayet  sakince "hayrola hanım, gene seni Şeytan mı dürttü de bu saatte geldin. İşimiz gücümüz var" diyor.

Karısı öylece kalıyor, "kem küm" edecekken hemen sekreterler ve personel çay kahve ikramında bulunup, sabahtan beri nasıl arı gibi çalıştıklarını anlatıyorlar. Kadın öylece oturup, yarım saat sonra da evine dönüyor ve bir daha da asla hiçbir şey sorgulamıyor.

 

Merhum Süha Özgerni, tabii ki bu kişi değil ama sanırım cuk oturuyor.

10 . Bunlar öylesine aklıma gelenler. Aslında sanat, cemiyet ve şov âlemlerinden öyle kişiler tanıdım ki, aldatmak onlar için bir hobi âdeta. Peki hiç aldatmayan yok mu? Tabii ki var. Bunlar genellikle eski Cumhuriyet ve/veya Osmanlı terbiyesi almış, evlilikleri artık "tahammül" hâline dönüşmüş insanlar. Düşünün bir kişiyle 40 sene, 50 sene aynı yastığa baş koyuyorsunuz. Mümkün mü yıpranmamak?

 

11. Kim en azından başka birisine bakıp da iç geçirmez, göz banyosu yahut zinası yapmaz ki?

Hepimiz insanız. Ama samimi kanaatim o ki, nasıl ki (istisnalar daima hâriç) herkesin bir fiyatı vardı, sanırım herkesin de süngüsünün düşeceği zamanlar olabilir.

Böyle evliliklerin çoğu bir süre sonra birer hayat arkadaşlığı ve tahammül, hoşgörü birlikteliğine dönüyor.

Kalın sağlıcakla...

 

Sadakat dolu günlere...

Belki de en güzeli bu çünkü başka türlü olsa hayat çekilmez...

Mehmet Kerem Doksat - Tarabya - 23.03.2015

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©