M. Kerem Doksat | 14 Ağustos 2015 Cuma | 5489 |
Sanat ve psikanaliz arasındaki yoğun ilişkiyi inceleyen ve bu alanda birçok çalışması bulunan ünlü psikoloji duayeni Prof. Dr. Neriman Samurçay, Güzel Sanatlar Fakültesi’nin davetlisi olarak Anadolu Üniversitesi’ndeydi.
16 Kasım Pazartesi günü Kongre Merkezi Kırmızı Salon’da gerçekleştirilen söyleşiye Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zehra Çobanlı’nın yanı sıra GSF öğretim üyeleri ve çok sayıda öğrenci katıldı.
***
Sanat ve psikanaliz arasındaki yakın ilişkiyi eksen alarak yıllardır çeşitli sanat dergilerinde yazılar, denemeler, eleştiriler kaleme alan ve bu yazıların bir bölümünü Sanatta Psikanaliz adlı kitabında derleyen Prof. Dr. Neriman Samurçay, resim sanatını, başlangıçta bir tedavi yöntemi olarak kurulan, bugün artık bilinçdışı kuvvetlerin bir bilimi haline gelen psikanaliz çerçevesinden inceliyor.
***
Söyleşide sanat ve psikanaliz arasındaki yoğun ilişki doğrultusunda Rorschach kişilik testinden de bahseden Prof. Dr. Neriman Samurçay, uygulanan bu testler doğrultusunda sanat ve psikanaliz arasındaki yakın ilişkiyi merkeze alarak, ressamların iç dünyalarına inilebileceğini vurguladı.
Samurçay, kitabından bahsederken sanatçının kişiliğiyle yapıtın içerikleri arasında bir ilişki kurarak, neden bazı temaların daha önemli yer tuttuğunu anlamaya çalıştığını ifade etti. Yazılarında sanatı ve şiiri yoğun bir şekilde kullandığını belirten Prof. Dr. Neriman Samurçay, resim yapamadığı halde resme aşırı bağlı olduğunu ve resimsiz bir hayatı düşünemediğini söyledi. Söyleşide sanat ve psikanaliz arasındaki bağlantıyı açıklamak için çeşitli şairlerin şiirlerini okuyan ve Ressam Fikri Cantürk’ün eserlerinden örnekler veren Prof. Dr. Neriman Samurçay, psikolojik tedavide ilaç tedavisinin tek başına yetmeyeceğini, ilaç tedavisiyle psikoterapi’nin bir arada yürütülmesi gerektiğini vurguladı. Söyleşi, Prof. Dr. Neriman Samurçay’ın konuşmasını bitirmesinin ardından sorulara cevap verdi.
***
Prof. Dr. Neriman Samurçay 1923 yılında doğmuştu. Türkiye’de psikolojinin duayenlerinden biriydi ve Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Felsefe bölümünü bitirdikten sonra, doktorasını psikoloji dalında yaptı. Paris’te klinik psikoloji, Rorschach Testi ve benzer projektif testler üzerine ayrıntılı çalışmalar yürütmüştü.
***
1988 yılında, Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde bölüm başkanı oldu ve emekli oluncaya kadar bu görevi sürdürdü.
Samurçay’ın çeşitli bilimsel makalelerinin yanı sıra, sanat dergilerinde ve galeri yayınlarında “sanat ve psikanaliz” eksenli birçok yazısı yayımlandı.
Prof. Dr. Neriman Samurçay’ın Sanatta Psikanaliz adında bir de kitabı bulunuyor.
***
Ben kendisini babam Fransa’da gizlendiğinde tanıştım. Bebek’teki bir dairesinde kalıyorduk. Solcuydu ve yakın aile dostumuzdu. Kocası da epey alkol tüketirdi. Küçücük bir daireydi ve herkesten gizleniyorduk. Arada Toygar Eniştem ve Melahat Halamın evine kaçardık. Tatlı polemikleri olurdu. Çok gülerdik.
***
Küçük Bebek’teki kahve ve çay içerdim ve ufak tefek çapkınlıklarım olurdu.
Bir Afgan Prensesi’yle çıkmıştım, güzel bir kızdı ve bana özel olarak özgün kıyafetleriyle dans ederdi.
Babam da ropdöşambrını giyer, memleket hasretini giderirdi. Çok zor günlerdi. Esaret gibiydi ve ikinci kattaki daracık daire o zamanlar bütün evimizdi.
***
Bir gün Prof. Dr. Fikret Ünsal’ın katledildiği haberi geldi. Meğer Ülkücüler yapmış; öyle dendi. Türk İntikam Tugayından da bahsettiler. Kürt kökenliydi, Cumhuriyet Gazetesi okurdu ama tam bir Atatürkçüydş. Pederin Adana’daki belki de en iyi dostuydu ve eski bir boksör, çok da iyi bir nörologdu. Çok üzülmüştük! Tehditler çoktu ve nereye gitsek telefonla aranıyorduk! Cenazesine bile iştirak edemedik!
***
Profesör Dr. Nermi Uygur kitaplarından birinde Almanlar ile Türkleri karşılaştırırken aşağı yukarı şöyle demişti: “Almancada ‘quatschen’ adlı bir kelime var, gevezelik etmek anlamında kullanılıyor. Türklerin her gün yaptığı ‘quatschen’ için Almanlar terapistlerine para ödüyorlar”. Çok doğru bir saptama. Bu yüzden Almanya hem psikanalizin hem de pek çok terapi yönteminin vatanı sayılır. Masal terapisinden psikodramaya, aile diziminden sinema terapisine kadar…
Yeni okuduğum bir kitap de hem terapi hem de nehir söyleşileri konusundaki ön yargılarımı sarsmayı başardı. Bircan Kırlangıç Şimşek’in Ankara’nın en tanınmış psikologlarından Profesör Neriman Samurçay ile yaptığı 238 sayfalık nehir söyleşi Cumhuriyet ile Büyüyen Kadın okuyucuyu aynı zamanda tarihte kısa bir yolculuğa çıkardığı için de ilgi çekici.
***
Samurçay, “ben 1923’te Atatürk dünyasına adım atmışım. Cumhuriyet ile birlikte” diyerek başlıyor hikâyesine. Sonra doğduğu kent Denizli’den İzmir’e taşınmışlar. İzmir’de Atatürk’ü İran Şahı ile birlikte üstü açık bir arabada gördüğünü anlatıyor. Arnavutluk göçmeni olan anne ve babasının – ilk çocuk öldükten sonra- ikinci çocuğu Neriman Samurçay.
Babasını çok seviyor ama annesiyle ilişkisi mesafeli. Ankara’daki Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde felsefe okuduktan sonra doktorasını, Türkiye’de -alanı henüz tam olarak tanımlanmamış olsa da- psikolojide yapan Samurçay, Paris’te klinik psikoloji ve bazı yansıtmalı testler üzerinde çalışmalar yürüttü.
Samurçay sanat ve psikoloji arasındaki uyumun Türkiye’deki mimarı sayılır. Eşini hayattaki en büyük şansı olarak anlatan Neriman Samurçay’ın en büyük şanssızlığı ise büyük kızının genç yaşta kansere yenik düşmesi olmuş. Samurçay, hayata öyle sıkı sıkı tutunmuş ki, kendi kanserine hiç yüz vermemişti.
Samurçay’ın 88 yıllık hayatı vefalı dostlarıyla dolu. Samurçay ile söyleşen Bircan Kırlangıç da hem dostu hem öğrencisi. Bu da kitaba ayrı bir tat veriyor.
***
Bir eleştirmen şöyle yazmış:
Kitapta beni en çok şaşırtan Neriman Samurçay’ın hastalarıyla da dostluk kurması ve her türlü sorunuyla yakından ilgilenmesi. Kitabı okurken Neriman Hoca Almanya’da olsa sırf bu yüzden fazla iş yapamazdı diye düşündüm. Bana unuttuklarımı hatırlattığı için ben de Cumhuriyet ile büyüyen kadın Neriman Samurçay’a çok şey borçluyum.
***
Evimize girip çıkan, halimizi hatırımızı soran pek azdı.
Gene en çok gelip giden İklil’di. Boğaziçi yerleşkesine gider, sık sık orada kalırdım, kuş bakışı bütün İstanbul’u temaşa ederdik.
Geçen vapurlara bağırıp dalgamızı geçerdik. Murat Akman da oradaydı AFS ile gittiği ABD'den yeni dönmüştü ve çok kitap okurdu.
Sabir ise henüz sıra kadem basmamıştı; liderdi… Şimdiler de yurt dışında. En son Diyarbakır’da görüşmüştük eski karım ve kızımla.
***
İkinci kattaki evde Peder bazen konyak içer ve Marmara purolarından tüttürür, anılarını anlatırdı.
Bir gün Fransa’da bir Cafeye gitmiş, oturmuş. Sarışın bir âfet de tam karşısında; ne yapsın, “Matmazel, ben size lâyık değilim” demiş.
Elindeki kitabı gören Ermeni kadın yanaşmış ve “Mösyö, Türk müsünüz” diye sormuş.
O da, “evet, nereden anladınız” demiş”. Gülmüş kadın ve “okuduğunuz kitaptan cevabını” vermiş. Sonra da “ikram benden, ne isterseniz” demiş. Babamın bunun akabinde ne yaptığını hâlâ bilemiyorum.
***
Merhum Peder de kısa bir hayat hikâyesi anlatmış. Bunları dinleyen kadın tebessüm etmiş ve “Mösyö, kadin estittiği erkeği sever” demiş kırık Türkçesiyle… Sonra bir şey olmamış; en azından merhum öyle demişti…
***
Zor günlerdi ve annem tek odada yemek pişirirdi. Zaman zaman bir şeyler yemek için değişik semtlere kaçardık ama ne cepte ne de cüzdanda bir şey kalmıştı.
Gönlümüz ise boldu…
***
Bir gün emekli bir albay “delikanlı, arabanızı oraya park edemezsiniz” deyince, “ediyorum işte, sıkıysa gelip kaldırın” demiştim.
Adam kızacağına gülümsemiş ve “tamam o takdirde” cevabını vermişti.
***
12 Eylül’ün sonrasındaki bu zamanlarda terör geçici olarak kontrol altına alınmıştı ama bir Evren Cuntası fenomeni başlamıştı.
Elinde Kur’ânı Kerîm ile köy köy dolaşıyordu ve Menderes’le arkadaşlarını da asmışlardı.
Tek bir kurşun dahi atılmamıştı ve “küçük ABD olacağız” diyen bu zarif adam hayatını kaybetmişti. Serbest Fırka da yeni kurulmuştu.
Celal Bayar’a dokunmamışlardı. Ben sık sık köşklerine giderdim ve bahçede tur atardım.
Neslihan’la dostluğumuz da ta o zamanlarda başlamıştı, hâlâ da sürüyor.
***
İşte o kritik günlerde bizlere kol kanat germiş ve evinde ağırlamıştı. Son derecede misafirperver ve mütevazı bir insandır kendisi. Gayet entellektüel ve dopdoludur.
Belli ki direnmiş onca acıya, kedere ve zorluğa. Kolay değildir bu yaşına kadar ayakta kalmak konuşmak. Fransızcası ve çok iyiydi ve Merhum Emmi Dayıma (Haluk Karamağralı) ve Babama da, 40'ından sonra bu lisanı emekle, sevgiyle öğretmişti. "Bu iki kocaman adama, hele Orta Yaşa gelmişken, öğretmenlik yapmak demek bana nasip olacakmış der" ve gülümserdi..
***
Siyavuş da sağlıklıydı ve kendi işini kurmuştu. Merhum Rebiî Dayımla ortaktılar ve bir video satış ofisinde çalışıyorlardı. MALEV'den ayrılmıştı. Fırsat buldukça Maverick marka otomobilimle evlerine gider ve o zamanlar tertemiz olan Marmara Denizinde kayık kiralar ve yüzerdik.
***
Daha Biga'da mecburi hizmete gitmemiştim -ki Değerli Meslekdaşım Yankı Yazgan'la orada karşılaşacaktık. Henüz ilk izdivacını yaşamaktaydı.
Cânan ise daha melekle âleminde, doğmayı bekliyordu...
Aslında kökleri orada atılmıştı kızımın ve Hayrettin ve Günay Dereli'yle orada epey yakınlaşmıştık. Arada evlerine gider ve muhabbet ederdik. Nurperi ile araları pek iyiydi, bazen gitar çalıp beraber şarkı türkü söylerdik.
***
Hiç unutmam, bir gün İstanbul'a kaçamak yaptım ve annemle babama gittim. O zamanla Sefa Sokak 5 numaralı (Çiftehavuzlar) evdeydiler.
Arada onlar da Bebek'ten kendi evlerine gidiyorlardı. Balkonda oturup sohbet ederdik ama Pederim çok fazla öksürmeye başlamış, âdeta içine kapanmış ve az konuşur bir hâl almıştı. Annem de arada çiçekleri sulamaya gidiyordu; severek ve şarkılar söyleyerek.
***
Bir baktım ki, komşu inşaattan birileri taş atıyor aşağıya. Gençtim, sokaktan geçen de pek benziyordu ilk karıma.
Asabileştim; iki katı hızla indim ve karşıdaki inşaata daldım. Kara kuru bir oğlandı karşımdaki. Hafifçe omuzlarından tutup bir de tokat attım ve "sen insanlara, hele kadınlara nasıl taş atarsın" diye bağırdım. Korktu ve arkaya uzattığı kollarıyla "tamam agam, abim" dedi. İnşaatın bekçisi de "Doktor Bey, bunlar laftan anlamıyor, bir şey yapamam, sonra beni de döverler" diye mukabele etti. Sakinleşip eve döndüm.
Sen misin kabadayılık yapan!
Ertesi sabah bir baktım en az 30 kişi aşağıda toplanmışlar ve aralarında yarı Kürtçe, yarı Türkçe konuşarak, ellerinde kesici delici aletleri de almışlar, beni linç etmek için bekliyorlar. Hattâ bir tanesi eve kadar geldi ve Pedere "nerede o, verin bize" dedi. Korkmuştum çünkü bu kadar çok adamla başa çıkamazdım. O zamanlar 80 Kilo kadardım ve çeviktim ama Tae kwon doda bana adam dövmek ve bıçağa karşı savunma yapmak öğretilmemişti. Sokak kavgasını da sevmezdim. Hâlâ öyleyimdir; gerçi birkaç kere zorla bulaşmıştım".
***
O zamanlar MİT'te çalışan bir ahbabını aramıştık ve birkaç saat zarfında koyu renk Renault geldi. ... Bey inip onlara bir şeyler söyledi de, dağıldılar. Gene de eve üç gün gizlice girip çıktım.
Bunlar, kadınlara taş atan kişiler Doğuluydu ve o zamanlar bile ânında toparlanıp saldırabiliyorlar ama tek başlarına iken ürkek davranıyorlardı. Allah'tan sağ sâlim kurtulmuştum.
***
Biga, Üst Bebek ve Çiftehavuzlar arasındaki turlarım sürdü, hep kaçak durumdaydık. Temel Güven duygumuz zedelenmişti.
Elimizde bavulla oradan buraya gidiyorduk ama umudumuzu kaybetmemiştik.
Sonunda Sıkıyönetim Komutanlığından "Hocam, çalışabilirsiniz" diye haber geldi.
Adana'ya dönemezdik, terör çok kötüydü. Neriman Hoca'ya danışarak, Nişantaşı'ndaki, eski Dilberler Mağazasının üst katındaki muayenehaneyi kiraladık ve oraya yerleştik. Hem hasta görüp, hem de orada ikamet ediyorduk. Muhtelif hekimlerden referansla ve etraftan duyarak hastalar gelmeye başlamıştı. İşler iyiye gidiyordu ama eski bir pratisyen arkadaşı dadandı Pederin. Alkolizmden dönen ender insanlardandı... Şık ve kravatlı, tıraşlı olarak gelip durmadan telefonu meşgul ediyordu. Hiç anlayışlı değildi. Bir de MİT Ajanı dadanmış, her gün şizo-paranoid bir tavırla hepimizi gözetliyordu. Ben aküpunktür ve çaylak psikiyatrlık yapıyordum. Bazen Reha da gelirdi ve hastaları konsülte ederdik.. Hastaların ilaçlarını ayarlıyorduk. Uygun vakalarda ben de, babam da Hipnoz uyguluyorduk.
***
O dönemlerde kolayca EKT de yapıyorduk, hem de anestezisiz. Evlere de gidiyorduk ve bundan da para kazanıyorduk.
Bu dönem sık sık sekreter değiştirmek zorunda kaldık çünkü uluslararası arayanlar, kasadan para yürüten... boldu. Annem tuvalette yemek pişiriyordu; bütün ihtiyaçlarımızı orada gideriyorduk.
Hem fizik muayeneyi, hem de göz dibine bakma işini ben yapıyordum. Bu sayede Nedim Hoca'ya artık hasta yollamıyorduk.
***
Neriman Hoca işte böyle bir zamanda yanımızdaydı. Hâlâ hayatta olmasına pek sevindim.
Dilerim bir gün buluşuruz ve sohbet ederiz.
Ve dilerim ben de, o da hayattayken bunu tahakkuk ettiririz. Bu aralar yitip giden çok da...
Mehmet Kerem Doksat - Tarabya - 15.08.2015