M. Kerem Doksat | 20 Şubat 2022 Pazar | 2491 |
Sevgili Mekancılar,
Mustaf Kemal Atatürk'ün çocukluk ve gençlik dönemi özelliklerinden yola çıkarak, motivasyonlarının kaynağı olarak ileri sürülebilecek psikolojik analiziyle ilgili yazılmış olan eserlerden yapmış olduğum ufak bir özet ve değerlendirme aşağıdaki gibidir:
Mustafa, 1880/1881’in kışında soğuk bir günde Selânik’te dünyaya gelmiştir. O dönemde Selânik, 70-80 bin nüfuslu bir Osmanlı şehridir. Nüfusun %50’i Yahudiler, %25’ini Türkler, geri kalanı ise Rumlar, Slavlar ve Arnavutlardan oluşmaktaydı. Koca Kasım Paşa Mahallesi olarak bilinen bir semtte, şimdi bir müze olan 3 katlı pembe bir evde doğduğu kabul edilir.
***
Babası Ali Rıza Efendi, erkeklerinin okur yazar olduğu bir aileden gelmektedir. Ailenin Aydın-Söke kökenli olduğu bilinmektedir. Zübeyde Hanımın ailesi, Selanik’in batısından, Arnavutluk civarı bir bölgeden gelmiştir. O bölgeye, Osmanlılar tarafından Güneydoğu Anadolu’daki Toros dağlarından gelen Türkmenlerin yerleştirilmiş olduğu bilinmektedir. Zübeyde Hanım, Ali Rıza Bey ile 12-13 yaşlarındayken görücü usulüyle evlendirilmiş olup, aralarında 18 yaş fark vardır. Evlendiklerinde, Ali Rıza Bey’in ailesinin Selanik’teki evinde geniş aileyle birlikte yaşamışlardır.
***
Zübeyde Hanım, 14-15 yaşlarındayken «Fatma» isimli bir kız çocuk, bunu takip eden iki seneden sonra « Ahmet» ve üç sene sonra ise «Ömer» isimli erkek çocuklar dünyaya getirmiştir. Bu dönemde Ali Rıza Bey, Selânik’e 80 km uzaklıkta Paşa köprüsü denen bölgeye gümrük muhafaza memuru olarak atanmıştır. Selanik ile ulaşım ancak deniz ve karayolu üzerinden ve zor şartlarda gerçekleşebilmiştir. Bu dönemde, çocukları Fatma 3 yaşında iken vefat etmiş ve Zübeyde hanım matem sürecine girmiştir. Ali Rıza Bey ailesinden ayrı kalmamak için Zübeyde Hanım ve çocuklarını Paşaköprüsü'nde getirmiştir. Kırsal alanda ve çok izole olan bu bölgede çok elverişsiz şartlar altında yaşamışlardır. Dağlık bölgedeki eşkıyanın gasp tehditliyle burun buruna kalmışlar ve aynı sene içinde çocukları Ahmet ve Ömer de çocukluk çağında vefat etmiştir. Bunların üzerine, Ali Rıza Bey ve Zübeyde Hanım tekrar depresif bir yas dönemine girmiştir.
***
Ailevi trajedilerin ardından Ali Rıza Bey istifa etmiş ve kereste tüccarlığına başlamak suretiyle iyi bir kazanca ulaşmıştır. Selânik’e dönüp, 3 katlı pembe eve yerleşmişlerdir. Mustafa, dördüncü çocuk olarak bu evde dünyaya gelmiştir. Annesinin sütü yeterli gelmediği için bir süt annesi tutulmuştur. Mustafa, kendisini yeterli emziremeyen ve yas tutan bir anneyle büyümüştür. Eşinden sık sık uzakta yaşayan, eşinin karşılaştığı tehlikeler, Zübeyde Hanımı aynı zamanda endişeli bir anne haline getirmiştir. Bu dönem, Mustafa’nın ilk psikolojik engellenme dönemi olarak kabul edilebilir.
***
İlerleyen senelerde, Mustafa'nın kız kardeşleri; Makbule ve Naciye dünyaya gelmiştir. Kereste tüccarlığı yapan Ali Rıza Bey, bu uğurda sık sık dağdaki eşkıya ile başa çıkmak zorunda kalmış ve eve döndüğünde bu hatıralarını Mustafa’ya anlatmıştır. Bu durumda Mustafa’nın babasını büyük zorluklar karşısında ayakta durabilen cesur bir adam olarak idealleştirmiş olduğu kabul edilmektedir. İlerleyen zamanda eşkıya ormanı yakınca Ali Rıza Bey işsiz kalmıştır. Bu işinde ve sonradan giriştiği tuz ticareti işinde de başarısız olmuştur. Hayatının son 3 senesinde depresyona girip kendisini alkole vermiş, barsak tuberkülozu geçirmiştir.
***
Bu dönemde, Mustafa’nın gözünde «idealleştirilmiş»X«değersizleştirilmiş» ve bütünleşmemiş bir baba imgesinin oluştuğu düşünülebilir. Ali Rıza Bey, Mustafa 7-8 yaşlarındayken vefat etmiştir. Zübeyde Hanım o dönemde 30-31 yaşlarındadır. Sadece emekli maaşıyla ve zor şartlar altında yaşamaya devam etmişlerdir. Naciye isimli kızları 10 yaşlarında iken vefat etmiş olup, sadece Mustafa ve Makbule erişkinlik çağına gelebilmiştir.
***
Mustafa’nın evi, çocukluk çağı boyunca yas içinde bir ortam sergilemiştir. Endişeli ve yas tutan bir anneye sahip olmak, Mustafa’nın bilinçdışında; «annemin yasını ortadan kaldırabilir, onu kurtarabilir ve onarabilirsem, ondan daha iyi annelik görebilirim» şeklinde bilinçdışı bir «ölümsüzlük» duygu ve düşüncesinin yeşermesine zemin hazırlamıştır. Bu şekilde, annesinin yerini alan yeni Türkiye’yi kurtarmak /onarmak ana hedefinin oluştuğu düşünülebilir. O dönemdeki Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı, şehitlerin yasını tutan aileler yaratmışken, Mustafa’nın; yas tutan millet ile yas tutan annesi arasında psikolojik bir bağ kurmuş olduğu düşünülebilir. Bu manada, yas tutan ülke, yasta olan annesini temsil etmektedir.
***
Zübeyde Hanım açısından bakacak olursak; hayatta kalan tek oğluyla ilgili olarak birbiriyle çelişkili şu algıları mevcut olmuş olabilir: “Kader bu çocuğumu da elimden alacak, onunla çok yakın olmalıyım”. “Bu çocuk çok özel ve yaşayacak. Benim hayatımı aydınlatacak ve beni yasımdan kurtaracak.” İşte tam da bu iki algıyla yaşadığı anne-çocuk ilişkisinin sonucunda: Atatürk’ün; yaşadığı sıkıntılı olaylar sebebiyle, erken olgunlaşmış, zekasıyla ayakta durarak kendisine ve özel birisi olduğuna dair algısına güvenmeyi başarmış ve bu sayede, çocukluğundaki acizliğini-(annesinden duygusal bakım alamamasını) aşmayı bir uyum işlevi olarak yerine getirmiş olduğu yorumu yapılabilir.
***
Bu uğurda, Atatürk’ün koruyucu ve onarıcı fantezisini, ülkeyi onarmak, düşmanlardan kurtarmak, yobazca olan dini etkilerden kurtarmak yönünde geliştirmiş olduğu yorumlanabilir. Yas tutan, aşırı dindar ve sürekli kaygılı olan bir anneden özgürleşme arzusu, dâhi boyutunda zeki olduğu için, tarihi arenada vatanını özgürleştirmeye dönüşmüştür.
***
Atatürk’ün babasıyla ilgili ilk hatırası, annesi ve babası arasında yaşanan okul seçimi tartışmalarıdır. Annesi, dini eğitim veren geleneksel bir mahalle mektebine gitmesini ve hafız olmasını isterken, babası batılı ve laik çizgide eğitim veren bir okula gitmesini istemiştir. Dolayısıyla, babasıyla yaptığı özdeşim sonucunda, modern bir erkek kimliği geliştirmiştir. Babasının uzlaşmacı yaklaşımı sayesinde kısa bir süre mahalle mektebine devam ettikten hemen sonra, batılı çizgideki Şemsi Efendi mektebine kaydedilmiştir. Şemsi Efendi, Mustafa Kemal açısından, babasının ölümünü takiben, idealleştirilmiş baba imgesinin devamı olmuştur. Fanatik dincilerin zaman zaman Şemsi Efendi’nin okuluna baskın yapıp zarar vermeye çalışmaları, Ali Rıza Bey’in hayat öyküsüyle benzerlik göstermektedir. Bu nedenle de, idealleştirilmiş babayı Şemsi Bey’in kişiliğinde yaşatmış olduğu düşünülmektedir.
***
Babasının vefatından sonra yaşanan ekonomik sorunlar sebebiyle bir süre üvey dayısının çiftliğinda yaşadıktan sonra, Selaniğe geri gelerek tekrar mahalle mektebine girmiştir. Burada öğretmeniyle sorular yaşayarak mektebi terk etmiştir. Çocukluğu, “kendi kendine yeten özel, farklı ve diğerlerinden üstün bir çocuk olarak” tanımlanmaktadır. Yaşamış olduğu travma ve yoksunluklara bir savunma olarak; abartılı bir kendilik imgesi geliştirmiş olduğu düşünülmektedir. Çocukluğunda, az arkadaşı olduğu ve oyunlara fazla katılmadığı bilinmektedir.
***
Annesiyle ters düşerek, babasını yolundan gitmeyi ve 12 yaşında Selanik’teki Askeri Rüştiye’ye gitmeyi tercih etmiştir. Mustafa, 12 yaşında Askeri Okula girmiş, annesi ise ikinci evliliğini gerçekleştirmiştir. Mustafa’nın, Oedipal dönemde (3-5 yaş); babasının idealleştirilmiş yönüyle özdeşim yaparak, onarıcı/kurtarıcı bilinçdışı fantezisini geliştirmiş olması muhtemeldir. İdeal anne ve ideal baba imajlarını yan yana tutup, gençliğinde de kendisi için ideal baba ve anneyi simgeleyen kişileri araması kaçınılmaz olmuştur.
***
Daha sonra ise; değersiz baba ve boğucu kasvetli anne imajlarını birleştirerek, sevmediği hükümdar ve devlet adamları üzerinde bu kavramları dışsallaştırmış olduğu düşünülebilir. Mustafa, tam yas tutan, kaygılı ve dindar annesinin; kurtarıcısı/onarıcısı olma fantezileriyle, annesinin «bir numarası» olmayı arzularken, annesinin yeniden evlenmesiyle derinden sarsılmıştır. Bu sarsıntıdan «yapıcı bir narsisistik yapılanmayla» çıkmış olması ve ideal baba ve anne imajlarını kendi içine alarak, yeni Türkiye’yi oluşturmak için ideal «ata ve anayı» içselleştirmiş olduğu düşünülebilir.
***
Askerî Rüştiye ve ergenlik döneminin; okulunun «bir numarası» olmasını talep eden kendilik kavramını en net şekilde şekillendirdiği düşünülebilir. Yakışıklı, abartılı kendilik kavramı ve zekâsıyla, yaşıtlarından ve büyüklerinden üstün olma arzusuyla beraber, gerçek dünyayla sağlanan mükemmel uyum: “YAPICI NARSİSİSTİK KİŞİLİK ÖZELLİKLERİNİN YERLEŞMESİNE” YOL AÇMIŞTIR. Bu dönemde, matematik öğretmeninden «KEMAL» adını alarak, «kusursuz» bir kişi olmayı hedefleyerek askeri bir kariyer yolunda ilerlemiştir.
***
14 yaşında, Selanik’ten ayrılıp Manastır Askerî İdadisine yazılmıştır. Annesinin evliliğini seneler içinde annesinin de gayretleriyle zor kabul ettiği ifade edilmektedir. Bu dönemde Türk milliyetçiliğinin şairi olan Namık Kemal’in eserlerinden çok etkilenmiş olduğu bilinmektedir. 18 yaşında, Manastır’daki eğitimini tamamlayarak, Harbiye Mektebine girmek üzere İstanbul’a gitmiştir.
***
Buradaki eğitiminden sonra, Erkan-ı Harbiye Okuluna girerek, 1905 senesinde 24 yaşındayken mezun olmuştur. Bu dönemden itibaren memleketin kötü yönetildiğinin tam bilincine varmış ve psikolojik olarak sıkıntılı bir dönem geçirdikten sonra, «yapıcı ve onarıcı bir dâhi» olarak yeni Türkiye’nin inşa edilmesi hususunda; hem anamız hem de atamız olma idealiyle birlikte, mücadelesine ve kişisel yolculuğuna başlamıştır.
Mehmet Kerem Doksat, 20.02.2022