MAZİDEN BİR ANEKTOD

M. Kerem Doksat      17 Mayıs 2016 Salı      5494

Sanırım 1928’de doğmuştu Rahmetli Pederim. Hayatı hep çok çalışıp ekmeğini taştan çıkararak geçmiş; Ankara’da İhsan Doğramacı ve ekibinin komplosundan başarıyla çıkıp, idarî mahkemeyi de kazandıktan sonra Çukurova Tıp Fakültesi’nden istifayı basıp, İstanbul’a avdet ettiğimiz günlerdi.

İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi ve Marmara Üniversitesi Spor Akademisi’nde hocalık yapıyor; bir yandan da Nişantaşı’nda, o zamanki Dilberler Mağazası’nın bulunduğu yerde de muayenehanesine gider gelirdi. “Yavrum, herhâlde artık burası beni için son durak, bakalım istikbal nelere gebe” diye mırıldanır; derin tefekkür ve tefelsüfe (felsefî düşünmeye) dalardı. Tecessüsünün hududu yoktu; hemen her konuda okur ama pek az yazardı ve ben de epey sitem ederdim.

***

Her sabah beş on bardak kahve ve çayla ancak ayılır ama robdöşambrını gitmeyi hiç ihmal etmezdi. O zamanlar Uyku Apne Sendromu diye bir şeyi bilmezdik; kanserin de tedavisi –aslında hâlâ pek bir şey yok ya- pek iyi yapılamazdı.

O zamanlarda imkânlar mahduttu (sınırlıydı), Sefa Aparmanı B Blok 2B numaralı evde ikamet ediyorduk ve eve epey sağcı kişi girip çıkıyordu. Kitap satın almak için mutlaka evden inip iki kat aşağı merdivenlerden inmek iptiza (kullanmak) ederdi. Sahaflardan, Bağdat Caddesi’ndeki kitapevlerinden alışveriş yapardık.

***

Henüz 12 Eylül de, 12 Mart da vuku bulmamıştı ve şimdilerde nerede olduklarını hiç bilemediğim, boya ithalatıyla hayatını kazanan Ahmet Bey ve onun önceleri gayet hoş ve modern kıyafetler giyen, sonradan kendini dine vurup tesettüre kapanan Ayşe Hanım isminde bir karısı vardı. Bizim soframızdaki sohbete hemen her gece gelirler ve âhir zamanlarında babamı yalnız bırakmazlardı. Ahmet Bey sık sık büyük paralar kazanmakla övünürdü ama bunu nasıl yaptığını bilemezdik. Muhteris bir adamdı ve güçlü bir şahsiyeti vardı. Sık sık araba değiştirirdi. Sürat meraklısıydı ve gaza bastı mı bizleri mutlaka geçer ve bundan büyük bir haz duyardı. Ben de göz yumardım çünkü Pederimin etrafında çok azalan dost halkasının azalarından ikisi de o ve karısıydı. Oldukça sık Kıbrıs’a giderler ve bol seyahat ederlerdi. Bir de sonradan ilaç mümessili olacak Nevzat sık sık ziyarete gelirdi babamı ve evin abajurlarını temizlerdi

Birinci Boğaz Köprüsü’nün yeni açıldığı zamanlardı. Pek az araba geçerdi üzerinden.

***

Vefatına az bir süre kalmıştı. Hep durgun ve düşünceliydi. Arada birkaç kadeh rakı içer ve ne zaman sabahın ilk ışıkları arzı endam eylese, yoğun bir öksürük kaplardı akciğerlerini. Hâlâ bırakmadığı Marmara purosundan nefes çekip, “Cemil Bey için endişeleniyorum evlâdım, son zamanlarda bir hâller oldu ona. Artık yüzü pek gülmüyor, yüzünü bir hüzün kaplıyor, böyle fenomen adamlarla insan hayatı boyunca ya bir kere, taş çatlasın iki kere tanışır” demişti.

O zamanlar Ümid Meriç Hanımefendi’nin arada bir rakı da içtiği, o davudi ve sevecen sesiyle “günahınız sizin boynunuza efendim; ben hizmette kusurumu esirgemem, istediğinizi içiniz. İcabında arada ben de refakat ederim” dediği ve başının da açık olduğu dönemlerdi. Şimdilerde münzevî bir hayat süren Kuzenim Çınar’la iyi muhabbetleri vardı, Ahmet Özhan da henüz pek gençti. Müptedi bi’at ettikleri Şeyhleriyle de tanışmıştım (Muzaffer Özak) ve pek ilginç bir zattı.

Eyüp’teki dergâhtan kimse eli boş çıkmazdı, Mükeyyifat olarak sadece sigaraya düşkündü ve şeker hastasıydı. Pederimin ise “Allah mü’min kulunu bunatmaz” diye hâlâ anlayamadığım bir takıntısı vardı. O dönemlerde Refet Kayserilioğlu, hâlen de görüştüğüm Kadim Dostum Halit Kakınç ve etrafındaki bir hayran kitlesiyle ruh çağırırlar, Beytî Dost diye bir zat da arada bir zuhur edip ektoplazmayla görünür hâle gelir, gönüllü medyumlar da onun anlattıklarını bize naklederlerdi. Havsalam almadığı için, olup bitenleri öylece seyrederdim. İhsan Eniştem ve Mualla Halam henüz sağ ve sıhhatteydi. İzmir’le İstanbul arasında mekik dokurlardı. Merhum Eniştem İhsan Koloğlu Darüşşafaka’dan yetişip kendini yetiştirmiş ve İzmir’in en sevilen avukatlarından biri olmuştu. Hakîm (bilge) ve münevver bir adamdı.

***

Bostancı’da Şimdilerde 3M Migros hâline gelen Plaj’da demlenirdik. Gündüzleri Mahmut Âli Bey, hep gülümseyen çehresiyle tatlı karısı, annem ve ben hafta sonlarında erkenden toplanıp, o zamanlar kirliliğin mevzuubahis dahi olmadığı sahilden gündüzleri denize girer, geceleri sıkı bir sohbete dalardık. Cemil Meriç Amcamın gözleri çok erken yaşta nurdan mahrum kaldığı için, daha ziyade sahilde oturur ve mütebessim bir çehreyle, görmese de, içimize nüfuz eden gözleriyle bizlere bakardı. Akşamları da benim bahtıma, irşâd olurdum sohbetlerden.

İki kurt köpekleri vardı Mahmut Âli Bey’le Aynur Hanım’ın ve mahdumları da çocuktu henüz. Biri viyolonsel, öbürü de viyola çalardı hatırlamıyorsam. Tipik Fransız aristokrasisi numunesiydiler ve leziz şaraplarını yudumlarken, ben de onlara gitar çalardım. Sonradan ikisi de çoluk çocuğa karıştılar.

***

Altımda bir Maverick marka arabam vardı babamın hediye ettiği; bir bizim eve bir de onların Göztepe’deki mütevazı ikametgâhlarına giderdik. Muhabbet âlâ ve keyif de gani idi. Soframızda pek fazla çeşit olmazdı, mevsim salatası, taze peynir, arada Yeni Rakı ve ev yapımı pilav. Soslar, mevsim meyveleri… Çok şey öğrendim ve ufkum çok gelişti o zamanlarda.

Allah ne verdiyse yerdik ama muhabbet harikulâde idi. Toygar Eniştem de Renault Mais’ten emekli olmuştu ve daktilosunun başına geçer saatlerce TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi’ne sibernetik mevzuunda makale yazar, diğer pek çok kitabını da aynı daktiloda yazardı: Sibernetik, Fizik, Felsefe ve Hipnotizma. El Birunî’yi ilk defa onun kitabından okudum. Ateistti ama Mevlânâ hayranı ve Türkçüydü.

 

Bazen bu iki kafadar tatlı ağız dalaşına girerler ve Yeşim, Murat, Nezahat Halam ve Yakut kahkahalara boğulurduk. Sonradan Yakut Amerika’ya gelin gitti ve çok iyi bir kariyer yaptı City Bank’ta. Evlendiği zat babasından daha yaşlı olduğu için önce çok tereddüt olmuştu ama sonra ailenin bir ferdi oldu çıktı ve nurtopu gibi de çocukları oldu. Murat Akman da dâhidir; en yakın dostu Onur’la takılır ve tam bir Epiküryen hayat yaşardı. Yemeyi de, içmeyi de çok severdi. Bir dönem evden pek çıkmayıp muazzam miktarda kitap kıraat etmişti ve China on-line’ı kuracak kadar da başarılı bir kariyer yaptı. Çapkındı, hiç evlenmedi.

İşte o tadına doyulmaz günlerden birinde, babam bir hanımla tanışmış ve onunla özel bir yakınlık yaşamış meğer. Ben seneler sonra öğrendim. Onun da güzeller güzeli kızına hipnozla bademcik ameliyatı yaptırmış; acısız ve kansız. Toygar Eniştem de telekineziyle bir duvar saatini yerinden oynatıp, yere düşürmeyi başarmış…

İşte bu çok güzel ve asil hanımın adı Ayşe Sakmar’mış meğer ve uzun seneler sonra karşıma başka bir vesileyle çıkacaklarmış. Ben ne bileyim. Sonradan Atâ Bey’le de tanıştık: Dev gibi, zarif bir Beyaz Türk. Dün Sevgili Avukatımız Mine Sakmar uğradı, biraz kaynattık. O da yakında evlenecek, damat adayı da pek yakışıklı.

İşte, o şimdilerde bana sanki maziden de öte, ütopikmiş gibi gelen günlerden birinde ben kalkıp “Cemil Amca, Allah’a inanıyor musunuz” diye sordum. İyi halt etmiştim. Babam celâlle yüzüme baktı; mahcup olup sükut ettim.

Peder “böyle adamlara bu tip şeyler sual edilmez oğlum, görmedin mi nasıl da buhrana soktuğunu” dedi. Ben de teeddüple bir daha ağzımı açmadım.

***

Bir gün haber geldi ki, Cemil Amca rahmete kavuşmuş. Eğer Mahmut Âli Bey kitaplarını Ötüken Yayınevi’nden değil de, “solcu” bir yerden neşrettirmeseydi, bizim entelijensiyamız belki de Cemil Meriç’i lâyıkıyla tanımayacaktı! Türkiye tarihinin az sayıdaki hakiki münevverinden biridir Cemil Amcam.

***

Peyami Safa ortaokulu bitirmişti ama Türkiye tarihine bir Attilâ İlhan’dan daha çok iz bırakmıştır.

Attilâ Bey benim için bir sukut-u hayal (hayal kırıklığı) olmuştur. Defalarca haber bırakmama rağmen beni aramamıştı. Hâlbuki pek çok eserinin altına imzamı atarım! Sadece iflâh olmaz bir komünistti ve aslında o da vatanperver ve Atatürkçü idi. Sayın Banu Avar da onun sanırım eski göz ağrılarından olsa gerek.  Neslim’le evlendikten sonra nihayet Altın Yunus’ta karşılaştığımızda “daha gayret sarf edin genç adam, benimle sohbet ve dostluk etmek istiyorsanız, epey zamana ihtiyacınız var” dedi son derece megalomanca.

***

Peki, ne oldu?

Cemil Meriç hâlâ okudukça keşfedilen bir umman, bir entellektüel ve asla unutulmayacak. Bu her iki solcu münevverin bütün kitaplarını defalarca okudum. Eğer öte âlem varsa –ki ben olduğunu düşünüyorum, orada herhâlde Attilâ Bey, Eflatun’la Sokrates’inki gibi, merhumun önünde oturmuş, “bana biraz daha öğretin efendim” diyordur.

***

Vefatından birkaç ay önce Bülent Vedia Çorak evimize gelip bizi dinine davet ettiğinde dayanamayıp istihza ettikten sonra, yoğun bir öksürük tufanından sonra, Pederim şöyle demişti bana: “Oğlum, hayatta en büyük yalnızlık fikirde yaşanandır. Bir gün gelip beni anlayacaksın; aslında inşallah böyle olmaz ama istikbali maalesef okuyabiliyorum. Beni sağcı bildiler, bilsinler. Bunlar aşılması gereken, kokuşmuş mefhumlar (notions). Sen de kendine çok emek veriyorsun. İleride sen de aynı şeyleri yaşamazsın inşallah”!

***

Oldu be Peder Bey! Medyada yazdıklarımın bir kısmını “halk anlamıyor” diye iade ediyorlar. Bilim lisanı bir felâket oldu. Vak’a filan unutuldu, her şey olguya (vakıa) indirgendi. Hâlen editörlüğünü yaptığım Literatür Symposium hâricinde vak’a kelimesini kabul edecek dergi yok. Yazılarımı gönderebileceğim birkaç dergi var; orada da editörler âdet yazıyorum, adet yapıyorlar! Yakında âlem de alem olacak… Bir de editörlük diye (musahhihlik) diye bir meslek var ya! Bunun eğitimi öğretimi nerede yapılır, hangi otoriteyle “ya… ya da” gibi nüansları “ya da, ya da” diye değiştirirler bir öğrensem daha da içime su serpilecek.

Oralardan seyretmişsinizdir. Geçen gün CNN Türk’te astronomi, astroloji filan konuştuk. İstikbalin paradigmalarından birisinin parapsikoloji olacağını söylediğimde biraz garipsendi. Hâlbuki şimdi PubMed diye bir mecra var. Orada öyle makaleler okuyorum ki, gözlerim yerinden fırlıyor. Medyumluk, telepati, clairvoyance (gözle görülemeyen şeyleri görme kudreti), reenkarnasyon… Gırla gidiyor. Gelen bir “tweette” Şia’da bu inancın olmadığı söylendi ve buna dahi itiraz etmedim.

Bal gibi var ama memlekette cehalet öyle arttı ki, neredeyse kamuoyu kararıyla malumun ilâmı dahi değişecek.

İnşallah şu Emrullah isimli Alevi delikanlısı beni arar da, senin yarım bıraktığın parapsikoloji çalışmalarını devam ettiririm. Neslim ister mi bilmem. Tekrar Nişantaşı’na dönüyoruz; muayenehaneyi geri taşıyoruz yani.

***

Bahsettiğin yalnızlığı yaşar oldum Peder Beyciğim. Lisan erozyonu korkunç. İyi ki vaktinde gitmişsiniz. Çok üzülürdünüz. Eski talebelerinden Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı ile tekrar temasa geçtik.

Prof. Dr. Yaşar Nuri’nin telefonuna hâlâ ulaşamadım ama yakındır. O da kanser geçirdi ve çok ilginç şeyler yaptı. Bulabilirsem bizim evde ağırlayacağım onları.

***

Neyse, siz keyfinize bakın. Herhalde 20-30 seneye kadar görüşürüz. Muhabbeti özledim be Peder Bey. Orada da sofra ve sohbet varsa, ne âlâ yâhu!

Beş tane orijinal kitap yazdım: Psikiyatri Tarihi-1, Psikanaliz Yanılgısı, Ruhumuzdaki Fırtınalar (Bipolar Bozukluk), Neden Siyaset, Neden Psikanaliz, Neden Düşünce diye. Son üçünde göle maya çalmak misali kendi uydurduğum bir imlâ kullandım. Alan ve okuyan pek az. Diğerlerinin de büyük gazetelerdeki tanıtımı olmadı. Bir tek Ruhumuzdaki Fırtınalar için tam iki sene emek harcadım. Meğer seviyesi yüksekmiş; satılıyor satmasına da, bunların hiçbirinden kâr etmedim henüz.

İngilizce’de vakit ve zaman için iki ayrı kelime yok. Şimdi de bunun peşindeyim.

Allah bu millete yeniden bir İstiklâl Marşı yazma bahtsızlığını reva görmesin de…

Bu arada, vahiy ve benzeri fenomenlerin psiko-nöro-fizyolojisini de yazıyorum ama Türkiye hâlen böyle bir kitabı aldıracak gibi değil. Bitirince saklayacağım ve icabında vefatımdan sonra neşredilir diye özenle muhafaza ediyorum.

Gâvurlar bunları çoktan tartışmaya başlamışlar aslında... 

"height":"300

Herkese sevgim ve saygımla – Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 17 Mayıs 2016 Salı

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©