Mehmet Aziz Göksel’den: Atatürkçüler, Biz Neciyiz?

M. Kerem Doksat      6 Kasım 2012 Salı      6443






Yukarıdaki linkteki röportajında, Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Batılıların ve Ermeni diasporasının, Ermeni Sorunu ile ilgili bakış açısını eleştiriyor. Türkkaya Ataöv’ün, Anglosakson dünyâsının, Türkiye’yi ve Türk’leri değerlendirme biçimine bakışı çok hoş ve gerçekçi.

Batı’nın Türkiye ve Türk algısını bir kenara koyalım; biz daha kendi kendimizi tanıyor veya tanımaya çalışıyor muyuz ki? Bugün Türkler olarak, dahası Atatürkçüler olarak, Batı’ya veya Doğu’ya karşı neyimizi savunuyoruz? Neyimizi koruyoruz? Hangi argümanı yükseltiyoruz?

Kendine milliyetçi yâhut ulusalcı -ayrıntısına girmeyelim- o da kendisine milliyetçi diyemeyen “layt” sosyalistlerin, ulusal (millî) refleksler göstermeye başlayınca -nihâyet- uydurup, piyasaya sürdüğü câhilâne bir lâftır (millîci?)- diyen kesim; gardırop Atatürkçülüğü veya klavye silâhşorluğu dışında ne yapıyor?

Atatürkçü, vatanının bölünmez bütünlüğünü mü savunuyor? Atatürkçü, Kıbrıs’ın peşkeş çekilmesine karşı; bir itiraz mı serdediyor? Mesela EOKA kelimesi, bugünün Atatürkçü genci için ne ifâde ediyor? Okumuşu veya okumamışı için.

Atatürkçü, konuştuğu lisanın etki alanının ve kapasitesinin mi farkında? Türk dünyâsının sınırları hakkında ne biliyor? Atatürkçü’nün, bir Batılı’yla tartışırken, kendi dili ve kültürel kimliği hakkında üç beş kelâm edebilecek kadar donanımı mı var?

Bence yok! Çok zayıfız ve giderek daha da zayıflıyoruz.

Maşallah pek bir dini bütünüz! İnsanların ağzından hac ve umre serüvenleri düşmez oldu. Tamam; Allah kabûl etsin de… Millet, birbirine, tuttuğu orucun, verdiği zekâtın reklâmını yaparak saygınlık topluyor. Kim nerede iftar etmiş; sahurda ne yemiş, bunları gazetelerin magazin sayfalarından öğrenmek mümkün hale geldi.

Şaka mı yalan mı?

Bayramlarda telefonlarımıza gelen iletiler öte dünyâyı sanki gidip de geri gelmiş gibi resmediyor. Kutsal inanç, toplumsal bir gerçek ve elbette kültürel bir gereklilik. Ama bu dünyânın önemli işleriyle hiç ilgilenmez olduk. Geçmişte olanlarla da güncel olanlarla da.


Eskiden bir lise mezunu, Galileo kimmiş, La Fontaine kimmiş, Newton ne zaman yaşamış, Preveze’de ne olmuş, Macellan ne yapmış, Tanzimat Fermanı nedir… bunları hep bilirdi.

Bugün, bırakın lise mezunlarını, üniversiteliler ve üniversite mezunları içinde bile -söylemeye dilim varmıyor ama- Kenan Evren’in Çanakkale Savaşı’nda komutan olduğunu sananlar var. Kırk yaş altı insanlar içinde, süslenip püslenip Cumhuriyet Bayramı’nda, elinde bayrakla Anıtkabir’e giden Atatürkçüler arasında, 1923 tarihini, hatırlayıp söyleyemeyenler var. Atatürk ilkelerini sayamayanlar, hâttâ hiç duymamış olanlar var.

Dahasını söyleyelim: Kendi dilinde doğru dürüst konuşamayan, en basit kelimelerin dahi Türkçesini diline getiremediği zaman, bildiği yarım yamalak yabancı dilde bu kelimeyi söylediğinde, diğer câhiller tarafından gıpta edilen katmerli câhiller (cehl’i morekkeb) var.


Herkes için değil ama elinde Türk bayrağıyla, sersem sepelek ortalıkta dolaşan bâzı kimselere göre, Cumhuriyeti ve onun değerlerini (kendilerine göre neyse; o da belirsiz) savunmak iyi, ama enikonu da yüzeysel bir şey.

Şimdi, bu ifâdeyi biraz açmak gerek. Örneğin bâzı Atatürkçülere göre “Türkˮ olmak, Türk’lükle övünmek çok ayıp ve çağdışı şeyler. Zinhar “Türk Milletiˮ filân demek de çok ayıp; hâttâ faşistlikle eşdeğer. Onun için, bu tip Atatürkçüler ile temâs hâlindeyken, mümkün mertebe, o kelimeyi kullanmayacaksınız. “Türk Milletiˮ yerine, “Anadolu insanı (sanki bu coğrafyanın dışında Türk yaşamıyormuş gibi)ˮ, “Türk insanıˮ veya en fazla “Türk Halkıˮ gibi ifâdeleri tercih edeceksiniz.

Diğer bir Atatürkçü grubun anlayışına göre, bir şekilde Tanrı’ya inanmak ise alay konusu. Hâttâ kazara “Ben Müslüman’ımˮ derseniz; size Bin Ladin gibi bakabilirler.

Bu bizim Atatürkçülerin bir bölümü de Türk müziği (Türk popüler müziği değil) dinlemez. Onlara göre, halk (folk) müziği dinleyenlerin hepsi istisnasız “kıroˮ ve düşük zevkli insanlardır. Şaka değil; Atatürkçüler arasında, Türk halk müziği dinlememeyi, dinlememiş ve bilmemiş olmayı; bir Batılılık veya çağdaşlık göstergesi olarak algılayan, bununla zavallıca bir şekilde övünen insanlar var. Hâttâ Nişantaşı, Bağdat Caddesi lâikleri arasında, bâzı ortamlarda konu açıldığında “ben bilmem öyle pis şeyleri; ilgilenmem diye övünenlere rastlamışsınızdır. Örneğin Karacaoğlan veya Yûnus Emre, bir Soner Arıca yâhut Deniz Seki’nin yanında çok değersiz, eskimiş, tarih(!) olmuş ve kıro(!) şahsiyetlerdir.

Uç bir Atatürkçü kesimin anlayışına göre ise, şu veya bu derecede alkol tüketmek, en azından akşamcı olmak, bir Atatürkçülük ve çağdaşlık göstergesidir. Meyhâneye veya balık lokantasına gidip, on yıl önce moda olan -ve hâlâ bir türlü sonlanmayan- tek kelimesini dahi anlamadıkları, Rumca (Türkçe’deki doğru adı “Yunancaˮ değil, budur) müzikler dinlemek, onlara kendilerini Batılı hissettirir. Burada can alıcı nokta, mekânın bilinçli olarak “gayrı-Türkˮ bir kültürel ögeyle temalanması, hâttâ dekorasyonunda Yunan bayrağını hatırlatan renkler kullanılması, bu temanın bir tüketim unsuruna dönüşmesi ve bu biçimde kabûl görmesidir. Örneğin, Türk’lerce çok iyi bilindiği hâlde, Harmandalı çalan bir balıkçı göremezsiniz. Fakat, Rembetiko mu yoksa Sirtaki mi, daha onu bile ayırt edemeden o müziği çalmak, bir prestij göstergesi hâline gelmiştir. Bu karikatürize durumun, özellikle Ege’deki sâhil beldelerinde, ticarî bir araç olarak kullanılması, işgâl görmüş bir coğrafyanın Atatürkçü çocukları için yüz kızartıcıdır. Acaba, sosyetik Türk lokantacı ve müşteri bu zavallı durumları gören Yunan turistlerin, ülkelerine döndüklerinde, bizimle nasıl alay ettiklerini bilse o müzikleri bir daha çalar mı? Bence, Atatürkçü, zâten böyle incelikleri akıl eden insandır.

 

Bir diğer taraftan, özgürlükçü geçinip, sazıyla Pir Sultan Abdal döktüren, Marks, Engels okuyan bir üniversiteli genç Atatürkçü için, Keynes, Adam Smith okuyup, Abba dinleyen, BMW’ye binen birisi Atatürkçü olamaz. O, pis bir burjuva ve emperyalizmin uşağıdır. Nietzsche okuyup, Wagner dinleyen kişi ise faşisttir. Abba dinleyen Atatürkçü için ise Bob Dylan dinleyip, Sartre, Brecht okuyan kişi enteldir. Ona göre, enteller, Atatürkçülüğün düşmanıdır.  Hawkings okuyup caz dinleyen ise uzaylıdır.

Biz de affedersiniz “kaz gibiˮ bekliyoruz ki, Atatürkçüler bir araya gelsin de cumhuriyeti kurtarsın diye.

Ne Atatürkçüsü? Atatürkçü kim ki?

“Milliyetçiyimˮ diyememek; Türk Milleti diyememek, “Türkˮ diyememek; doğru düzgün Türkçe konuşamamak; doğru düzgün yabancı dil de konuşamamak; kendi tarihinin câhili olmak; kendi müziğinin, edebiyatının, folklorunun câhili olmak ve ondan nefret edip, utanmak; bu sebeple onu görmezden gelmek, benimsememek mi Atatürkçülük?

Yabancıların müzik, edebiyat, tarih, folkloru vs. hakkında da tın tın câhil olmak mı Atatürkçülük? Bundan ötürü; kâh içgüdüsel bir korunma isteğiyle kendini dış dünyâya kapatmak; kâh, dışarıda çer çöp, ne varsa süpürmek için, o tarafa doğru kollarını açıp koşmak mı Atatürkçülük?

Yoksa her gün çatır çatır evlâtları şehit olurken, onların kaatillerini ekranlara çıkarıp röportaj yapmak, “birbirimize açılalım, mutabakat kuralım demek mi Atatürkçülük?


Atatürkçüler birbirini beğenmeyedursun, toplumumuz açısından önemli nokta şudur. Dikkat edilsin! Bugün “ben hiçbir ideolojiye mensup değilim demek “ben Atatürk düşmanıyım; onun yarattığı değerlerin ve sistemin karşısındayım demek anlamına kavuşmuştur. Bu nüans çok ama çok önemlidir.

Atatürk ilkelerinden en başta geleni “milliyetçiliktir”. Milliyetçi olunmadan Atatürkçü olunamaz. Kendine “ulusalcıˮ diyen milliyetçiler, bunu geç de olsa fark ettiler. Milliyetsiz millet olmaz; Türk milliyeti savunulmadan da Atatürkçü olunmaz.

Ekranlara, sütunlara çıkıp da açık açık “ben Atatürkçü değilim, milliyetçi hiç değilim diyenler, Atatürk ilke ve devrimlerine karşı bir natifi olanlardır.

Nedir milliyetçiliğin natifi? Etnik milliyetçilik veya evrenselcilik!

Nedir lâikliğin natifi? Teokrasi.

Nedir devrimciliğin natifi? Statüko.

Gerisini saymaya gerek var mı? Atatürkçü olmadığını açıklayan cenahın, kafasında, bir görüş veya natif bir plân olarak, bunlardan bâzıları veya hepsi bir arada bulunmaktadır.

Hiç kimse şucu, bucu veya Atatürkçü olmak zorunda değildir ama bence Türk olsun olmasın; herkes biraz Atatürkçü’dür. Bugün, Atatürkçülüğün eline bayrak alıp bayramda Anıtkabir’e gitmekten daha geniş bir vizyona ihtiyacı vardır.

Atatürkçüler daha örgütlü, daha anlayışlı ve kültürlü olmalıdır. Milliyetçilik ve lâiklik ilkelerinin anlamını iyi anlamalıyız; zira bizi birbirimize kaynaştıracak, bizi birbirimizden uzak tutan farklarımızı ortadan kaldıracak olan bu ilkelerdir. Atatürkçülerin kendi tarihini okuyup öğrenerek, dilini iyi konuşup yazarak, kendi folklorunu ve kültürel değerlerini keşfederek, pozitif bilime sarılarak, daha monolitik bir kitle hâline gelmesi mümkündür.

Aksi hâlde, bu kozmopolit yapıyla, Atatürkçülerin, tek bir ses vermesi, birlikte toplumsal bir amel başarması mümkün değildir.

Mehmet Aziz Göksel – İstanbul – 04.11.2012

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©