NEW YORK NEW YORK

M. Kerem Doksat      27 Temmuz 2012 Cuma      4358

Amerikan Psikiyatri Birliği''nin yıllık toplantısı (kongresi) için geçen hafta New York''taydım.

11 Eylül saldırıları, Irak'ın işgâli ve sâir hâdiselerden sonra ABD''ye ilk gidişimdi bu. Herkes gibi, epey merak etmekteydim oraların durumunu.

İlk rezillik JF Kennedy Havaalanı'nda yaşandı.

Pasaport kontrolü için sırada bekliyorum. Zâten sıranın tamamını Türkiye'den gelen psikiyatri hocaları veya uzmanları oluşturuyor. Sıra yavaş ve aksak aksak ilerliyor çünkü masadaki insan azmanı polis memuru herkesi fırçalıyor, bağırıp çağırıyor. Doçentler, profesörler, şefler, uzmanlar. Hepsi nasiplerini alıyor bu boyanmadan. Kimse gıkını çıkaramıyor çünkü bu sosyopat tam yetkili, kimselere en ufak bir hesap vermeksizin sizi geri yollayabilir, tutuklattırabilir hâttâ özel sorgulamaya göndertebilir. Herkesin parmak izleri alınıyor ve fotoğrafları çekiliyor. Parmağını doğru basmazsan veya kameraya iyi bakmazsan yiyorsun fırçayı. Bir profesör arkadaşımı dört kere sıranın başına geri yolluyorlar, harf hatası yaptığı için.

Sıra fakıyra geliyor. Elinde yeşil pasaportum, altında "psikiyatri profesörü" ibâresi, önceden gelen en az 20 kişiyle aynı amacı taşıyarak oraya gittiğim belli. Buna rağmen tam dört kere "Amerika'ya neden geldin" diye soruyor. Sabırla, sinirlenmeden ve alttan alarak mükerrer cevap vermekten başka çârem yok. Uçakta verilen formları doldururken, ABD vizesinin süresiyle ilgili bir suâli yanlış anlayıp başlangıç tarihini değil, bitiş zamanını yazmışım. Bu ise affedilemez bir günah! "Hey adamım, senin zaman makinen mı var ki 2009 diye yazmışsın, siz Türkiye'de yeni icatlar mı yapıyorsunuz" diye öyle bir bağırıyor ki, epey kişi dönüp bize bakıyor. "Sorry" diyorum ama yetmiyor ve sırf 2009 rakamını 1999 yapmam için sıranın başına geri yollanıyorum. Düzeltip geri dönüyorum, aşağılayan bakışlarla pasaportumu süzüyor; "siz deli doktorlarının (shrink: Amerikanca aşağılayıcı bir argo kelime) yazıları da bok gibi be" diyor (bu lâflarda sosyopatın İngilizcesi''nden aynen tercüme ettim: "like shi*t"). Yutkunuyorum, sonunda damgaları basıp, "tamam, haydi çabuk" diye kovalıyor beni.

New York Sheraton'da kalıyoruz. Manhattan Sheraton ile karşı karşıyalar ama iki ayrı otel bunlar. Muazzam bir insan ve araç trafiği var. Her ne kadar aksi söylendiyse de, bavullarımızı taşıyacak kimse bulamadığımız için odalarımıza kendimiz taşıyoruz. Odalar kasvetli, belli ki eski bir bina.

Otel personelinin çoğu ukalâ, kaba ve ilgisiz. Lobideki rahatsız bankların hâricindeki koltuklara oturursanız, mutlaka bir şeyler yemek veya içmek zorundasınız. Yoksa net bir şekilde kaldırılıyorsunuz. Aynı yere kalabalığın çok arttığı akşam saatlerinde oturursanız, bu sefer de hizmet edecek garsonu ancak gidip yalvar yakar temin edebiliyorsunuz.

Kongre fena değil ama alışverişte kazıklanmanız kaçınılmaz. Siz siz olun, oralara yol yordam çok iyi bilen birisiyle gidin. Başınıza her şey gelebilir. Otel, Kongre Merkezi'ne çok yakın. Bindiğim taksinin şoförü "to the Convention Center please" dediğimde "bilmiyorum orayı" diyor ve beni inmek zorunda bırakıyor. Otelin önündeki görevlilere soruyorum. "Hepsi bilir ama 5-6 Dolar tuttuğu için işlerine gelmiyor, yalan söylüyorlar" diyorlar.

Aman Allah'ım, İstanbul'da aynı şey olduğunda "Batı'da böyle şeyler asla olmaz" diye perestiş edişimi hatırlayıp öfkeleniyorum. Soruyorum "peki ne yapacağız?". Cevap: "polis çağır". "Neden siz çağırmıyorsunuz" bile demiyorum, adamların umurunda değil.

Deli miyim, New York'ta bir Türk olarak bir Amerikalı'yı polise şikâyet edeceğim, sonra bir de suçlu çıkmak var. Nihâyet mütevekkil bir kadın şoför fakiri kabûl ediyor da kongreye gidebiliyoruz.

Sonrası mı? İnanın hiç farklı değil.

Adamlar müthiş bir megalomani içerisinde. Herkese tepeden bakıyorlar. Bir tek, otelin yanındaki sokağın köşesinde "hotdog" satan Ali'yle ahbap oluyoruz. Faslı, temiz yüzlü ve "benim sosislerim helâldir, asla domuz olmaz" diye bana teminat veriyor. 4.5 Dolar''a hem mis gibi iki adet "hotdog"u mideye indiriyor hem de leziz bir ananas suyu içiyorum. "Allah'a ısmarladık" diyorum Ali'ye, ısmarlama kısmını anlamasa da Allah'ta sorun yok; tekrar beklediğini söylüyor.

Bütün karmaşasına, kargaşasına ve perişanlığına rağmen İstanbul denen kaprisli kadını deli gibi özlüyorum: Catastrophic Nostalgia!

Bu teşhis mutlaka DSMV'te yer almalı.

Delta Havayolları'nın Alzheimer'li hosteslerinin -hayrettir- güler yüzlü servisi sürerken, dokuz buçuk saatin bir an evvel geçmesi için psişik zamanımı hızlandırıyorum.

   İlâhi, İstanbul ve.

      İlâhî İstanbul.

          Seni seviyorum.

Mehmet Kerem Doksat
Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©