M. Kerem Doksat | 22 Haziran 2017 Perşembe | 2480 |
Aziz Dostum,
Sezen Aksu’nun koltuklarında uyuduğu, Fikret Şeneş’in Ajda’ya
şarkılar yazdığı Sosyal Hayat Üniversitesi kapandı...
Bizi hastane odasında görünce bir şen kahkaha patlatıyor ki koğuş
çınlıyor: “Ayol bu eşsiz güzelliğiyle... Güzellikte birinci haliyle! Bir
de poz mu verecekmiş gazetelere?”
Geçmiş olsun demeye geldiği... Üstünde hasta önlüğü, burnunda
Oksijen hortumu takılı Mehmet Tuna’nın... Kımıl kımıl, durduğu
yerde duramayan, neresinden baksanız eğlenceli tabii…
Belli ki Sezen Aksu’nun keyfini asıl yerine getiren, yarım asırlık
arkadaşını, geçirdiği kalp rahatsızlığına rağmen, bu kadar kanlı/canlı,
bildiği/tanıdığı gibi hayat dolu görmek...
Eh, Sezen Aksu bu. Bugüne kadar neye ‘eyvallah’ dedi de yetti,
yetindi ki?
İzmir kızı, çırasını yakar adamın: “Hiç susmayan bir hasta.
N’apacağız bunu ya? Koca karı gibi çenesine vurmuş. Baksana
oturduğu yerden de hâlâ her şeye karışıyor.”
MEHMET TUNA: Senden öğrendik her şeye karışmayı!
SEZEN AKSU: Oğlum Allah idrak vermiş. Hastanedesin. Sence
neden mesela? Burnunda Oksijen takılı bir insanın soluğunu daha
dikkatli kullanması gerekmez mi? Hiç durmadan konuşuyorsun sen
Mehmet!
MEHMET TUNA: Öyle öyle açılıyorum işte...
SEZEN AKSU: Ben bunu döverim bu hastanede. Koli bandıyla
ağzını bantlayalım şunun kız. Oğlum adamın sinirini oynatma.
Oksijen alıyorsun Mehmet, onun için söylüyorum. Neyse hadi ben
kaçıyorum, sen röportajına bak.
MEHMET TUNA: Eh hadi güle güle. Neyle, tekneyle mi geçeceksin
karşıya?
SEZEN AKSU: Yoo, arabayla.
MEHMET TUNA: Ne var şimdi sende?
SEZEN AKSU: Bilmiyorum ki adı neydi. Ben arabalardan bir tek
‘Vosvos’u tanıyabiliyorum. Benimkinin rengi siyah ya, sırada
hangisini benzetirsem ona biniyorum.
MEHMET TUNA: Nasıl yani?
SEZEN AKSU: Hayır, binmesi sıkıntı değil. “Sezen Hanım, bu
sizinki değil” diyorlar; iniyorsun ya sonra. O çok koyuyor insana!
Bak o ayaklarını da sarkıtma, şişiyor. Hadi öptüm, muck muck! (Bir
şen kahkaha daha, şifa niyetine gelsin bütün koğuşa...)
Sezen Hanım’la hukukunuz ne zamana dayanıyor?
- Ohoo o. 1973’lerden beri.
Hiç beraber çalıştınız mı? Şurada, şunu açmıştık da orada sahne
aldı, falan...
Bir tek düğünümde Şamdan’da şarkı söyledi. Ha bir de 30’uncu
yıl dönümümüzde jest yaptı, sahne aldı. Kardeştir o bana. Biz
Onno’yla çok kardeştik, ondan hatıra...
Evlenmeden evvel, bütün flörtlerimi Sezen’e görücüye çıkartırım.
Patavatsız çünkü. Sonra suratına bir laf eder, kıza rezil eder adamı.
Şehnaz’la sevişiyorlar Allah’tan. İkisi de cüce olduğu için...
Belli ki sizi çok seviyor. Şamdan tahliye edilince size yalısını teklif
etti. Böyle bir vefasına ben de şahidim, Ece Aksoy’da.
Yahu, Sezen’in bana bir teklifi falan olmadı. “Ben her zaman
yanındayım. Önce sağlık, gerisi kolay” mesajı verdi. “Şamdan’da
kapanış bile yapamadın, istiyorsan gel, evimde parti yap. Yeniden aç,
çıkayım, şarkı söyleyeyim” dedi. “Evimi sana vereyim, lokanta yap”
demedi ki. Evirip çeviriyorlar. Hadi o dese bile, kadının oturduğu evi
restoran mı yapacağız?
"Gece çıkmak demek, Şamdan'a gelmek demekti." - Fatoş-
Nasıl bir döneminde kapandı Şamdan? En güzel dönemi
hangisiydi sizce?
Fikret Şeneş, “Her yaşın bir güzelliği var” diyor ya... Her dönemin,
her sezonun bir güzelliği var kendine göre. Yıllar evvel, Tiffany’de
DJ’lik yapıyorum. Saat erken, kendi kendime klasik müzik
dinliyorum. Abdi (İpekçi) Bey geldi. “Aman değiştirme müziği, çok
güzel” dedi... Bir kişi, iki kişi derken 30-35 kişi oldu, her gelen
memnun. Klasik müzikle kapadım o geceyi. Herkes mutlu, huşu
içinde… Demek güzel de çalmışım ama kaç kişiye nasip olur ki gece
kulübünü klasik müzikle kapatmak? Yani bırak sezonları, her gecenin
kendine göre bir güzelliği, özelliği var bence.
Şamdan için ‘Özal zenginlerinin mabedi’ denir ya onun için
soruyorum.
Tabii ki herkese özen gösteriyoruz ama bizde hiçbir zaman zengin
önceliği olmadı. Bizde müdavim önceliği vardır. Ben parayla masa,
sandalye, stant satmam, satmadım. Onu yaparsan dükkânı korsanlara
parsellemiş oluyorsun. Dükkânımı ele geçirtmem. Parasını vermiştir,
konuşamazsın o zaman.
Kredi kartlarının olmadığı yıllar... Gece sonunda çuval çuval
para çıkarmış. Öyle mi hakikaten?
Niye çuvalla para çıksın, kasamız vardı, koyardık kasaya. Çok para
kazandık, değeri küçük küçük, yığınla para... Saymakta zorlandığımız
günler de oldu ama içeri giren sayısı en fazla 350. Çarp 200’le: 70 bin.
10 sene önce "Şamdan kirasını ödeyemediği için kapanacak"
dense, kimse inanmazdı. Değişen Şamdan mı, Türkiye mi? Hepsini,
hep beraber göreceğiz.
LORD GİBİ GEZEN ADAMLARDI
Fotoğraflara falan bakıyorum da... Eskiden daha mı bir şıkmış
cemiyet hayatı? Daha mı zarifmiş eski zamanlar?
Millet Meclisi’nin fotoğraflarına bak. Atatürk’ün meclisine, Adnan
Menderes’in meclisine, hatta Demirel’in meclisine... Bir de şimdiye
bak. Politika olarak değil, şıklık bakımından söylüyorum. Tabii ki
daha şıktı ya da şöyle söyleyeyim, daha özenliydi insanlar. Bugünkü
Faruk Süren gibi. Ercan Arıklı, Haldun Simavi, Ercüment Karacan...
Lord gibi gezen adamlardı bunlar. Şimdi rahatlık var. Ben de öyleyim.
Sakalı kesmediğim bile oluyor. Hatta çok şık olunca sırıtıyorsun.
Obama Türkiye’ye geldi, canı kurbağa bacağı yemek istemiş, bir tek
sizin yapabildiğiniz ortaya çıkmış. Müthiş bir birikim... Meslekte
nasıl piştiniz ki Harekât’a loğusa, ambargolara gebe bir Türkiye’de
Şamdan gibi bir fark yaratabildiniz?
İşe DJ yardımcı olarak başladım. Sait Halim Paşa Yalısı’nda,
1971’de. Tesisattan, bilet kesmeye her işe koşturdum.
Tarzınız neydi?
Benim tarzım yoktur. Kendim bile moduma göre müzik dinlerim.
Muazzez Abacı üstüne Pink Floyd, üstüne Sezen, üstüne The
Beatles... Bunlar da birbirine alternatif değildir. Sadece hepsinin yeri,
zamanı vardır.
Siz kendi yerinizde eğlenir miydiniz yoksa orayı işyeriniz olarak
mı görürdünüz?
Çalışmakla eğlence iç içe olmalı ki doğurganlık olsun. Kendi zevk
almadığım hiçbir şeyi sunmam. Beğenmediğim köfteyi vermem,
beğenmediğim müziği çalmam. Eğlendirmekten çok zevk alıyorum.
Uykumu bile etkiliyor, güzel uyuyorum. İnan bana, bazı anlar oldu ki
“Keşke şu anda herkes dans etse de kimseden hesap almasam” dedim
kendi kendime. Çünkü o an çöküntüdür, yıkımdır bana.
HERKES PARASININ ÜSTÜNE KAPAKLANDI
Şamdan için sıkıntı ne zaman başladı? İlk ne zaman fark ettiniz...
Yani işlerin eskisi gibi gitmediğini?
Geçen seneden beri biz de bütün Türkiye’deki sıkıntıyı yaşıyoruz.
Hafta arası bitti. Hafta sonu da ancak hafta arası kadar iş yapmaya
başladık. Zaten kim iş yaptı ki? Kimse! Yüzde 90’ı ekonomik…
Herkes paranın üzerine kapaklandı.
40 yıllık mekân. Siz ne 24 Ocak’lar, ne 5 Nisan’lar atlattınız.
Acaba ekonomiden başka nedenler de olabilir mi?
Çıkmıyor millet. Benzin pahalı, araba pahalı, taksi pahalı…
Türkiye’nin hâlini seyahat acentelerinin ilanlarından anlayabilirsiniz.
Atla yurt dışına tatile git. Yunan adalarına gittik, iki kişi yüksek
sezonda 40 Euro. Kahvaltı dâhil. Evde otursan daha çok para
harcarsın!
Maşallah, doktorlar da gelip gidip iyiye gittiğinizi söylüyor. Şimdi
bundan sonra ne var kafanızda Şamdan’la alâkalı?
Normalde Haziran’da çıkmamız gerekiyordu, tongaya düştük. Kadın
(Seda Sayan) bizi istemiyor. Yeni ufuklara açılacağız. Kendi adıma
yüzde 100 umutluyum. Yaparım. Ama macera yaşımızı geçtik. İki ev
bakıyorum; son kalan üç kuruş alacağımızı, kredibilitemi de ziyan
edemem.
Türkiye nereye, biz oraya… Önce bir Türkiye’yi koklayacağız. İyiye
gidiyor muyuz dersen, ben çok iyi görmüyorum. Dükkânımı altı sene
evvel Seda Sayan’dan kiraladığım zaman dolar 1380’di.
4 bini geçerse nasıl umutlu olurum? Bakacağız, göreceğiz.
Biz basınla ‘Şamdan’ olduk. Bu insanlar bize nasıl yenileceğini, nasıl
içileceğini, adabı, edebi öğretti. Bir numaralı hocam Abdi İpekçi’dir.
Ahmet (Çapa) Abi’yle Metin Fadıllıoğlu anlaşmazlığa düştüler,
dağıldık. Bir sürü yerimiz vardı, Etiler Şamdan bende kaldı. Beraber
olup dünyayı oynatacağımıza, rakip olup birbirimizden müşteri
çalmaya başladık.
Bir akşam “Seni Fahrettin Aslan arıyor” dediler. Yazlık Maksim’deki
Papagayo’ya transfer etmek istedi. Önüme bir tomar para koydu.
Parayı aldım, dokunmadan bankaya yatırdım, çalışmaya başladım. İşe
çok karışırdı. Personele, fiyatlara falan...
“Ben bu şekilde çalışamam” dedim. “Benle kimse böyle konuşamaz”
dedi. Ama bu hâlim hoşuna da giderdi. “Oğullarım niye senin gibi
değil” derdi.
Ondan kazandığım o parayla Etiler Şamdan’a ortak oldum.
Güler Sabancı geldi bir gün... “Keşke Sabancı Korusu’nda bir şey
açsanız. Ben Sakıp Amcam’a bir sorayım bunu” dedi.
İki gün sonra çağırdılar, gittik. Sakıp Bey, ‘trrrrrop’ diye 10 dakikada
sistemi çözdü, hâllettik, anlaşmayı yaptık.
Böyle insanlarla konuşurken çok dikkatli olmak zorundasın. Hata
yapamazsın. Sana hata yaptırmaya çalışırlar. Sevmezlerse yaptırırlar
zaten. Sen de farkında olmadan yersin, yakalarlar. Çok şeyler
öğrendik duayenlerimizden.
Metin Akpınar’la yine sabahladık bir gece. Şamdan’ın karşısında da
Erdal Mobilya var... Dükkânın önüne, çimenlerin üstüne ferforje
masa-iskemle koymuşlar. Kahvaltı edeceğiz. Çay may hazırlattım
hepsini, dedim ki “Ağabey hava da güzel, gel karşıya geçelim, açık
havada kahvaltı edelim.” Sabah yedi-sekiz... Okul servisleri başladı.
Trafik sıkıştı!
Yanımda Metin Akpınar var ya... Kimseye anlam da veremiyor. Film
çeviriyoruz zannetmişler...
Sevgili Mehmet Tuna, adam gibi adamdın. Telefonunu silemeyeceğim aziz dostum.
Düğünümüzü mekânında yapmıştık ve çok güzel olmuştu.
İyi ki tanımışım.
Adam gibi adamdın kardeşim!
Allah rahmet eylesin...
Mehmet Kerem Doksat – Tarabya - 22 Haziran 2017