La Paix HASTANESİNDEKİ GARİP ADAM (NEOLOJİZM)

M. Kerem Doksat      22 Mart 2016 Salı      5575

Seneler önceydi, benim özel hastalarımı yatırdığım yerlerden bir olan, hani insanın “ben de mi yatsam” dediği meşhur yer. Ecdadımızın bize bir eseri.

Kısaca bir tarihçesinden bahsedeyim (1856-2016)

La Paix (huzur veya barış demek) Hastanesi’nin tarihi Kırım Harbi’ne (1854-1856) dayanmaktadır. Tarih, Kırım Harbi’ndeki kahraman askerlerden söz ederken canları pahasına yaralı ve hasta askerlere bakım veren Filles de la Charit rahibelerinden bahsetmeyi unutmuştur. Bu savaş sırasında İstanbul’daki rahibelerin yan ısıra Fransa’dan 255 rahibe daha yaralı ve hasta askerlere bakmak için gönderilmiş ve seyyar hastanelerde görevlendirilmiştir. Şimdilerde onlara Sir derler ve hepsi de dini bütün Katoliklerdir.

Savaşın sonunda ordunun rahibelerin hizmetlerine karşılık Talimhane Hastanesi’ndeki 20 barakayı ve 300 yataklı bir hastaneye yetecek miktarda tıbbî malzemeyi bırakması ile La Paix Hastanesi’nin öncüsü olan ilk faaliyetler başlar. Bir yıl sonra Sultan Abdülmecit, Filles de la Charit rahibelerine Kırım Savaşı’nda ordunun seyyar hastanelerindeki hizmetlerinden ötürü minnet borcunu ödemek ister ama onlara madalya da kabul ettiremez.

Bunun üzerine 19 Nisan 1857’de o zamanlar şehrin dışında kalan Şişli’deki bir araziyi onlara tahsis eder, ek olarak inşaata başlayabilmeleri için yaklaşık 50.000 Frank da bağışta bulunur. Böylece rahibelerin dayandığı temellerin anısına La Paix (barış) adını verdikleri hastanenin inşası başlar. 1858 yılının sonunda La Paix Hastanesi her tür hayır işine kapılarını açar.

Hastaneye hiç bir milliyet ve din farkı gözetmeksizin akıl hastaları ve yetimler kabul edilir. O dönemde kadın hastaları kabul eden tek hastanedir. Başlangıçta bu hastanede yürütülen faaliyetler ikiye ayrılır; gençlerle ilgili olanlar (yetimhane, sınıflar, çırak evleri ve çıraklar, gündüzlü kız sınıfları, Enfants de Marie Birliği) ve hayır işleri (hastalar ve engelliler için akıl hastanesi, göz hastanesi).

Kiliselere bırakılmış bütün çocuklar La Paix yetimhanesine gönderilmeye başlar, arazinin bulunduğu Feriköylüler’in isteği üzerine karma eğitimin yapıldığı sınıflar açılır. Yetimhanede büyüyen çocuklar için çıraklar evi yapılır ve demirciler, marangozlar, terziler, ayakkabıcılar olmak dört atölyede eğitim verilir. Küçük bir dispanser ile çevre halkına poliklinik hizmeti verilir. Harbin ardından fakir ve işsiz kalanlar için her gün yemek dağıtılır, bazıları istihdam edilerek bahçe düzenlenmesi, meyve-sebze ekilmesi, kümes ve ahır hayvanlarının bakımı sağlanır. Hastane 1893-1896 yılları arasında Taksim’deki yeni hastanenin inşaatı bitene kadar Fransız Hastanesi’ne ev sahipliği yapar.

***

Hastanenin akıl hastaları için ilk faaliyetleri kısıtlı imkânlarla 1862 yılında başlar. İlk zamanlar diğer hastalarla bir arada yatırılan akıl hastaları için 1873 yılında sefirinin de desteği ile Fransa İstanbul ilk akıl hastanesi binasının temelleri atılır. 1877 yılında, Abdülhamid’in kız kardeşi Cemile Sultan ile felsefe ve tıp eğitimi görmüş İtalyan asıllı hekim Dr. Luis Mongeri’nin teşebbürleri ile hastanede ilk psikiyatri servisi açılır ve ağırlıklı olarak psikiyatrik hasta kabulüne başlanır.

Dr. Mongeri’den sonra başhekimliğe Levanten Musevi Dr.iro getirilir, 1908 yılına kadar görevine devam eden Dr.iro’dan sonra Apostolides I. Dünya savaşına kadar başhekimlik yapar. I. Dünya savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti zıt cephelerde savaştığı Fransa’nın toprağı sayılan La Paix Hastanesi’ne el koymuş, Haseki’deki adlî psikiyatrik hastaların yattığı müşahedehane La Paix Hastanesine taşınmış, müşahedehanenin başhekimi olan Mazhar Osman (Uzman) bu kuruma başhekim olarak atanmıştır.

 

Dr. Medaim Yanık da bizim eski asistanlarımızdandır.

Mazhar Osman’ın başhekimliği döneminde hasta bakımının yanı sıra eğitim faaliyetlerine de önem verilir. Bu büyük hoca yanına asistanlar alarak uzman olarak yetiştirir, çeşitli eğitim toplantıları, konferans ve seminerler düzenleyerek Psikiyatrinin tanınmasına ve hekimler tarafından tercih edilen bir alan olmasına aracılık ederdi.

***

Mondros mütarekesi ile Fransızlar hastaneyi geri alırlar. Ancak, Mazhar Osman Uzman'ın vefat ettiği 1951 yılına kadar La Paix’te de başhekim olarak görevini sürdürmüştür.

 

1951-1973 yılları arasında İhsan Şükrü Aksel bu görevi devralır ve La paix Türkiye’de modern psikiyatri uygulamalarında merkezi bir rol üstlenir. İhsan Şükrü Aksel'i sadece fotoğraflarından tanıyabildim. Tam bir aristokratmış belli ki.

***

Cânan, o zamanlar Sait Joseph’te son sınıftaydı ve ben de doçenttim. Sadece bir Byeaz Ranualt arabam vardı; ona da "şirin" lâkabını takmıştı kızım. Hiç bozulmazdı.

Çok sık hasta yatırıp taburcu ediyordum. Bazen Nurperi de gelirdi (o zamanlar eh hanımıydı, sonradan başarılı bir psikolog oldu) ama Cânan nedense huzur dolu mekânı, verandası altında dolanan akıl hastalarını ve ziyaretçileri görmeyi çok severdi. Ben de o zamanlar gencecik olduğum için, koskoca bahçeyi hızlı adımlarla geçer, sonra da Açık ve Kapalı Servislerdeki hastalarımın vizitlerini yapar; akabinde de tertemiz havasını solur, hemşirelerle ve personelle çay içer, sonra da arabama atlayıp Şişli’deki muayenehaneme giderdim.

Hemen her gün de birkaç televizyon kanalından çağrılır, koşturur dururdum. Hayatım boyunca olduğu gibi! Lamia Hanım isminde bir başhekimi vardı o zamanlar ve kendisi de ilginç bir vakaydı. Kafasına göre istediğini sokmaz, arzu ettiğini kabul ederdi. Bütün politikacıları bilir ama leğende kendini yıkatırdı. Nevi şahsına münhasır, garip bir hekimdi.

***

Nedim Zenbilci ve Cengiz Aslan ağabeyimin hasta gördükleri International Hospital’e gider; beraberce yeni gelen hastalarla ilgilenirdim. Onların uygun gördükleri haslara aküpunktür da yapardım ama hipnoterapi için çok gürültülü olduğu için, konsültasyonun akabinde yolladıkları hastalara bu tedaviyi kendi muayenehanemde tatbik ederdim. 

Opr. Dr. Cengiz Aslan da çok kaliteli ve iyi bir insandır. İstese Özal'ın Doktoru diye kendini tanıtır, profesör de olurdu. Asla tenezzül etmedi. Rahmetli babam da çok severdi, ben de çok sever ve sayarım. Psikiyatriye de çok aşinadır ve iyi bilir.

***

O zamanlar International Hospital'de bir credential commity vardı ve ben de henüz askerden yeni döndüğüm için, orada mı çalışmaya başlasam yoksa Ayhan Hoca cevaz verir de Cerrahpaşa’ya mı dönerim diye mütereddittim.

Ta Adana’dan gelen bir Cerrahi Profesörü International Hospital'deki komitenin başındaydı ve rahmetli babamı nedense hiç sevmezdi, ismi önemli değil. Benim de Cerrahpaşa’dan kararım bir türlü çıkmıyordu.

***

Seneler önceydi, benim özel hastalarımı yatırdığım yerlerden bir olan, hani insanın “ben de mi yatsam” dediği meşhur yer. Ecdadımızın bize bir eseri.

Kısaca bir tarihçesinden bahsedeyim (1856-2016)

La Paix (huzur veya barış demek) Hastanesi’nin tarihi Kırım Harbi’ne (1854-1856) dayanmaktadır. Tarih, Kırım Harbi’ndeki kahraman askerlerden söz ederken canları pahasına yaralı ve hasta askerlere bakım veren Filles de la Charit rahibelerinden bahsetmeyi unutmuştur. Bu savaş sırasında İstanbul’daki rahibelerin yan ısıra Fransa’dan 255 rahibe daha yaralı ve hasta askerlere bakmak için gönderilmiş ve seyyar hastanelerde görevlendirilmiştir. Şimdilerde onlara Sir derler ve hepsi de dini bütün Katoliklerdir.

Savaşın sonunda ordunun rahibelerin hizmetlerine karşılık Talimhane Hastanesi’ndeki 20 barakayı ve 300 yataklı bir hastaneye yetecek miktarda tıbbî malzemeyi bırakması ile La Piz Hastanesi’nin öncüsü olan ilk faaliyetler başlar. Bir yıl sonra Sultan Abdülmecit, Filles de la Charit rahibelerine Kırım Savaşı’nda ordunun seyyar hastanelerindeki hizmetlerinden ötürü minnet borcunu ödemek ister ama onlara madalya da kabul ettiremez. Bunun üzerine 19 Nisan 1857’de o zamanlar şehrin dışında kalan Şişli’deki bir araziyi onlara tahsis eder, ek olarak inşaata başlayabilmeleri için yaklaşık 50.000 Frank da bağışta bulunur. Böylece rahibelerin dayandığı temellerin anısına La Paix (barış) adını verdikleri hastanenin inşası başlar. 1858 yılının sonunda La Paix Hastanesi her tür hayır işine kapılarını açar.

***

Hastaneye hiç bir milliyet ve din farkı gözetmeksizin akıl hastaları ve yetimler kabul edilir. O dönemde kadın hastaları kabul eden tek hastanedir. Başlangıçta bu hastanede yürütülen faaliyetler ikiye ayrılır; gençlerle ilgili olanlar (yetimhane, sınıflar, çırak evleri ve çıraklar, gündüzlü kız sınıfları, Enfants de Marie Birliği) ve hayır işleri (hastalar ve engelliler için akıl hastanesi, göz hastanesi). Kiliselere bırakılmış bütün çocuklar La Paix yetimhanesine gönderilmeye başlar, arazinin bulunduğu Feriköylüler’in isteği üzerine karma eğitimin yapıldığı sınıflar açılır. Yetimhanede büyüyen çocuklar için çıraklar evi yapılır ve demirciler, marangozlar, terziler, ayakkabıcılar olmak dört atölyede eğitim verilir. Küçük bir dispanser ile çevre halkına poliklinik hizmeti verilir. Savaşın ardından fakir ve işsiz kalanlar için her gün yemek dağıtılır, bazıları istihdam edilerek bahçe düzenlenmesi, meyve-sebze ekilmesi, kümes ve ahır hayvanlarının bakımı sağlanır. Hastane 1893-1896 yılları arasında Taksim’deki yeni hastanenin inşaatı bitene kadar Fransız Hastanesi’ne ev sahipliği yapar.

Hastanenin akıl hastaları için ilk faaliyetleri kısıtlı imkânlarla 1862 yılında başlar. İlk zamanlar diğer hastalarla bir arada yatırılan akıl hastaları için 1873 yılında sefirinin de desteği ile Fransa İstanbul ilk akıl hastanesi binasının temelleri atılır.1877 yılında, Abdülhamid’in kız kardeşi Cemile Sultan ile felsefe ve tıp eğitimi görmüş İtalyan asıllı hekim Dr. Luis Mongeri’nin girişimleri ile hastanede psikiyatri servisi açılır ve ağırlıklı olarak psikiyatrik hasta kabulüne başlanır.

Dr. Mongeri’den sonra başhekimliğe Levanten Musevi Dr.iro getirilir, 1908 yılına kadar görevine devam eden Dr.iro’dan sonra Apostolides I. Dünya savaşına kadar başhekimlik yapar. I. Dünya savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti zıt cephelerde savaştığı Fransa’nın toprağı sayılan La Paix Hastanesi’ne el koymuş, Haseki’deki adlî psikiyatrik hastaların yattığı müşahedehane La Paix Hastanesine taşınmış, müşahedehanenin başhekimi olan Mazhar Osman (Uzman) bu kuruma başhekim olarak atanmıştır.

Mazhar Osman’ın başhekimliği döneminde hasta bakımının yanı sıra eğitim faaliyetlerine de önem verilir. Mazhar Osman (Uzman) yanına asistanlar alarak uzman olarak yetiştirir, çeşitli eğitim toplantıları, konferans ve seminerler düzenleyerek Psikiyatrinin tanınmasına ve hekimler tarafından tercih edilen bir alan olmasına aracılık eder. O dönemde Freud'dan ve ekolünden hiç bahsedilmez. Tam anlamıyla nöropsikiyatri icra edilir.

Mondros mütarekesi ile Fransızlar hastaneyi geri alırlar. Ancak Mazhar Osman vefat ettiği 1951 yılına kadar La Paix’te de başhekim olarak görevini sürdürmüştür. 1951-1973 yılları arasında İhsan Şükrü Aksel bu görevi sürdürmüş ve La paix Türkiye’de modern psikiyatri uygulamalarında merkezi bir rol üstlenmiştir. Hâlâ de en iyi vakıf hastanelerinden biridir ve ne zaman gitsem, hemen saygıyla karşılar ve "buyurun hocam" derler.

***

Cânan Sait Joseph’te son sınıftaydı ve o zamanlar çok sık hasta yatırıp taburcu ediyordum. Bazen Nurperi de gelirdi ama Cânan nedense huzur dolu mekânı, verandası altında dolanan akıl hastalarını ve ziyaretçileri görmeyi çok severdi. Ben de o zamanlar gencecik olduğum için, koskoca bahçeyi hızlı adımlarla geçer, sonra da Açık ve Kapalı Servislerdeki hastalarımın vizitlerini yapar; akabinde de tertemiz havasını solur, hemşirelerle ve personelle çay içer, sonra da arabama atlayıp Şişli’deki muayenehaneme giderdim.

Orada da epey hasta görüp, Nedim Zenbilci ve Cengiz Aslan ağabeyimin hasta gördükleri International Hospital’e gider; beraberce yeni gelen hastalarla ilgilenirdim. Onların uygun gördükleri haslara aküpunktür da yapardım ama hipnoterapi için çok gürültülü olduğu için, konsültasyonun akabinde yolladıkları hastalara bu tedaviyi kendi muayenehanemde tatbik ederdim. O zamanlar bir credential commity vardı orada ve ben de henüz askerden yeni döndüğüm için, orada mı çalışsam yoksa, Ayhan Hoca cevaz verir de Cerrahpaşa’ya mı dönerim diye tereddütteydim. Ta Adana’dan gelen bir Cerrahi Profesörü ise International Hospital'deki komitenin başındaydı ve rahmetli babamı nedense hiç sevmezdi. Liyakatle ilgili hiçbir eksikliğim olmamasına rağmen, ismi önemli değil, Adana'da gelme bir Genel Cerrahi Profesörü, babamla olan derdini bana yansıttığı için, bu izin çıkmazdı. Üstelik Nefroloji Profesörü Prof. Dr. Ali Gürçay da orada görevliydi ve arada yanına uğrar, halini hatırını sorar, sohbet ederdim.

Benim de Cerrahpaşa’dan kararım bir türlü çıkmıyordu.

***

Bu hengame arasında gene bir gün Cânan’la ikimiz uğradık. Cümle kapısının önünde ağzında pipo olan, temiz ve bakımlı ama kalın camlı gözlüklerinden dolayı duygulanımını bir türlü göremediğim bir adama rastladık. Aslında ben hemen ger gidişimde de görürdüm.

Tenten’deki Dupont karakterine benzeyen, garip ve acayip bir adamdı. Yaşı da anlaşılmıyordu ama 40-50 civarından fazla değildi.

Üzerindeki palto iyi ütülüydü ama kumaşı dökülüyordu; belli ki epey gariban birisiydi. Tecessüsle “kim bu adam yahu” diye bakıyordum ki, yanımıza doğru seğirtti ve “bonjour comment allez-vous madame” demez mi! Tedirgin oldum, kızıma ne dediğini sordum. “Herhalde beni kocaman kadın zannetti, hâl hatır soruyor” dedi arkama sığınarak.

Sen de bir şeyler sorsana diye ricada bulundum.Quel est votre nomdiye sordu (adınız ne).

Biraz daha konuştursana” diye ısrar ettim. Bizimki enfes Fransızcasıyla kim olduğunu, işini, hasta mı yoksa ziyaretçi mi olduğunu ciddi ciddi sorguladı.

Şaşırıp kamıştı kızım; adam Fransızca kelimeler de içeren ama hiçbir şey anlaşılmayan garip bir lisanda konuşuyordu! “Mon nom Mahmut, mais ont-ils me connaissent ici crcerelle. Êtes-vous mari” demez mi! Bu anlaşılıyordu ama sonrasında tamamen kelime salatası ve ne olduğu anlaşılmayan garip bir lisanda motor gibi konuşmaya başladı. Cânan kıkırdadı ve baba bu adam deli mi diye sordu. Ben de güldüm; “sanırım öyle kızım” dedim.

Tam o esnada, hastanenin nur yüzlü rahibelerden biri yanımıza geldi ve yarı Fransızca, yarı Türkçe olarak ve adamın beş senedir burada ikamet eden, daha doğrusu terk edilmiş bir Paranoid Şizofreni hastası olduğunu; hep akşamüstü bahçeyi kolaçan edip hiç tanımadığı kişilerle böyle saçma sapan şeyler konuştuğunu anlattı. Ailesi bırakmış gitmiş, ne arayanı ne de soranı varmış! Adı da Mahmut’muş. Bir Fransız askeri ile kim olduğu bilinmeyen bir kadından doğmaymış… Hiç kimsesi de kalmamış hayatta.

İçim burulmuştu. Sempati yapmamalıydım ama insandım ve adamcağıza karşı duyduğum hissi en hafif olarak şöyle tarif edebilirim: Merhamet.

***

Daha sonraki günlerce de hep gördüm, iyi derecede Fransızca bilen birkaç psikiyatr arkadaşımla da “konsülte” ettim (aslında oranın gariban bir sahipsiz ziyaretçisi durumundaydı). Hepsi de böyle bir lisanın dünyanın hiçbir yerinde mevcut olmadığını söylediler.

Hareketleri de hep aynıydı, beş adım ileri, iki adım ileri sekercesine yürüyordu. Piposu da hiç tütmüyordu. Meğer bu da yapılan depo antipsikotik ilaca bağlı akatizi denen yan etkiymiş; fark etmem hiç zor olmamıştı tabii. Dans edip duruyordu adeta.  

Eh, hayatımın ilk ve tek tamamen kendi beyninde uydurduğu bir lisanda konuşan hastasına denk gelmiştim. Esperanto’ya bile benzemediğini söyledi diğer meslekdaşlarım.

İlk defa ağır derecede saçma sapan konuşmayla karakterize olan vaka görmüştüm: Ancak kendisinin anladığı, kelime salatasına bile benzemeyen bir garip acayip lisandı.

***

Şimdiki DSM ve ICD sistemlerinde bu kriterler yok. Ama iyi bir klasik kitap okursanız veya Pubmed’den neologism diye tararsanız, dünya kadar kaynak bulursunuz.

İşte, bugüne kadar tek gördüğüm vaka bu oldu.

Sonra mı?

Bir dahaki gidişimde –ki iki gün sonraydı, ortadan kaybolmuştu. Belki de vefat etmişti.

Bu anımı dün kaybettiğimiz Sevgili Hocam Profesör. Dr. Fevzi Samuk için yazdım. Allah rahmet eylesin. Onun Cerrahpaşa’daki klinikten çıktığını ve La Paix’te hasta yatırdığına hiç rast gelmemiştim.

Seneler sonra Profesör Dr. Müfit Uğur’la bir hastanın konsültasyonu için buluşmuş ve pek de anlaşamamıştık. O hâlâ hasta yatırıyor; bir ara Anabilim Dalı Başkanlığı da yaptı… Şimdiki kim bilemiyorum çünkü epeydir hiç gitmedim. Ben de yatırıyorum tabii.

Cerrahpaşa, muayenehane ve muhtelif televizyon kanalları arasında dolanıp duruyordum. HBB, ATV, Kanal D... hep çağrılırdım. Hiçbir zaman da para talep etmemiştim o zamana kadar.

***

Bu hengâme arasında gene bir gün Cânan’la ikimiz uğradık. Cümle kapısının önünde ağzında pipo olan, temiz ve bakımlı ama kalın camlı gözlüklerinden dolayı duygulanımını bir türlü göremediğim bir adama rastladık. Aslında ben hemen ger gidişimde de görürdüm. Tenten’deki Dupont karakterine benzeyen, garip ve acayip bir adamdı. Yaşı da anlaşılmıyordu ama 40-50 civarından fazla değildi.

Üzerindeki palto iyi ütülüydü ama kumaşı dökülüyordu; belli ki epey gariban birisiydi. Tecessüsle “kim bu adam yahu” diye bakıyordum ki, yanımıza doğru seğirtti ve “bonjour comment allez-vous madame” demez mi! Tedirgin oldum, kızıma ne dediğini sordum. “Herhalde beni kocaman kadın zannetti, hâl hatır soruyor” dedi arkama sığınarak.

Sen de bir şeyler sorsana diye ricada bulundum.Quel est votre nomdiye sordu (adınız ne).

Biraz daha konuştursana” diye ısrar ettim. Bizimki enfes Fransızcasıyla kim olduğunu, işini, hasta mı yoksa ziyaretçi mi olduğunu ciddi ciddi sorguladı.

***

Şaşırıp kamıştı kızım; adam Fransızca kelimeler de içeren ama hiçbir şey anlaşılmayan garip bir lisanda konuşuyordu! “Mon nom Mahmut, mais ont-ils me connaissent ici crcerelle. Êtes-vous mari” demez mi! Bu anlaşılıyordu ama sonrasında tamamen kelime salatası ve ne olduğu anlaşılmayan garip bir lisanda motor gibi konuşmaya başladı. Cânan kıkırdadı ve baba "bu adam deli mi" diye sordu. Ben de güldüm; “sanırım öyle kızım” dedim.

***

Tam o esnada, hastanenin nur yüzlü rahibelerden biri (Sir denir onlara, yukarıda da bahsettiğim gibi) yanımıza geldi ve yarı Fransızca, yarı Türkçe olarak ve adamın beş senedir burada ikamet eden, daha doğrusu terk edilmiş bir Paranoid Şizofreni hastası olduğunu; hep akşamüstü bahçeyi kolaçan edip hiç tanımadığı kişilerle böyle saçma sapan şeyler konuştuğunu anlattı. Ailesi bırakmış gitmiş, ne arayanı ne de soranı varmış! Adı da Mahmut’muş. Bir Fransız askeri ile kim olduğu bilinmeyen bir kadından doğmaymış… Hiç kimsesi de kalmamış hayatta  

İçim burulmuştu. Sempati yapmamalıydım ama insandım ve adamcağıza karşı duyduğum hissi şöyle tarif edebilirim: Merhamet.

***

Daha sonraki günlerce de hep gördüm, iyi derecede Fransızca bilen birkaç psikiyatr arkadaşımla da “konsülte” ettim (aslında oranın gariban bir kulu durumundaydı). Hepsi de böyle bir lisanın dünyanın hiçbir yerinde mevcut olmadığını söylediler.

Hareketleri de hep aynıydı, beş adım ileri, iki adım ileri sekercesine yürüyordu. Piposu da hiç tütmüyordu. Meğer bu da yapılan depo antipsikotik ilaca bağlı akatizi denen yan etkiymiş. Dans edip duruyordu adeta.  

Eh, hayatımın ilk ve tek tamamen kendi beyninde uydurduğu bir lisanda konuşma vakasına denk gelmiştim. Esperanto’ya bile benzemediğini söyledi meslekdaşlarım.

Hayatımın ilk ağır derecede saçma sapan konuşmayla karakterize olan vakası olmuştu: Ancak kendisinin anladığı, kelime salatasına bir benzemeyen bir garip acayip lisandı konuştuğu.

***

Şimdiki DSM ve ICD sistemlerinde bu kıstaslar yok. Ama iyi bir klasik kitap okursanız veya Pubmed’den neologism diye tararsanız, dünya kadar kaynak bulursunuz.

İşte, bugüne kadar tek gördüğüm vaka bu oldu.

Sonra mı?

Bir dahaki gidişimde –ki iki gün sonraydı, ortadan kaybolmuştu. Belki de vefat etmişti.

Bu anımı dün kaybettiğimiz Sevgili Hocam Profesör. Dr. Fevzi Samuk için yazdım. Allah rahmet eylesin. Onun Cerrahpaşa’daki klinikten çıktığını ve La Paix’te hasta yatırdığına hiç rast gelmemiştim.

Seneler sonra Profesör Dr. Müfit Uğur’la kadın bir hastanın konsültasyonu için buluşmuş ve pek de anlaşamamıştık. Bipolar'dı; ben Lityum'u uygun görmemiştim, Müfit hoca ise ısrar etmişti.  

O hâlâ hasta yatırıyor mu bilmem ama ben yatırıyorum, Engin Eker Hoca da…

Hemşireler de, personel de daima cana yakın ve ilgilidirler. 

Sanırım artık hayatta kalan tek nöropsikiyatr da Dr. Haydar Dümen ama o işi tamamen cinsel terapilere döktü ve pek çok kitabı var; sadece kullandığı yöntemler sıra dışıdır.

t":"300

t":"300

Vajinismus (Penis Duhul Fobisi) tedavisinde haşlak su buharının üzerine oturtup, bir şeyler sürerek tedavi yapıyor.

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 21 Mart 2016 Pazartesi

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©