M. Kerem Doksat | 17 Ağustos 2013 Cumartesi | 39650 |
Doç. Dr. Sultan Tarlacı
“Ölünce Bir buluta dönüşmemi ister misin? O halde şunun fotoğrafını çek. Böylece, asla ölmem”.
Marilyn Monroe’nin, Fotoğrafçısı Andre de Dienes’e söylediği söz, 1946. Henüz yirmi yaşındaydı.
Freud’un Psikanalizi
Freud birçok kişiye göre homoseksüellik korkusu olan (homofobik), cinsel istismara takıntılı birisidir. Evinde Türk halıları olsa da Türk misafirperverliğini bilmeyen birisiydi. Özellikle gazetecilerden nefret ederdi çünkü gazeteciler Freud’la alay ediyorlardı.
Hem gazeteciler hem de psikanalizciler aynıydı: Efsane gerçekten daha ilginç ise efsaneyi anlatın! Bazı psikiyatristler Freud’dan divan-koltuk düzenini icat ederek, hastasını divana yatırarak kendisini koltuğa oturtarak “hiçbir hastasını iyileştirememiş bir psikiyatr” olarak söz ederler. Kullandığı yöntem psikanalizdir ve bilimin normal tanımına bakıldığında psikanaliz bir bilim değildir. Psikanaliz bir psikoterapi tekniğidir. Psikanaliz yaklaşımı ile insan davranışında özgür iradeye yer vermez. Şimdiki davranışlarımı tamamen geçmiş olaylar şeendirir. Ve bu davranışlar tamamen bilinç dışıdır. Dil sürçmelerinden dinsel deneyimlere kadar her şey cinsellikle ilgilidir. Amacı bilinçdışını engellenen atık, işe yaramayan ve özgürlüğü kısıtlayan kalıplardan serbest bırakmaktır. Bu nedenle de erkek egemen bir teoridir psikanaliz.
evrotik ve histerik, yani bugünkü psikiyatrinin “uydurma hastalıklar” dediği hastalıklardan doğan bir tedavi akımıdır. Ana metodu serbest çağrışım ve direnç analizidir. Psikanalizle her insanın davranışları böyle bir çerçeveye oturtulup açıklanabilir. Ancak bunu psikanaliz nereye çekse oraya da gider. Hatta aynı çerçeve içinde birbiri ile çelişen birçok veri olabilir.
Kim bu?
O yıllarda psikanalizciler hastalarına ek olarak bir uğraş bulmuşlardı: film analizleri ve yorumlamaları. Psikanalizciler görünmeyeni anlamaya çalışıyorlar, sinemacılar ise sözcüklerin anlatamadığını ekrana taşıyorlardı. Diğer yandan Hollywood’da er ya da geç bütün yıldızlar sinirsel bir bunalımın pençesine düşüyorlardı. O dönemde henüz “psikanaliz” kelimesi yerine “derinlik psikolojisi” dense de yapılan psikanalizdi. Bu adeta o dönemde “pipo kullanmayan psikiyatr olamaz, önce pipo kullanmayı öğren sonra psikiyatr” ol kuralı kadar kesindi.
Marilyn M Doğum belgesi
Bir ölüm, Çok Soru…
1962'nin ilk aylarında Marilyn Monroe 30. filmi için kameraların karşısına geçmeye hazırdı. Something's Got to Give adlı komediyle geri dönecekti. Ama çekimler başladıktan sadece 8 hafta sonra Marilyn Monroe kovuldu. İki ay sonra, yıldız ölü bulundu. Görünürdeki ölüm nedeni aşırı uyku hapıydı. Film, Hollywood tarihinin üstünde en çok konuşulan bitmemiş filmlerinden biri oldu 500 dakikalık montajlanmamış film, 40 yıl kadar Twentieth Century Fox'un depolarında bekledi. Ocak 1962'ye kadar on yıl boyunca Marilyn Monroe, Fox'un en çok para getiren yıldızı oldu.
Monroe'nun gecikmeleri dillere destandı. Neredeyse tüm filmlerinde masraflı gecikmelere yol açmakla suçlanmıştı. Üstüne üstlük Arthur Miller'la evliliği yeni bitmişti. Teselli için başvurduğu haplara ve alkole bağımlılığı artıyordu. Marilyn'in sorunlarının Fox'un mali dertlerine eklenmesinden korkan şirket yöneticisi Marilyn'in psikiyatrı Dr. Greenson'a başvurdu. Doktorun onun değişkenliğini kontrol altına almasını umuyordu. Ama doktor bütün filmi kontrolü altına almıştı. David Brown'ı uzaklaştırıp yapımcılığı dostu Henry Weinstein'a verdirdi.
Marilyn üne kavuşma sürecinde uyku hapına bağımlı hale gelmişti. Uykusuzluk çekiyordu ve duygusal sorunları için son iki yıl boyunca Dr. Greenson'dan hemen hemen her gün psikolojik tedavi almıştı. Manik-depresifti. Şimdi iki kutuplu kişilik deniyor. Bu, duygusal sorunlar ve ruh halinin sürekli değişmesi anlamına geliyordu.
Dr. Greenson'ın sıcaklığı ve anlayışı Marilyn'i etkilemişti. Geleneksel hasta-doktor sınırları kayboldu ve Marilyn doktorun ailesinin bir üyesi haline bile geldi. Doktorun evinde yemek yiyordu çünkü doktor ona "normal" bir aile göstermek istiyordu. Doktor onunla muayenehanede değil, evinde görüşüyordu. Bazen kendinden üçüncü tekil şahıs gibi bahsediyordu. Sahnedeki bir an için “Hayır, Monroe bunu yapmaz” demişti.
Yedi yıldır Lee ve Paula Strasberg'le çalışıyordu. Çok büyük bir yıldız ve çok büyük bir kişilikti. Onun akıl hocaları olarak bilinmek Strasbergler için önemliydi. Marilyn saygın ve güvenilir olmak istiyordu. En saygın sanatçı ve yazarlarla dost olmaya çalışmıştı. Sonradan evlendiği ünlü oyun yazarı Arthur Miller da bunlardan biriydi. O koşullarda yetişmiş bir kız Rilke okuyordu şairleri okuyordu, çok çaba gösteriyordu. Marilyn'in Something's Got to Give'deki şaşkınlığının bir nedeni de aşk yaşamındaki kaostu. Başkan Kennedy'yle flörtü ve kardeşi, Adalet Bakanı Bobby'yle yakın ilişkisi hakkında söylentiler vardı. 4 Ağustosta Lawford'ların yemek davetini reddetti. Ve evde kalmayı tercih etti. O akşam arayan başkaları da olmuştu mutluydu ve manik bir durumdaydı. Kahyasına göre, Marilyn saat 21:00 civarında yatak odasına çekildi. Marilyn oda kapısına geldi: "İyi geceler Bayan Murray. Ben yatıyorum" dedi. Ve kapıyı kapattı. O gece, Marilyn Peter Lawford'u aradı. Karısına ve Başkan Kennedy'ye şifreli bir veda gönderdi.
Marilyn, Peter Lawford'u aramış. Mırıltıyla konuşuyormuş. Peter eve gitmemiş. Bir arkadaşını arayıp: "Marilyn'in sesi garipti, kontrol eder misin?" demiş. Evi aramış yardımcısı Marilyn'in iyi olduğunu söylemiş.
Beş saat sonra, sabah 3:30'da Bayan Murray uyandı ve Marilyn'in ışığının hala yandığını görüp telaşa kapıldı. Pencereden baktığında Marilyn'i yatakta çıplak gördü.
Ardından eve ilk Dr. Greenson ulaştı. Marilyn ölmüştü. Öldüğünü gördü. Yıllar boyunca Marilyn'in ölümü konusunda birçok fikir öne sürüldü. Ama o sıcak 5 Ağustos gecesinde kesin olan tek bir şey vardı. Marilyn ölmüştü. Marilyn Monroe'nun ölümüyle ilgili tartışma götürmeyecek tek şey bu ölümün dünyayı şoke ettiğiydi. O dünyanın en ünlü, en ışıltılı ve en trajik yıldızıydı. Marilyn Monroe ölümüyle bir efsaneye dönüştü. Ünü vakitsiz ölümünü aşan bir ikon oldu. Tüm nesiller için kadınlığı cinselliği ve güzelliği tanımlayan bir simge oldu.
Otopside Marilyn'in vücudunda doktorlarının yazmadıklarını söyledikleri ilaçlara rastlandı.
Başucunda bol miktarda Seconal vardı. Otopside karaciğerinde bol miktarda klorhidrata da rastlandı. Doktoruna göre; Hiç klorhidrat vermedim ve ABD'deki hiçbir doktor da vermez. Ama Doktor reçetelerinde vardı.
Marilyn'in cenaze töreni, 8 Ağustos'ta saat, 13:00'de Westwood Village Mortuary Chapel'da yapıldı. Eski kocası Joe DiMaggio özel bir tören düzenledi. Törene Marilyn'in Hollywood'daki arkadaşları davet edilmedi.
Marilyn’i Kim Öldürdü?
Hollywood mu? Başkanla olan ilişkisinden dolayı FBI mı?
Kendini mi öldürdü ilaçla intihar ederek?
Ya da Norma Jeane Mortenson mı kendi geçmişinden gelip bir gece ansızın 12 Mart 1956’da Marilyn Monroe’ye dönüşen kişiyi mi öldürdü? Yoksa siyasi âşıkları mı? Ailesinde hemen hemen bütün yakınlarında olan akıl hastalığı mı? Marilyn’in dediği gibi “bir öykünün her zaman iki farklı yüzü vardır.”
5 Ağustos 1962’de herkesin düşündüğünden başka bir ölüm nedeni olabilir mi?
Evet, kanında gizemli biçimde %4.5 oranında bir sakinleştirici olan Nembutal bulunmuştu. Geleceğe ilişkin yakın dönemli planlarından bahsederken, yaşamla, arzuyla ve mizahla doluyken bu ilaçla ansızın bir gece derin uykuya girerek ve ardından solunumu durarak mı ölmüştü? İntihar mı etmişti?
Ama bu öykünün başka bir yüzü vardı: Marilyn’i hayattayken en son gören tuhaf psikiyatrı ve diğer psikiyatrları. Daha az sorulan bir soru ise onu psikiyatrların uyguladığı Freud’un psikanaliz yöntemi mi öldürdü? Ölümünden önce neredeyse tam tamına 7 yıl, aşklarından çok psikiyatrlarıyla görüşmeler yaptı. Ölümünden hemen önceki 2 yıl boyunca Hollywood’un en gözde psikiyatri tedavi uzmanı Dr. Romi ya da resmi adı ile Dr. Ralph G. Greenson ile haftanın baş günü her öğleden sonra görüştü. Ondan önceki 2 yıl düzenli olarak haftada beş kez Dr. Margaret Hohenbeg ile ve ondan da önceki 3 yıl boyunca da Dr. Khristine Eroshevich ile düzenli görüşmeleri oldu. Bu arada tam bir psikiyatr gibi davranan ve Marilyn’in “büyücü, ölülerin atmacası” diye betimlediği drama eğitmeni Paula Strasberg’i de unutmamak lazım. Bunlar tabi resmi olanlar. Arada duyduğu psikiyatrları da kaçamak şeklinde ziyaretler etti, onlara ilaçlarını kaçak olarak yazdırdı. Hatta birinin haberi olmadan gittiği diğer psikiyatrları arasında kaçamak yaptığı, 1956 yılında Londra’da Prens ve Şov Kızı’nın çekimleri yapılırken, Freud’un öz kızı Anna Freud’la bir kaç seansa gizli gizli gitmişti.
Bu esnada Amerika’daki psikiyatristi Dr. Margaret Hohenbeg bile şişkin bir fatura ile dönmek üzere Londra’ya geldi. Film setinde seans uyguladı. Neredeyse psikiyatrların “tedavi tutsağıydı”.
Psikanaliz bir yana her gün kendilerine telefon edilmesini de teşvik ediyorlardı. Sadece psikiyatrlar değil, drama hocası Lee Strasberg’de “bilinçaltını açmak ve serbest bırakmasını, geçmişte bastırdığı şeyleri ortaya çıkarmasını” tavsiye ediyordu. Marilyn bir arkadaşına “ilk kez bacaklarımı açmamı istemiyordu birisi” diye söyleyecekti. Marilyn de bu süreçte psikanaliz meraklısı oluvermişti. Bir basın konferansı sırasında, analizden ne beklediği konusunda sorulan bir soru üzerine “Tek söyleyebileceğim, Freud’çu yoruma inandığım”. 1956 yılında da Freud’un dil sürçmelerinden etkilenerek, rol arkadaşının “yılan gibisin” demesi üzerine, Marilyn erkek oyuncuyu azarlayarak “Freud tarzı bir dil sürçmesi, fallik bir simgeyi düşündüğün anlamına geliyor… ne olduğunu biliyor musun fallik simgenin? Penis!” demişti.
1956 Yılının Ağustos’unda Londra’da, Sigmund Freud’un kızı Anna Freud’un evine psikanaliz seansı için gitti. Bu bir hafta boyunca Marilyn çekimlere katılmadı ve kimse ne yaptığını bilmiyordu. Anna Freud’da görüşmeyi gizli tuttu. Anna Freud’a daha 20 yaşındayken, Freud’un meşhur kitabı Rüyaların Yorumu’nu okuduğunu ve çıplaklık rüyalarının yorumunu çok beğendiğini söylemişti. Takıntılı çıplaklık, toplum içinde soyunma ihtiyacından uzun uzadıya Freud’a bahsetti. Marilyn vakası olarak kaydettiği dosyasına: “Duygusal istikrarsızlık, aşırı tepkisellik, dışarının onayına sürekli gereksinim duyma, yalnızlığa katlanamama, reddedildiğinde bunalıma eğilim, şizofreni dürtülerine sahip paranoyak” olarak kaydetti. Anne Freud, ona çocuk psikoterapi tekniği uyguladı. Bunun için, üstünde birkaç tane cam bilye bulunan masayı göstererek ne “bilyelerle istediğini” yap dedi. Marilyn bilyeleri birer birer Freud’a attı. Psikanalistin yorumu şu oldu: “cinsel temas arzusu”!
Marilyn ve Ruh Doktorları
Marilyn ve Dr. Romi, 1960 yılı başında psikanaliz şehri olan New York’ta buluştular. Gerçek adı Ralph Greenson olsa da arkadaşları ona Dr. Romi diyorlardı.
Viyana’dan Amerika’ya göçmeden önceki asıl adı Romeo Samuel Greenschpoon’du. Arkadaşları ona Dr. Romi diyorlardı. O da tıpkı Marilyn Monroe gibi adını değiştirmişti. Marilyn’in adı Hollywood’dan önce Norma Jeane Mortenson idi. Hem Marilyn hem de doktorunun ismi zamanla değişmişti ve Marilyn Dr. Romi’ye “doktorcuğum” diyordu. Başkalarına bahsederken de “sözcük doktoru” diyordu onun için. Her psikanalizci gibi, psikanalizci olmadan önce kendine psikanaliz yapılması gerekiyordu ve Dr. Romi’nin psikanalizini yapan kişi Freud’un daha sonra “yalancı hain, domuz” diye nitelediği bir doktordu. Aynı doktor, neredeyse elli yıl dünyadaki tüm psikanaliz okullarında okutulan ve geçerliliğini koruyan bir kitabın yazarıdır. Kitabı yazmaya Marilyn henüz onun hastasıyken başlamıştı. Hollywood ile o kadar ilgiliydi ki, kahraman bir doktoru konu edinen, Captain Newman adlı filmin senaryosunu yazmıştı. Ancak hastalarının tepkisinden korktuğundan jeneriklere adını yazdırmadı.
Psikanalizcilerinin daha sonraları söylediklerine göre, Marilyn acılı şeylerden acı belirtisi göstermeden bahsediyordu. Gecelerden korkan birisiydi. Gün ağarırken edilen dualara neden “küçük dua saatleri” dendiğini anlamıyordu çünkü gece saatler ona çok uzun geliyordu. Gecenin başlamasından, bitmeyeceğinden korkuyordu. Belki bu nedenle gündüzleri ayakta sevişiyordu. Sürekli geç kalıyordu çekimlere ama esas derdi ölümü bekletmekti. Çeşitli sıkıntıları vardı; çocukluktan kalma sarsıntılar, özsaygı eksikliği, başkalarının onayına duyulan takıntı, dost ya da aşk ilişkilerini sürdürmede yetersizlik, terk edilme korkusu, annesi ve intihar eden üç akrabası gibi delirme korkusu. Kendi sözleri ile kendini her zaman kişiliği olmayan biri gibi hissetti ve biri olabilmenin tek yolunun büyük olasılıkla başka biri olmaktan geçtiğini düşündü. Bu nedenle filmlerde oynadı ve oyuncu olmayı istedi. Yine kendi deyimi ile o bir uygunsuzdu. Diğer verdiği sürekli yanında taşıdığı iki şey vardı. Babası olarak gördüğü Abraham Lincoln’un çerçeveli resmi ve eskilerden evinde kalma beyaz piyano. Bu piyano annesi akıl hastanesindeyken satılmıştı ve yıllar sonra 1951’de bir açık arttırmada piyanoyu bulup satın almıştı. Taşındığı her yeni eve onu götürmüştü. O piyano ile Ludwig van Beethoven’un Für Elise’i çalabilmekten de gurur duyuyordu.
Dr. Hyman Engelberg’in reçetelediği Valmid, aşırı uykusuzlukta yatmadan önce kullanılıyordu. Diğer ilaç Librium, kaygıda kullanılıyordu. 10 Haziran 1962’de yazılmış. Ölüm tarihi 5 Ağustos 1962.
Dr. Hyman Engelberg reçetelediği Parnate, depresyonda kullanılıyordu. 15 Haziran 1962 tarihinde yazılmış. Ölüm tarihi 5 Ağustos 1962.
Dr. Hyman Engelberg’in yazdığı Librium reçetesi. 8 Haziran 1962.
<!if gte vml 1><!endif><!if !vml><!endif>Dr. Hyman Engelberg tarafından yazılan Percodan reçetesi. 18 Haziran 1962. Ölüm tarihi 5 Ağustos 1962.
Bu psikanaliz tedavisi sürecinde ve öncesinde bugün barbitürat “uyuşturucu” grubuna alınan ve kontrole tabi olan ilaçlardan Demerol, Fenobarbital, Pentotal ve Amitalı şeker gibi kullandı ve kendisine kullandırıldı. Bir ara Dr. Romi, Marilyn’de unutulan şeylerin sırrını, filmlere de konu olan ve Pentotal denen “gerçeklik serumu” yardımı ile çözmeye çalıştı. Bu ilaçlar birçok hekim tarafından kendine yazıldı. Nembutallerden her gün neredeyse 20 tane içiyordu ve etkisini hızlandırmak için topluiğne ile ilaç kapsüllerini deliyordu. Bu nedenle 26 Ağustos 1960’da içine düştüğü ve sonradan da birkaç kez tekrar eden gönüllü bir ölümden son anda kurtarılmıştı. O dönemde yapılan testlerde vücudunda yüksek oranda sakinleştirici olan Librium, kloral hidrat ve Placidyl bulunmuştu.
Freud’un Hayatı Filmi ve Marilyn
1960 başlarında yönetmen John Huston, Freud ve psikanalizini konu alan bir film çekmeyi planladı. Psikanaliz, Hollywood filmlerine ilgi gösterdiği gibi, Hollywood’da psikanalize ilgi duyuyordu. Marilyn’in doktoru Dr. Romi ile görüşerek, Marilyn’in filmde oynamasını isteyecekti. Ona oynatacakları rol Cecily karakteriydi ve Freud’un çeşitli kadın hastalarını ve psikanalizini doğuran o histeri hastalarını tek bir figürde özetliyordu. Bu arada Dr. Romi ile görüşen Marilyn, Freud’un hayatının filme alınmasını Anna Freud’un istemediğini öğrendi. Bu nedenle Marilyn rolü kabul etmedi. Zaten buna Dr. Romi de Marilyn’i düşünerek değil de Freud’a olan sadakatinden karşı çıkıyordu: “Freud’da görme duyusu ön plandadır, doğru. Ama kendisinin fotoğrafının çekilmesine katlanamaz. Kendisi üzerine yapılacak bir film buna çok ters düşer. Ayrıca Anna hala hayatta ve babasının anısını korumak istiyor.” Ayrıca Anna Freud, rol dağılımında Marilyn Monroe’nin de oynayacağını öğrendiğinde deliye dönmüştü. Babası bir sinema kahramanı haline gelecek ve bir divanın üstüne uzanmış Marilyn Monroe’yi dinleyecekti. Eski hastasını uzak tutması için (1956’da Londra’da film çekimleri sırasında birkaç seans yapmıştı Marilyn’e) Dr. Romi’yi kullanan ve etkileyen Anna, Marilyn’inin rol almasını engelledi.
<!if gte vml 1><!endif><!if !vml><!endif>
Anna Freud’un kararlı karşı çıkışı ile film beş yıl engellendi. Çekimleri beş ay süren film Freud: The Secret Passion (Freud: Gizli Tutku) 1962’de gösterime girdi ve ticari anlamda başarısız oldu. Ceciyl rolü, Susannah York’a verilmişti. Dr. Romi ilk gösterime davet edilmesine rağmen gitmemişti. Biyografik yönü ağır basan bu filmde psikanalizin ve hipnozun tedavide uygulanışı bire bir görülüyor. Freud hastalarıyla teorilerini ispatlamaya çalışırken bir yandan kendisini, kendi bilinçaltını ve baskılanmış duygularını çözmeye çalışıyordu.
Bu da MKD'den hediye: Bâzen sonradan Musevi de olunur.
SONUÇ
Sonuçta Norma Jeane Mortenson olarak doğan bir kadın, çocukluğundaki travmatik psikolojik zedelenmelerle Hollywood’a geldi. Orada genç kızın üzerine Marilyn Monroe kişiliğini ve karakterini oturttular. Ancak bu karakteri Marilyn kişilik olarak kabullenmekte hep zorlandı. Ama işin garip tarafı, ölmeden önce 7 yıl süresince, 3 büyük psikiyatristin uyguladıkları psikanalizle, Marilyn Monroe’ye kendi yeni kişiliğini vereceklerine onun önünde sürekli olarak eski anılarını, korkularını ve endişelerini taşıyan Norma Jeane Mortenson kişiliğini canlı tutular. Psikanalizin kuralı çünkü tamamen geçmişteki çatışmaları kişinin önüne koymaktı. Ve geçmesi uzun süren bir gecede, 4 Ağustos 1962’yi 5’ine bağlayan gecede, Norma Jeane Mortenson, Marilyn Monroe’yu psikanalizcilerinin yardımıyla, kendi elleriyle fazla aldırdığı uyku ve sakinleştirici ilaçlarla önce uyuttu, ardından solunumunu durdurarak fark ettirmeden öldürdü.
Marilyn’in Kehaneti mi?
Marilyn 1946 yılında 23 yıl kadar fotoğrafçılığını yapan Andre de Dienes ona mezarlıkta bir tanıdığını ziyaret etmeyi önerdi. Mezarlığa önce gitmek istemedi ve gittiklerinde ise “uzun ve mutlu bir yaşam” istiyorum dedi. Andre, birkaç gün sonra ona Lines on the Death of Mary (Mary’nin Ölümü Üzerine Birkaç Söz) adlı bir şiir okudu. Marilyn şiirin kendisi için yazıldığını ve sadece “lyn” harflerinin isimden eksik olduğunu ve kendisinin de genç öleceğini söyledi. Fotoğraf çekimleri sırasında ölümün neye benzediğini Marilyn’e sorarak onu göstermesini istedi ve Marilyn kafasına bir örtü geçirdi. Fotoğrafın adını “her şeyin sonu” koymasını ve hemen yayınlamamasını, ölmesini beklemesini söyledi. Andre, “benden önce öleceğini nereden biliyorsun, ben senden 12 yaş büyüğüm” dedi. Marilyn, “biliyorum” diye kısık sesle yanıt verdi. Andre, Marilyn’nin ölümünden sonra 23 yıl daha yaşadı.
M. Kerem Doksat'ın Notları:
Ayrıca, https://www.youtube.com/watch?v=-ZWMgqZcqxw adresini tıklayınız.
Bu makale, bugün bana Sayın Doç. Dr. Sultan Tarlacı tarafından gönderilerek yayınlanması talep edilmiştir.
Ben de bir bilim adamının talebini yerine getirdim.
Elçiye zevâl olmaz.
Benim doğum günümle MM'nin ölüm gününün aynı olması tamamen tesadüfidir
Saygım ve sevgimle…
Mehmet Kerem Doksat – İzmir – 17 Ağustos 2013 Cumartesi
Sultan Tarlacı, 1970 yılında Rize’de doğdu. 1995 yılında Tıp doktoru, 2000 yılında Nöroloji uzmanlığını aldı. 2000 yılında, Beyin Araştırmaları Derneği araştırma Teşvik Ödülü, 2001’de TÜBİTAK-Beyin Araştırmaları Derneği Araştırma Teşvik Ödülü ve 2003’de de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Sedat Simavi, Sağlık Bilimleri Ödülü almıştır.
Türk Nöroloji derneği altında hizmet veren, Nörolojik Yoğun Bakım ve Kognitif Nörobilim Grubu Çalışma Üyesidir. Yayınlanmış, Acil Nörolojik Hastalıklar: Güncel Tanı ve Tedavi adlı tıp kitabı vardır. Bunun dışında, Bilinç: Antikçağdan Bilincin Yeniden Keşfine ve Kuantum Beyin: Bilinç-Beyin Sorununa Yeni Bilimsel Yaklaşım adlı kitapları yeni yayınlanmıştır. 2003’de yayınlanmaya başlanan, NeuroQuantology Dergisinin (An Interdisciplinary Journal of NeuroscienceQuantum Physics) yayımcısı, isim babası ve baş editörüdür. Dergi Ocak 2008’de SCI (Scientific Citation Index) kabul edildi. Sinir biliminin değişik konularında, SCI’ye giren 20 üzerinde makalesi vardır. Bunun dışında, Popüler Bilim, Bilim ve Teknik’de popüler yazılar yazmıştır. Halen Bilim ve Ütopya’da popüler sinir bilimi yazıları yazmaktadır.
Temel araştırma alanı yoğunlaşması, sinir sisteminde kuantum fiziği kurallarının işleyip işlemeyeceği üzerinedir. Halen özel bir hastanede, nöroloji uzmanı olarak çalışmakta ve NeuroQuantology dergisinin editörlüğünü sürdürmektedir.
Kendi resmî web sitesi http://www.evrenindili.com/ şeklindedir ve her derde deva spiritüal, almost-parapsychologic solutionları bize bedavadan sunmaktadır.
ÇOK ÖNEMLİ: Bu makalenin "Yâ Allaaaaah bismillâh" denerek bütün Türkiye'nin yıkılıp vatandaşın saadete gark olmasıyla hiçbir alâkası yoktur!