KÜRESELLEŞME, MATERYALİZM, BİREYSELLEŞME ve Sonrası…

M. Kerem Doksat      1 Mart 2015 Pazar      3533



Sevgili Mekâncılar,

Devrimizin belki de en büyük sıkıntısı Küreyelleşme (glokalizasyon) ve sıkıntı. Yani her şey "yok mekânlarda" cereyan ediyor: Büyük havaalanları, oteller, hastaneler ve benzeri yerler. Her tarafta aynıdır bunlar

Günümüzde terörden ve anomiden bunalan insanlar, çareyi yok mekânlarda ve ne yapacağını bilemeden sürekli olarak TV’deki her biri birbirinden sıkıcı, itici tartışma programlarında bulmaktalar.

Her tarafta sürekli birbirini faşistlikle suçlayan kayıkçı kavgaları var ve hani kanalı açsanız karşınıza iktidar güçlerinin nasıl olup da devleti idare etmekte zorlandıklarını görüyorsunuz.


Gün geçmiyor ki bir şehit, bir vatan evlâdının ölüm haberini almayalım.

Bana gelen e-maillerin hemen hepsi ya şiddet ya da kınama dolu. Hemen herkes mevcut politik durumla ilgili bir şeyler yazıyor!

İnsanımız sevmeyi ve sevilmeyi mi unutmaya başladı, bilemiyorum.

Hangi kanalı açsanız, karşınızda aynı zatı, yani Devletlû’yu görüyorsunuz.

Merak ediyorum, bütün Baroyu ve diğer sivil toplum kurumlarının hemen hepsini karşısına alan ve infial içerisinde sürekli olarak hücum edilen bir kadro nasıl olup da hâlâ ayakta durabilmekte.

İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal alenen “Faşizm” diye haykırmakta, diğer hemen bütün kadrolar da muhalif durumda.

 

Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu (tanıştım, çok mütevazı bir insan) daha dikkatli ve ihtimamlı takılmakta ama Devletlû’nun müthiş öfkesini nasıl nezaketle geçiştirip (kendisi henüz Başbakan iken) nazikçe “Kızmayın Sayın Başbakanım” demişti…

 

Geçen gün Genç Dostum Mustafa Morgül bize yemek ısmarlarken sohbet ettik ve çok ümitliydi memleket hakkında. Bir İnternet gazetesinde iş bulduğunu ve yorumculuğa da başlayabileceğini anlattı. Hattâ beni de çağıracağını ekledi.

Demek ki güzel şeyler de olmuyor değil vatanımızda.

Her yerde sürekli şehitler, baskılar ve zulüm gırla gitmekte.

Bütün bunlara rağmen Ulusal Kanal, Halk TV ve seneler sonra tekrar karşılaşınca pek sevdiğim duayen (kıdemli) isim Cem Özer’in sunuculuğunu yaptığı +1 TV haricindeki yerlerde ve diğer mecralarda insanlara yaşama hakkı tanınmasına, medyada seslerini çıkarmalarına müsaade edilmiyor. Medyaya bakalım: Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, kamuoyunda tartışmalara yol açan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın maliyetini 1 Milyar 370 milyon Lira olarak açıkladı. Şu ana kadar 964 milyon Lira’nın kullanıldığını, geri kalanın 2015 bütçesinden harcanacağını söyleyen Şimşek, Erdoğan’a alınan uçağın maliyetinin ise 185 milyon Dolar olduğunu belirtti. Türkiye ve dünya medyasının tartıştığı Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın maliyetini Maliye Bakanı Mehmet Şimşek açıkladı. Buna göre, saray için şu ana kadar 964 milyon Lira harcanmış. 2015 yılı bütçesinde ayrılan inşaat harcaması ile toplam maliyet 1 milyar 370 milyon Lirayı bulacakmış. Yine alımı Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde yapılan ve Cumhurbaşkanı seçildikten sonra kullanıma sokulan yeni Cumhurbaşkanlığı uçağı TC-Ana’nın maliyeti ise 185 milyon Dolar. Bugüne kadar sır gibi saklanan devletin iki büyük harcamasının boyutları Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda ortaya çıktı. Ak-Saray’ın maliyetini, Komisyondaki görüşmelere katılan Maliye Bakanı Şimşek açıkladı. Rakamların büyüklüğü muhalefetin tepkisini çekerken Saray’ın maliyeti ile tanesi 250 bin Dolar’a mâl olan 40 kişi kapasiteli 2 bin 462 yaşam odası veya biri 2 milyon liraya mâl olan 24 derslikli 685 okul yapılabiliyor.Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde inşasına başlayıp, Cumhurbaşkanı olunca taşındığı yeni Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün maliyetinin 1 milyar 370 milyon Lira olduğu ortaya çıktı. Bugüne kadar 964 milyon Lira harcanan Ak-Saray’ın maliyeti inşaat tamamlandığında 1 milyar 370 milyon Lira’ya ulaşacakmış. Yine alımı Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde yapılan ve Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Türkiye’ye getirilerek kullanıma sokulan yeni Cumhurbaşkanlığı uçağı TC-TUR’un maliyeti ise 185 milyon Dolar. Bugüne kadar sır gibi saklanan devletin iki büyük harcamasının boyutları önceki akşam yapılan Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda gün yüzüne çıktı. Ak-Saray’ın maliyetini, komisyondaki görüşmelere katılan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek açıkladı.

***

Bu rakamlara, bir de bu dünya tarihinin en kocaman inşaat abidesinin kaçak olduğu tevatürü eklenmiş durumda!

Ağzını açtığı anda Dolar fırlıyor Devletlû'nun. Rekora koşmakta şu aralar!

Bize de komşular ve herhalde çaya gidersek huzura kabul ederler.

Sevgili Akrabam Can Ataklı dahi öfke ve çaresizlikten gerilmiş ve bu iktidarla mücadele edebilmek için yıpranıyor, dün Ulusal Kanal’da gördüm. Yıpranmıştı Can ve yeni evliliğinin lezzetini dahi alamadığı kanaatindeyim.


Aynı şeyi ta çocukluğumdan beri tanıyıp sevdiğim Uğur Dündar’ın yönettiği Halk TV programlarında da gözlemlemekteyim (kendisi de İstanbul- Ankara arasında mekik dokumakta. Geçenlerde konuğu Müjdat Gezen’di ve çok yüreklice bir çıkışla, her zamanki mizahi gücünü koruyarak “hodri meydan” kıvamında bir espri patlattı ve fıkralar anlattı.

Bakın, o kadar uğraşıp da Legion de Honor almayı başaran büyük bir edebiyat Ustası olan Yaşar Kemal de vefat etti. Nerede mi teslim etti ruhunu?


Çapa Tıp Fakültesindeki mütevazı bir odada. Beklerdiniz ki bu büyük Homerosoğlu (gene Merhum Cemil Meriç’inDemirciler Çarşısı Cinayeti” için kullandığı tasvirdi) şaşaalı ve özel bir hastanenin debdebeli odasında ölsüns işgali yüzünden göç etmek zorunda kalan Halime-Sadık Çiftinin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Nüfus cüzdanına ancak ilkokulda sahip olabilmişti ve doğum tarihi de kayıtlara 1926 olarak geçmişti.

Çocukluğu

Romanlarının ülkesi” Çukurova’da, gerçekten de roman gibi bir çocukluk geçirmişti. Evlerinde Kürtçe, köylerinde ise Türkçe konuşulurdu. Türkmen köyüne göç etmiş Van muhaciri ailesiyle köylüler arasındaki ilişkiyi, yıllar sonra. "Biz de kendimizi onlardan hiç ayırmıyorduk. Bütün köylülerle akraba gibiydik” diye anlatmıştı.

Talihsizce bir olay sonucunda bir gözünü kaybetmişti: Üç buçuk yaşındayken, evlerinin avlusunda koyun kesen halasının eşini izlerken, bıçak derisinden çıkan bıçak sağ gözüne saplanmıştı ve bu gözü görmez olmuştu. Bu olaydan bir yıl sonra da babası cinayete kurban gitmişti.

Babasını, Van’dan göç ederken ölümden kurtarıp büyüttüğü oğulluğu Yusuf, camide namaz kılarken kalbinden bıçaklamıştı. Bu olaya tanık olan Yaşar Kemal, kekeme olmuştu ve 12 yaşına dek konuşmakta zorlanmıştı. Yalnızca türkü söylerken kekemeliği geçiyordu. Babasının ölümüne çok üzülen Yaşar Kemal, uzun süre mezarlıkların önünden dahi geçememişti. Okur-yazar olduktan sonra kekemelikten kurtulmuştu. Babasının ölümünün ardından annesi, evli olan ve Yaşar Kemal’iniyi bir adamdı” diye nitelediği amcası Tahir’in ikinci eşi olurken, aile yoksullukla karşı karşıya kaldı. Yaşar Kemal ise “çocukluğunun krallığında” canının her istediğini yapıyor, âşıkların anlattığı destanları, eşkıya hikâyelerini dinleyip ileride romanlarda anlatacağı bir atmosferde kendisini geliştiriyordu. “Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor” kitabında çocukluğunu “Ben köyden ayrılıp şehre düşünce çocukların çocuk olduğunu anladım. Elbette çocuktuk biz de ama hiç kimse bize küçültücü bir davranışta bulunmadı. Bizim köyde çocuklar da insandı” sözleriyle aktardı.

Küçük yaşlarda ozanların anlattığı efsaneler, okudukları şiirler Yaşar Kemal’i derinden etkilemişti. Yaşar Kemal de küçük yaşına rağmen ozanlara öykünerek türküler, şiirler söylemeye başladı. Kendisiyle atışan görme engelli Âşık Ali’ninSen bu yaşta bu kadarsan sonunda Karacaoğlan gibi olacaksın” sözleri onu çok mutlu etti.

Yaşar Kemal, Kürtçe konuşulan bir evde büyümesine karşın niçin Kürtçe yaz(a)madığı konusunda eleştirilere maruz kalmıştı. Cevaben de şunları aktarmıştı: “Evde çoğunlukla Kürtçe konuşuluyordu. Evdekiler kırık dökük bir Türkçe öğrenmişlerdi. Biz çocuklara gelince evde de dışarıda da hemen hemen hiç Kürtçe konuşmuyorduk. Evdekiler bize Kürtçe ne söylerse söylesinler biz onlara Türkçe cevap veriyorduk. Bizimkiler de bize hiç kızmıyorlardı. Ben şimdi Kürtçeyi ne konuşulursa konuşulsun anlıyorum. Uzun olmamak koşuluyla da konuşabiliyorum ama bir hikâye anlat derlerse anlatamıyorum. Tabii yazamıyorum da... Yazılanları da öyle pek anlayamıyorum. Türkçeyi ne zaman öğrendim, Kürtçeyi ne zaman anlamaya başladım anımsamıyorum”.

İlkokulu bitirdiğinde önünde iki seçenek vardı: Ya kendisinin ileride Karacaoğlan gibi bir âşık olacağından emin Âşık Rahmi ile Anadoluyu köy köy dolaşmak, ya da ortaokula gitmek... Uykusuz gecelerin ardından ortaokula gitme kararı almıştı. Öğretmenin kendisi için kasabanın zenginlerinden topladığı parayı kabul etmeyen Yaşar Kemal, Adana'nın yolunu tutmuştu. Çırçır fabrikasında çalışıp okuduğu ortaokulu son sınıfında maddi imkânsızlıklar nedeniyle terk etmek zorunda kaldı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde ırgat kâtipliği, Adana Halkevi Ramazanoğlu Kitaplığında memurluk, Zirai Mücadele’de ırgatbaşlığı, daha sonra Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği, pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. Çukurova’dan ve Toroslardan derlediği ağıtları içeren ilk kitabı "Ağıtlar", Adana Halkevi tarafından 1943’te yayımlandı. Yaşar Kemal 17 yaşındayken, İstanbul'dan Adana’ya sürgün gelen Arif Dino’nun “eskiyene kadar tekrar tekrar okuman için” diyerek 3 adet hediye ettiği ettiği Don Kişot romanından izlenimlerini, yüreğimde sakladığım birçok gizi açıklamıştı. Bir karanlığa gömülmüş, sonra da içimde bir yücelme olmuştu” sözleriyle aktarmıştı. İstanbul’dan Adana’ya sürgün edilen Ârif ve Abidin Dino kardeşler, onun yaşamında önemli yer tuttu.

Yaşar Kemal, Adana Kadirli’de arzuhalcilik yaparken “Komünizm propagandası suçlamasıyla” karşılaşmıştı. Evi birkaç kez jandarma baskınına uğramıştı. Folklor denemeleri, roman taslakları baskınlarda kayboldu. Hakkındaki bir ifade nedeniyle gözaltına alınıp tutuklandı. O günü, “Adana’da Kadirlili bir çocuk Komünist propagandası yaparken yakalanmış... Çocuğu çok dövmüşler, o da bildiği adların hepsiyle bir olmuş Çukurova’da Komünist Partisi kurmuş, ben de o kurucular arasındayım. Bir sabah candarmalar geldi, şangur şungur kelepçeler taktılar” diye aktardı. Cezaevinde kendisine, “senin ailen bana çok yardım etti, hayatımı kurtardı desem doğru olur ama bu hapishanede tek düşmanın benim. Benden kork. Kaatillikten, hırsızlıktan, ırza geçmekten düşseydin başım üstünde yerin vardı" diyen Eşkıya Hilmi’nin bıçaklı saldırısına maruz kaldı. Bir öyküsünü okuyan ve anlatımına hayran kalan mahkeme başkanının “buralarda durmayın. Sizi öldürürler, yazık olur” şeklindeki sözleri üzerine önce Ankara'ya Ankara’ya, oradan da İstanbul'a gider. İlk olarak 1951-1963 arasında Cumhuriyet Gazetesinde fıkra ve röportaj yazarı olarak çalışan Kemal, burada “Yaşar Kemal” ismini kullanır. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı “Sarı Sıcak’ı”, 1955’te ise bugüne dek 40’tan fazla dile çevrilen romanı “İnce Memed’i” yayımlar. 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisinde genel yönetim kurulu üyeliği ve Merkez Yürütme Kurulu üyeliği görevlerinde bulunur. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğrar. 1967’de haftalık siyasî dergi Ant’ın kurucuları arasında yer alır. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikasının kuruluşuna katılır ve 1974-75 arasında ilk Genel Başkanlığını üstlenir. 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneğinin de ilk başkanı olur. 1995’te Der Spiegel'deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılandı, beraat etti.

Aynı yıl bu kez Index on Censorhip’teki makalesi sebebiyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de cezası ertelenir. Roman ve öykülerinde çoğunlukla Çukurova’da yaşanan insan dramlarını işlemiştir. Büyük şöhret kazanan “İnce Memed” romanı 40 dile çevrilirken, büyük dünya yazarları arasında yer alır. “İnce Memed’in” de aralarında bulunduğu 9 eseri filme çekilir. 2. Abdülhamit’in baştabibi Jak Mandil Efendi’nin Torunu Thilda Kemal ile evliliği ona dış dünyanın da kapılarını aralar. Türkçe, İngilizce, Fransızca ve İspanyolcayı iyi bilen Thilda Kemal, Yaşar Kemal’in, 17 eserinin yabancı dillere çevirisini yapar. 50 yıl evli kalan ve bir çocukları olan çifti ölüm ayırır. Yahudi kökenli olan Karısı Thilda Kemal, 17 Ocak 2001’de hayatını kaybeder. Yaşar Kemal, Ayşe Semiha Baban ile ikinci evliliğini yapar. Karısı Tilda Kemal’in vefatı sonrası Tilda ile Yaşar Kemal'in hikâyesini yazan Cengiz Çandar şu satırlarla anlatmıştır: “Onun için miydi, yoksa avlunun köşesinde süzgün bir fidan gibi bir kenara ilişmiş duran, Türk dilinin koca çınarı, dev cüsseli eşi için mi”?

Dünyaya geldiğinde adını Mathilda koymuşlardı. Osmanlı Bankası'nın Genel Müdürü’nün kızı. Padişah Abdülhamit’in Baştabibi Jak Mandil Paşa’nın Torunu. Paşa Torunu Mathilda. Onu tanıyan herkesin, hangi yaştan olurlarsa olsunlar, tek sözcükle seslendikleri andıkları göze batmayan, alçak gönüllü, zekâ kumkuması, zarif kadın: Tilda. Yahudi olarak doğmuştu, Abdülhamit’in baştabibi Jak Mandil Paşa’nın torunu idi ve Abdülhamit’in babası Sultan Abdülmecit’in yaptırdığı Teşvikiye Camii'nden Fatihalarla uğurlanarak, bir Müslüman mezarlığında son yolculuğuna çıkmıştı. 19. Asır Camisinde, 21. Asır başlarında bir hazin ve bir o kadar anlamlı törendi. Tabut, cenaze arabasına doğru omuzlarda yol alırken, neydi acaba o? “Son Osmanlı’yı mı uğurluyorduk; yoksa toplumumuzun harikulâde dokusunun, derinliğinin bugünlere ve yarınlara izdüşümünü mü izliyorduk? Doktoru cüzdanında “Kelime-i Şahadet” bulmuş vasiyet niyetine. Varoluşunda karınca emeği bulunan dev eşi ile sonsuz yolculuğun mekânında da ayrı düşmek istememiş. Mathilda doğdu, Tilda Kemal olarak Teşvikiye Camii’nden kalkıp, Müslüman mezarlığında uykuya girdi. Jak Mandil Paşa’nın Torunu, Osmanlı Bankası Genel Müdürü’nün kızı olarak büyümüştü. Bir gün yolu, Van’ın Erciş'indeki köklerinden fışkırıp, Toroslar'ın eteğinde Kadirli’de kök salan, Çukurova'nın bereketli toprağında yeşeren Yaşar Kemal’le kesişti. Yaşar Kemal, atalarının gözünü kamaştıran Süphan Dağı kadar heybetli, kendi gözlerinin eğitildiği Toroslar kadar vakurdu. Küçücük bir çocukken, kan davası sonucu, babasını bir Cuma namazında gözü önünde vurdular. Anadilini tam bilmeden, öğrenemeden dili tutuldu. Okuyamadı. Çukurova'nın kahrını yaşadı. Dili çözüldüğü vakit, Türk dilinin en yaman ustası olduğunu düşündü. Destanlar coğrafyasının çağdaş trubaduru, Türkiye insanının erişilmez dili o. Bir asırlık çınar gibi gövdesiyle, İnce Memed’in” kendisi. Türkçe'yle çıktığı dünya kulvarlarında bu halkın, bu ülkenin yüz akı. İnsanlığın büyük kültür ustaları ailesinin Türkiyeli yüce ferdi. Yaşar Kemal, Türk dili ile “Rabindranath Tagore'un kandili” ise, Tilda, o kandili tutan el idi.

Yaşar Kemal adını bilen ve sayan herkesin, Tilda’ya, dolayısıyla, teşekkür borcu vardı. Tilda, Türkçe, İngilizce, Fransızca ve İspanyolcanın tamamına her birinin anadili olanlar kadar hükmediyordu. Yaşar Kemal’in, dile kolay, 17 eserinin yabancı dillere çevirisi onun elinden çıktı. Dünya, Türkiye'nin usta lisan kuyumcusunun, bu halkın asırlardan gelen gür bilgelik ırmağının uğultusunu Tilda sayesinde öğrendi. Yaşar Kemal, bu efsunlu efsaneler toprağının içinden akan pınar idiyse de, Tilda ile çağladı. Efsanenin somutu olur mu? Somut olursa, efsane olur mu? Tek bir istisnasıyla olabilir ve oldu: Onunla, Tilda. Yaşar Kemal’in insanlığın dağarcığına kazandırdığı nice efsanenin, yazılmamış yaşanmış hâliydiler. Ne eşsiz bir buluşma. Kürt Yaşar ile Yahudi Tilda. Aşiret Çocuğu ile Paşa Torunu. Cami avlusundaki ayrılık töreni, paradoksal biçimde, bu şahane buluşmanın canlı anlatımıydı bir bakıma. 19. Asır ile 21. Asrın buluşması. Sanki Yaşar Kemal’in geçmişten alıp, geleceğe bırakmak istediği en unutulmaz destanın canlı gösterisi.

Yaşar Kemal, akciğer rahatsızlığı nedeniyle vefat eden hayat arkadaşı Thilda’yı (Tilda) şu sözlerle uğurlamıştı: Thildacığım, Sevgilim. Sana teşekkür ederim. Yaşadığımız bu güzel hayat için sana teşekkür ederim sevgilim. Korkma, sakın korkma. Biz namuslu bir hayat sürdük”. Yaşar Kemal hayatının aşkı Tilda Kemal’in vefatının ardından önce evini taşımış, ardından da hâlihazırdaki karısı eşi Ayşe Semiha Baban ile hayatını birleştirmişti. Yaşar Kemal'in evliliğine gerekçe olarak ise “yalnızlığa dayanamadığı” gösterilmişti. Artık, yeni hayat arkadaşı olan 1946 doğumlu Baban, eski Kültür bakanlarından Cihat Baban’ın yeğeniydi. 1970’te Beyrut Amerikan Üniversitesini bitiren Baban, Boğaziçi Üniversitesi İdarî Bilimler ve Pazarlama Bölümü’nü tamamladı. Ardından Harvard Üniversitesinde eğitim gördü. İyi derece İngilizce ve Fransızca bilen Baban, iş hayatına Boğaziçi Üniversitesi Ön Lisans Öğrenci İşleri Bölümünde başladı. Ardından, Sürekli Eğitim Merkezi Kurucu Müdürlüğü, İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Dokümantasyon Merkezi Müdürlüğü, Yabancı Sermaye Derneği Genel Sekreterliği, Sandoz AŞ’de Dış İlişkiler ve İnsan Kaynakları Müdürlüğü, Novartis İletişim Koordinatörlüğü, OPEL’de Dış İlişkiler Koordinatörlüğü görevlerinde bulundu. Baban’ın sayısız dernek ve vakıfta da üyeliği var. Bunların arasında Halkla İlişkiler Derneği, Tarih Vakfı, Avrupa Danışma Kurulu, TESEV geliyor. 

Pek çok kez Nobel’e aday gösterilmesine karşın bu ödül kendisine verilmedi. Yakın dostu Zülfü Livaneli, Nobel ödülünün küçük hesaplar ve kıskançlıklar dolayısıyla Yaşar Kemal’e verilmediğini, “Sevdalım Hayat” kitabının 231. sayfasında şöyle aktardı: “Bir seferinde Yaşar Kemal, Nobel Ödülü'ne çok yaklaşmıştı. En güçlü aday olarak adı geçiyordu ve sonradan öğrendiğimize göre ödülü kazanamaması için hiçbir neden yoktu. Tam o sırada bazı Türkler ve 'Türkiyeli Kürtler' devreye girerek Yaşar Kemal aleyhine bir dedikodu çarkı çevirdiler. İsveç Akademisi’ne, Türk edebiyatını iyi bilmediklerini, aslında Yaşar Kemal’in Türkiye’de beşinci sınıf bir yazar olduğunu, sadece o çevrilmiş olduğu için ödülü ona vermenin haksızlık olacağını söylemişler. Bu arada bazı Kürtler de Yaşar Kemal’in Kürt olduğu halde Türkçe yazmasının Kürt kimliğini inkâr etme anlamına geldiğini öne süren bir kampanya başlattılar. Onlara göre Yaşar Kemal, Kürt halkının masallarını alıp Türklere mal etmekle görevli bir devlet yazarıydı. Lars Gustafson adlı İsveçli romancı Avusturya’da tanıştığı Diana Canetti adlı Türkiyeli bir yazarın Türkiye’de Yaşar Kemal’den daha ünlü olduğunu yazınca dayanamadım ve yazının yayımlandığı Expressen gazetesine bir açıklama gönderdim... Bu tartışmalar, zaten kıl payı dengeler üstünde duran İsveç akademisini ürküttü, Yaşar Kemal’e verecekleri ödülü ertelemeyi uygun görüp Patrick White’a verdiler”.

dth":"400","height":"300

Çukurova’da başlayan edebiyat hayatında Yaşar Kemal, pek çok ödüle layık bulundu. Ünlü yazarın kazandığı ödüller şöyle: 1955 - Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün adlı röportaj dizisiyle 1955 Gazeteciler Cemiyeti Başarı Armağanı, 1956 - İnce Memed ile 1956 Varlık Roman Armağanı, 1966 - Teneke’den aynı adla uyarlanan oyunu ile 1966 İlhan İskender Armağanı, 1966 - Teneke oyunu ile 1966 Uluslararası Nancy Tiyatro Festivali Birincilik Ödülü, 1974 - Demirciler Çarşısı Cinayeti ile 1974 Madaralı Roman Armağanı, 1977 - Yer Demir Gök Bakır ile 1977 Fransa Eleştirmenler Sendikası En İyi Yabancı Roman Ödülü, 1978 - Ölmez Otu ile 1978’de Fransa’da En İyi Yabancı Kitap Ödülü, 1979 - Binboğalar Efsanesi ile 1979 Fransa Büyük Jüri En İyi Kitap Ödülü, 1982 - Uluslararası Cino Del Duca Ödülü, 1984 - Fransız Legion d’Honneur Ödülü Commandeur payesi, 1984 - TÜYAP Kitap Fuarı Halk Ödülü, 1985 - Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü, 1986 - Kale Kapısı ile 1986 Orhan Kemal Roman Ödülü, 1988 - TÜYAP Kitap Fuarı Halk Ödülü, 1988 - Fransa Kültür Bakanlığı “Commandeur des Arts et des Lettres” Nişanı, 1991 - Fransa Strasbourg Üniversitesi Onur Doktorası, 1992’de TÜYAP Kitap Fuarı Onur Yazarı, 1992 - Antalya Akdeniz Üniversitesi Onur Doktorası, 1993 - Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü, 1994 - Mülkiyeliler Birliği Rüştü Koray Armağanı, 1995 - Morgenavissen Jylaand-Pösten Ödülü (Danimarka) , 1996 - Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce Özgürlüğü Ödülü, 1996 - Kanun Sesi ile 1996 Akdeniz Yabancı Kitap Ödülü (Perpignan, Fransa), 1996 - VIII Katalunya Uluslararası Ödülü (Barcelona, İspanya), 1996 - Lillian Hellman/Dashiell Hammett Baskıya Karşı Cesaret Ödülü (New York, ABD), 1997 - Uluslararası Nonino Ödülü (İtalya), 1997 - Kenne Vakfı Düşünce ve Söz Özgürlüğü Ödülü (Uppsda İsveç), 1997 – Norveç Yazarlar Birliği Ödülü, Wole Soyinka ile ortak, 1997 - Frankfurt Kitap Fuarı Alman Yayıncılar Birliği Ödülü, 1998 - Frei Üniversitesi Berlin fahri doktora, 1998 - Bordeaux Yayıncılar Birliği Yabancı Edebiyat Ödülü, 2002 - Bilkent Üniversitesi fahri doktora, 2003 - Z. Homerus Şiir Ödülü, 2003 - Savanos Ödülü (Selanik) , 2003 - Türkiye Yayıncılar Birliği Yayıncılık Emek Ödülü, 2008 - Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, 2011 - Türkiye Gazeteciler Derneği Özel Onur Ödülü, 2011 - Grand Officier dans l’Ordre National de la Lgion d’Honneur Nişanı, 2013 -Ermeni Krikor Naregatsi Nişanı. Demirciler Çarşısı Cinayeti romanında “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, çekip gittiler” diyen Yaşar Kemal, bir süredir tedavi gördüğü hastanede bugün hayata gözlerini yumdu.

Ulu Çınar Yaşar Kemal 2 Mart Pazartesi, Teşvikiye Camisinde kılınacak öğle namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilecek. Gitmeyi düşünüyorum, Arapça bilmediğim için, Türkçe olarak dua ederim arkasından. Herhâlde zılgıtlar ve Kürtçe ağıtlar da gırla gidecektir.

Beklerim ki bütün devlet ricali de orayı teşrif etsin ve Devlet Töreni yapılsın. Hayatı boyunca Kürt kartı üzerinden destanlar, İnce Memed gibi şaheserler kaleme alan bu Koca Çınar kendini nasıl anlatmış, bakalım: Yaşar Kemal, Nigâr Hanım ile çiftçi Sadık Efendi’nin oğlu olarak aslen Van-Erciş yolu üzerinde ve Van Gölü’ne yakın Muradiye ilçesine bağlı Ernis (bugünkü Ünseli) köyünden olan bir aileden dünyaya geldi. Kendi anlatımına göre bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğup büyüyen Yaşar Kemal, evde Kürtçe, köyde ise Türkçe konuşurdu. Ailesi, Birinci Dünya Savaşından dolayı Adana'nın Osmaniye ilçesine bağlı Hemite (bugün Gökçedam) köyüne yerleşti. Beş yaşındayken, babasının camide öldürülüşüne tanık oldu. Ortaokul döneminde çeşitli işlerde çalıştı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliğinde ırgat kâtipliği (1941), Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk (1942), Zirai Mücadele’de ırgat başlığı, daha sonra Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği (1941-42), pamuk tarlalarında, batözlerde ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı.

1978 yılında yaptığı bir söyleşide sanat çalışmalarına ilkokula başlamadan önce şiirle işe koyulduğunu ve okula başladığında “yaşlı halk şairleriyle çakıştığını” hatırladığını belirtti. İlkokulun son sınıfındayken arkadaşı Âşık Mecit, çok iyi saz çalarken kendisi annesinden ötürü sazı “berbat” çalmaktaydı. Bunun sebebini şu sözlerle dile getirmişti: “Benim saz çalamamamın sebebi var, anam âşık olacağım da diyar diyar dolaşacağım diye saza, âşıklığa düşman olmuştu. Onun tek çocuğuydum ve gözünden ayırmıyordu beni. Okulda, düğünlerde bayramlarda beni hep Âşık Mecit’le çakıştırırlardı. Âşık Mecit’le Kadirli’de bir kahvede bir gece sabaha kadar çakıştığımı şimdi iyice anımsıyorum” (merhumun Türkçesine hiç karışmadım, haddime değildir, büyük adamdı).

Ortaokuldan ayrıldıktan sonra folklor derlemelerine başladı ve 1940-1941 yılları arasında Çukurova’dan ile Toroslardan derlediği ağıtları içeren ilk kitabı olan Ağıtlar, Adana Halkevi tarafından 1943 yılında yayınladı. 1944 yılında ilk hikâyesi Pis Hikâye’yi yayınladı. Bunu, Kayseri’de askerlik yaparken yazmıştı. Bebek, Dükkâncı, Memet ile Memet öyküleri 1950’lerde neşredildi.

Kemal Sadık Göğceli adı ile çeşitli yayımlarda yazarken Yaşar Kemal adını Cumhuriyet Gazetesi’ne girince kullanmaya başladı. 1952 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı olan Sarı Sıcak’ta da yer alan Bebek Öyküsü burada tefrika edildi.

1947’de İnce Memed’i yazdı fakat yarım bıraktı ve 1953-54’te ancak bitirdi.

Romanı yazma nedeni eşkıya olan ve dağda vurulan amcasının oğlunun vurulması olduğunu 1987 yılındaki bir söyleşisinde belirtti. Ayrıca aynı söyleşide, çocukluğunun eşkıyalığın içinde geçtiğini, dayısının “en büyük” eşkıyalardan biri olduğunu, o çevrede 1936’lara kadar beş yüze yakın eşkıya bulunduğunu ve bunlardan birinin de Kurtuluş Savaşında Kadirli’yi ilk örgütleyenlerden olan Karamüftüoğlu Ailesinden ünlü Remzi Bey olduğunu söyledi. Remzi Bey’in kendisine, ilk İnce Memed hikâyesinde “Çakırdikeni” diye yer alan diken hikâyesini anlattı ve Yaşar Kemal'le “eşkıyalığın felsefesini” yaptı. Dünyada ilk kez yayımlanan eseri, Bebek Öyküsü (semt) idi ve önce Fransızca’ya, sonra İngilizce’ye, İtalyanca’ya, Rusça’ya, Romence’ye ve diğer dillere çevrildi.

17 yaşından bu yana Sosyalist Politikanın içindeydi. 1961 Anayasasından sonra kurulan Türkiye İşçi Partisi’ne 1962’de katıldı. Emekçi sınıfının tamamen yönetime gelmesini isteyen Kemal, Türkiye İşçi Partisinde sekiz yıl çalışmıştı ve faal yöneticilerden biriydi.

1987’deki bir söyleşisinde Türkiye’de bir Marksist partiye ihtiyaç olduğunu belirtmişti. Aynı söyleşideki “nasıl bir sol modelden yanasınız” sorusuna, şu cevabı vermişti: “Her ülke sosyalist modelini kendisi kurar. Sovyetler'in 70 yıldır yaşama geçmiş modelini kabul edemeyiz. Yüzde yüz bağımsızlıktır sosyalizm. Kişi bağımsızlığı, ülke bağımsızlığı, politik bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık, özellikle de kültürel bağımsızlık... Sosyalizmin başka bir anlamı yok benim için. Bu çağa gelinceye kadar kültürler birbirlerini beslemişlerdir, yok etmemişlerdir. Oysa çağımızda, kültürler kültürleri yok etmek için, bilinçli olarak kullanılmışlardır, emperyalistler tarafından. Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım”.

TİP’ten ayrılan yazar, sebebini partinin niteliğini yitirmesine, bürokratların eline geçmesine ve emekçilerden kopmasına bağladı. Sovyetler Birliği çökmesinin, sosyalizmin de çökmesi değil, tam tersine dünya sosyalizminin zaferi olduğunu 1993’teki bir söyleşisinde dile getirmiştir.

Usta Yazar Yaşar Kemal, tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Yaşar Kemal, solunum güçlüğü ve kalp ritmi bozukluğu sebebiyle hastaneye kaldırılmıştı. Hayatını kaybetmesinin ardından konuşan doktoru, Prof. Dr. Mehmet Akif Karan, “günlük olarak basınla paylaştığımız bilgiler vardı. Her gün bilgi veriyorduk. Organ yetmezliği vardı. Üzerine eklenen bozucu faktörlerin etkisiyle kalp, akciğer ve diğer organların etkilenmesiyle ortaya çıkan bir durum. Yapay solunum desteği veriliyordu. Yarım saat önce kendisini kaybettik” şeklinde açıklama yaptı.

2014 Kasım ayında Bilgi Üniversitesinin kendisine “fahrî doktora” unvanı vermek için düzenlediği törene sağlık sorunları nedeniyle katılmayan Yaşar Kemal’in gönderdiği mesaj, adeta okurlara bırakılmış bir vasiyetti: “Bir, benim kitaplarımı okuyan kaatil olmasın, savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükumetlere olanak verilmesin. Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar”.

Türk edebiyatının en önde gelen yazarlarından biriydi. İlk öykü kitabı Sarı Sıcak’ta da yer alan Bebek Öyküsü ile ilk romanı İnce Memed, Cumhuriyet Gazetesinde tefrika edildi. İnce Memed, yaklaşık kırk dile çevrilerek yayımlandı ve kitaplarının yurtdışındaki baskısı yüz kırktan fazladır. Pek çok eserinde Anadolu'sunun efsane ve masallarından yararlanmıştı. PEN Yazarlar Derneği üyesiydi. Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilen ilk Türk yazardı.

Yaşar Kemal, Nigâr Hanım ile çiftçi Sadık Efendi’nin oğlu olarak aslen Van-Erciş yolu üzerinde ve Van Gölü’ne yakın Muradiye ilçesine bağlı Ernis (bugünkü Ünseli) köyünden olan bir aileden dünyaya gelmişti.

Kendi anlatımına göre bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğup büyüyen Yaşar Kemal, evde Kürtçe, köyde ise Türkçe konuşurdu. Ailesi, Birinci Dünya Savaşından dolayı Adana’nın Osmaniye ilçesine bağlı Hemite (bugün Gökçedam) köyüne yerleşmişti. Beş yaşındayken, babasının camide öldürülüşüne tanık oldu. Ortaokul döneminde çeşitli işlerde çalıştı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği'nde ırgat kâtipliği (1941), Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk (1942), Zirai Mücadele'de ırgatbaşlığı, daha sonra Kadirli'nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği (1941-42), pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı.1978 yılında yaptığı bir söyleşide sanat çalışmalarına ilkokula başlamadan önce şiirle işe koyulduğunu ve okula başladığında “yaşlı halk şairleriyle çakıştığını” hatırladığını belirtmişti.

Zaten sonradan Komünist olanların çoğunun öz geçmişlerinde bir hafızlık veya Kur’an hatim indirmişliği bulunabilir.

İlkokulun son sınıfındayken arkadaşı Âşık Mecit, çok iyi saz çalarken kendisi annesinden ötürü sazı “berbat” şekilde icra etmekteydi. Bunun sebebini şu sözlerle dile getirmişti: “Benim saz çalamamamın sebebi var, anam âşık olacağım da diyar diyar dolaşacağım diye saza, âşıklığa düşman olmuştu. Onun tek çocuğuydum ve gözünden ayırmıyordu beni. Okulda, düğünlerde bayramlarda beni hep Âşık Mecit’le çakıştırırlardı. Âşık Mecit’le Kadirli’de bir kahvede bir gece sabaha kadar çakıştığımı şimdi iyice anımsıyorum”. Ortaokuldan ayrıldıktan sonra folklor derlemelerine başlamıştı ve 1940-1941 yılları arasında Çukurova’dan ve Toroslar'dan derlediği ağıtları içeren ilk kitabı olan Ağıtlar, Adana Halkevi tarafından 1943 yılında yayınladı. 1944 yılında ilk hikâyesi Pis Hikâye’yi yayınladı. Bunu, Kayseri’de askerlik yaparken yazmıştı. Bebek, Dükkâncı, Memet ile Memet öyküleri 1950’lerde yayımlanmıştı.Kemal Sadık Göğceli adı ile çeşitli yayımlarda yazarken, Yaşar Kemal adını Cumhuriyet Gazetesi’ne girince kullanmaya başladı. 1952 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı olan Sarı Sıcak’ta da yer alan Bebek öyküsü burada tefrika edildi. 1947'de İnce Memed’i yazdı fakat yarım bıraktı ve 1953-54’te bitirdi.Romanı yazma nedeni eşkıya olan ve dağda vurulan amcasının oğlunun vurulması olduğunu 1987 yılındaki bir söyleşisinde belirtti. Ayrıca aynı söyleşide, çocukluğunun eşkıyalığın içinde geçtiğini, dayısının “en büyük” eşkıyalardan biri olduğunu, o çevrede 1936 civarına kadar beş yüze yakın eşkıya bulunduğunu ve bunlardan birinin de Kurtuluş Savaşı'nda Kadirli'yi ilk örgütleyenlerden olan Karamüftüoğlu Ailesinden ünlü Remzi Bey olduğunu söyledi. Remzi Bey’in kendisine, ilk İnce Memed hikâyesinde “Çakırdikeni” diye yer alan diken öyküsünü de anlattı ve Yaşar Kemal’le “eşkıyalığın felsefesini” yaptı. Dünyada ilk kez yayımlanan eseri, bir Bebek Semti öyküsüdür ve önce Fransızca’ya, sonra İngilizce’ye, İtalyanca’ya, Rusça’ya, Romence’ye ve diğer dillere çevrildi.17 yaşından bu yana Sosyalist politikanın içindeydi.1961 Anayasasından sonra kurulan Türkiye İşçi Partisi’ne 1962’de katılmıştı. Emekçi sınıfının tamamen yönetime gelmesini istediği için, TİP’te sekiz yıl çalıştı ve yöneticilerden biriydi. 1987’deki bir söyleşisinde Türkiye’de bir Marksist partiye ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Aynı söyleşideki “nasıl bir sol modelden yanasınız” sorusuna, şu cevabı vermişti: “her ülke sosyalist modelini kendisi kurar. Sovyetler'in 70 yıldır yaşama geçmiş modelini kabul edemeyiz. Yüzde yüz bağımsızlıktır sosyalizm. Kişi bağımsızlığı, ülke bağımsızlığı, politik bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık, özellikle de kültürel bağımsızlık... Sosyalizmin başka bir anlamı yok benim için. Bu çağa gelinceye kadar kültürler birbirlerini beslemişlerdir, yok etmemişlerdir. Oysa çağımızda, kültürler kültürleri yok etmek için, bilinçli olarak kullanılmışlardır, emperyalistler tarafından. Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım”. 

TİP’ten ayrılan yazar, nedenini partinin niteliğini yitirmesine, bürokratların eline geçmesine ve emekçilerden kopmasına bağladı. Sovyetler Birliği çökmesinin, Sosyalizmin de çökmesi değil, tam tersine dünya sosyalizminin zaferi olduğunu 1933’te dile getirmişti.

Bendeniz de ayaklarını Sağ’dan alan ama dünyaya ütopik de olsa, belki kurulur diye, “sosyalizm” denen ütopyadan bakan birisiyim.

Belli mi olur, bir gün gelir ve böyle bir dünya kurulur…

Bu aralar hayırlı bir şeyler olacak gibi, ileride paylaşırım.

Ölenlere selâm ola, hepimizin gideceği yer bir karış toprak değil mi zaten?

Allah rahmet eylesin, inanmış olsa da, olmamışsa da…

Bu aralar bizim TED’den de vefat edenler var. Bizim moderatör da gitmiş ve çok üzüldüm…

O da Diyarbakırlı ve tam bir Atatürkçü idi!

Hâlâ bu ülkenin aşure gibi olduğunu, mozaik olduğunu ummakta ısrarlıyım...

Yakında galiba Kayınpeder olacağım, kolay değil...

Hataylı bir aday mevcut da...

Mehmet Kerem Doksat – İyimser Günler – 01.03.2015

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©