M. Kerem Doksat | 16 Kasım 2012 Cuma | 7723 |
Eskatoloji (Yunanca έσχατος yâni “son” kelimesinden gelir) teolojinin (ilâhiyat) ve felsefenin bir bölümüdür. İnsanlığın nihâî kaderi veya dünyâ tarihinin sonuçlandıran olaylar, kısacası dünyanın sonu ile ilgilenir.
Birçok din, sekt veya kültte dünyânın sonu gelecekte olacak bir olay olarak kutsal metin, mit veya folklorda belirtilir. Daha geniş bir açıdan, eskatoloji Mesih, Mesih Çağı, âhiret ve rûh gibi konuları da kapsayabilir. Farklı inanışların eskatolojik inançları ve düşünceleri farklı olsa da belli benzerlikler var olabilir.
Yâni, Uzakdoğu mistisizmleri hâriç, dünyâdaki en yaygın üç İbrahimî dinde de “kendilerinden olanlarla ötekilerin büyük bir hârble hesaplaşıp, Cennet’ten nasiplenecekleri" vaâdi verilir…
Ufak(!) bir sürpriz ise aşağıda; kısa bir aradan sonra…
*
Daha önce de bahsettiğim bir şeyi, Armagedon Hârbi’ni bir hatırlayalım (çoğu Vikipedi’den, doğru ve güvenilir bilgilerdir, araştırdım):
Armageddon (Arapça أرمجدون, Lâtince: Armagedōn, Eski Yunanca: Ἁρμαγεδών Harmagedōn, İbranice: הר מגידו har məgiddô) Musevîlik dininde Dünyâ’nın sonu geldiğinde yapılacağı kehânet edilen büyük savaşın yapılacağı yerdir.
Armegedon Dağı
Melhame-i Kübra, kelime mânâsı olarak “çok büyük ve kanlı hârb” demektir.
İbranîce’de har-megido: Megido Dağı’dır. Burası, Yahudi'lerin ve Evanjelik'lerin kıyâmet savaşının kopacağına inandıkları yerdir. Akdeniz’den 15 mil içeride, Tel Aviv’den 55 mil kuzeydedir.
Kitabı Mukaddes’te (16/16): “ve o, onları hep birlikte İbranice’de Armagedon denilen bir yerde topladı” denilmektedir Revelation’da. Bu hârbi nükleer savaş şeklinde yorumlayanlar vardır, Ezekiel 38 ve 39. bölümleri temel alarak “çok şiddetli yağmurlar ve dolu, yangınlar ve kükürdün kaynaması, dağların düşmesi ve yüksek kayaların çöktüğü depremler”…
İslâm eskatolojisinde ise âhir zamanda gerçekleşeceğine inanılan Al Deccal ile İsa arasındaki savaşa verilen isimdir. Hristiyan inanışında bu savaşa Armagedon adı verilmektedir (Christ ile Anti-Christ mücadelesi).
İslâm’da Al Deccâl denilen büyük fitneden bahsedilirken, Muhammed’den önceki bütün peygamberlerin ümmetlerine bundan bahsettiğini bildirmiştir. Al Deccâl dünyâya şerri hâkim kılmak için savaşacak ve “Rablık” iddiasında bulunacaktır. İslâm kaynakları 70.000 Yahudi’nin Al Deccâl’a tâbi olacağını yazar. İsa ikinci defâ avdet edecek ve Al Deccal’le savaşarak onu yenecektir. Bu savaşın gerçekleşeceği yer ise atların diz kapaklarına kadar kana gömüleceği haber verilen Amik Ovası’dır. Amik Ovası Toroslar’ın eteklerinde yer almaktadır.
ABD Başkanı Ronald Reagan, 1980 ve 1983′deki konuşmalarında Armagedon’u telâffuz etmiş, “Armagedon’u yaşayacak nesil biz olabiliriz” demiştir.
İşin çok mânidar tarafı, İsrail ve ABG tarafından korunup kollanan ve 4. İbrahimî din olarak kabûl edilen Bahaîliğin de konuyla ilgilenmesidir
Bizzat Bahaullah yorum yapmış, hadi bu şaşırtıcı değil de…
En ilginç olanı 1. Dünya Hârbi’nin sonlarına doğru, General Allenby’nin Megiddo Hârbi’nde (1918) Dünyâ Güçleri’nin dünyânın pek çok tarafından Megiddo’ya asker sevk ederek, Türk’lerin, Bahaî’lerin o zamanki rûhânî liderini oduna bağlayıp (crucifixion: zamanla bu çarmıha germeye doğru gelişmiştir; merak edenler http://en.wikipedia.org/wiki/Crucify ve http://en.wikipedia.org/wiki/Battle_of_Megiddo_(1918) adreslerini okuyabilir) öldürmelerine mâni oldukları şeklindeki beyandır (bkz. Maude (1997) The Servant, the General,Armageddon. George Ronald. ISBN 0853984247)!
Hâlbuki Türklük tarihinde hiçbir zaman böyle bir cezaî müeyyide tatbik edilmemiştir ama Bahaîler buna inanıyorlar!
Megiddo Muharebesi, Britanya İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti ile yaptığı I. Dünya Hârbi muharebeler dizisinin en can alıcı ve sonuç vericisi olarak tarihteki yerini almıştır. Britanya İmparatorluğu’nun kesin zaferi ile sonuçlanan muharebe sonucunda, Osmanlı Devleti bütün Ürdün’ü ve Suriye’yi kaybetmiştir. Muharebenin bu şekilde sonuçlanması, Mondros Ateşkes Anlaşması’nın önünü açmış ve Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Hârbi’nden çekilmesini hızlandırmıştır. Bu mağlûbiyet, bir yandan dolaylı olarak Musul ve Kerkük’ün kaybına sebep olmuş, öte yandan da Mustafa Kemâl Paşa’nın İskenderun ve Antakya üzerindeki ısrarlı tutumunun kaynağı olarak daha sonra bu bölgelerin Hatay olarak anavatana kavuşmasını sağlamıştır.
Fethullah Gülen’in Bahaî olduğuna dâir makalemi lûtfen hatırlayınız.
Kendinizi bir bulmacanın parçalarını yerine koyarmış gibi hissedebiliyor musunuz?
Biraz daha açalım…
*
Önce bir Yahudi Takvimi veya Musevî Takvimi diye yazın, meselâ teferruatlı bilgiye cemaâtin web mekânından ulaşabilirsiniz: http://www.musevicemaati.com/index.php?contentId=98&mid=47: Yahudi Takvimi (İbranî Takvim) esas itibâriyle Ay yörüngesine göre düzenlenmiş bir takvim olup önceleri 12 ay ve 353-355 gün sürekli olarak birimlendirilen bu takvim daha sonraları bu birimlendirmenin gerek dinsel, gerek tarımsal gerekse astrolojik dönemlerin her yıl aynı mevsime getirilmesi amacıyla Güneş yörüngesine göre düzenlenen Gregoryen takvimiyle uzlaştırılarak oluşturulan ve 19 yıllık İbranî Takvimi döneminde 7 kez 13 ay ve 383-385 günlük yıllarla birimlendirilen bileşimsel (Compositif) bir takvimdir. Buna göre Tişri ayının ilk günü başlayan İbranî Takvim yılı, Elul ayının 29. günü son bulur. Musevîlik’te Bayram ve Mâtem günlerinin tarihleri Musevî Takvimi’ne göre hesaplandığından, bayramlar hep aynı tarihe gelmezler ama her zaman aynı mevsime denk düşerler.
Muhtelif kaynaklarda Talmud, Midrash ve kadim Kabbalistik çalışmalara ve Zohar’a göre, Mesih yaratılış zamanından sonraki 6000’ci senede gelmiş olmalıdır. Ortodoks (katı, aşırı tutucu) Yahudi inancına göre ise 2010 senesi yaratılıştan 5770’inci seneye denk düşmektedir. Demek ki bu tarih aslında 30 sene sonra, yâni 2040’tır… Farklı Yahudi müfessirlere göre bu vakit üzerinde tartışmalar hâlen de sürmektedir. Yâni bir kısmına göre Mesih çoktan gelmiş ve Armagedon Hârbi başlamıştır, kısmına göre de daha 19 sene vardır ama hazırlanmak da şarttır…
Katoliklik’te bu vakti “ne Cennet’teki Melekler’in, ne Oğul’un fakat sâdece Baba’nın bildiği” anlatılır. Tabii, Baba ve Oğul’un her ikisi de İsa (Jesus) olduğuna göre, bu izah bir antinomi, en azından çifte-açmaz teşkil eder… Protestanlık’ta da -pek çok tartışmaya rağmen- vakit belirtilmemiştir.
Michalengelo: Son Mahkeme
Sünnî İslâmiyet’te pek çok alâmetten bahsedilmiş ama gene bir vakit belirtilmemiştir. Şiî Müslümanlık’ta da beş pek muğlâk alâmetten bahsedilmiş ama gene bir vakit belirtilmemiştir. Bu “alâmetlerin” pek çoğu dünyâda pek çok dönemde yaşanmış olan hâdiselerdir.
Evanjelizm ile Köktenci Musevîler arasındaki yegâne fark, İsa Mesih geldiğinde ve Nihâî Hârb kazanıldığında, kimin Cennet’e gideceğidir.
Evanjelist dua ediyor…
Eh, İsa da bidâyette Yahudi olduğu için, aralarında anlaşacaklardır!
*
Toparlayalım…
Dünyâ üzerindeki nüfus bakımından en az olan ama nüfûz ve güç açısından en kuvvetli dinî grup, şüphesiz ki Yahudi'lerdir.
İsrail, Kudüs’ü de barındıran rûhânî, dinî bölgeyken, Torah’ta (Tevrat: Töre) gâyet açıkça sınırları çizilen Vaât Edilmiş Topraklar söz konusudur ve oralar da Kürtçülüğün oynandığı bâkir petrol ve Bor bölgeleridir. Ortodoks (köktenci, koyu) Yahudiler oraları istemektedirler ve entellektüel, insancıl Yahudiler’in ikazlarını hiç mi hiç dikkate almamaktadırlar.
Barzanî Kürt Yahudisi’dir.
İster 2010’da Mesih gelmiş ve Armagedon Hârbi çoktan başlamış olsun, ister 19 sene sonra gelecek olsun, ön hazırlıklar yapılmış ve yapılmaktadır…
Tarihlerine bakıldığında, her üç dinin mensuplarının köktencilerinin hepsinin gözleri karadır; ölmek ve öldürmekten zerre kadar korkmazlar (msl. Yahudilik’te Saddukîler, Ferisîler, Zelotlar ve Essenîler… Bunlardan bâzıları tekrar dünyâya geleceklerine inanarak toplu hâlde intihar dahi etmişlerdir)!
Avrupa ve Anadolu tarihi İsa adına birbirlerini ve “ötekileri” merhametsizce katletmişlerdir 2000 senedir.
Maâlesef İslâm da sûlh ve kardeşlik dini olmaktan çıkmış, canlı bombalarla ve saymaya hiç gerek olmayan nice eylemlerle teröre âlet edilmiştir.
Makalenin başından beri açıkça anlattığım somut tarihî gerçeklere istinâden, kendi aralarında anlaşmazlıklar yaşasalar da, Evanjelikler, Yahudiler ve kısmen diğer Hristiyanlar hâricinde, başta Müslümanlar olmak üzere, bütün “ötekilere” taassupla düşmandırlar!
Köktenci (ortodoks) Yahudiler’in de, Katolikler’in de, Protestanlar’ın da, diğer Hristiyan mezheplerinin de ortaklaşa en çok nefret ettikleri millet ise Türk'lerdir.
Çünkü “İslâm belâsını” dünyanın başına saran bizlerizdir onlara göre…
Ne demişti “bizden biri” olan, 1933–1952 yılları arasında İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan ve Türkiye’de ekonomi biliminin gelişmesine büyük katkıları bulunan büyük bilim adamı Alman Yahudisi Prof. Dr. Fritz Neumark?
Bir kısım talebesi Boğaziçi’nde geziye çıkarlar.
Talebelerden biri Prof. Neumark’a sorar:
-Avrupa bizi neden sevmez?
Prof. Neumark şu cevabı verir:
— Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türk'leri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir… Asırlardır Kilise’nin Türk ve İslâm düşmanlığı Hristiyanlar’ın hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince:
1- Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama faraza lâiklik söyle dursun, Hristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder.
2- Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.
3- Avrupa’nın pazarı idiniz. Simdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.
4- En az 400 yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.
5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanlar’ı, Haçlı ordusuna mezar ettiler.
6- Sizi silâh ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hâkimiyet sağladılar.
7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslâmiyet uğruna her şeyini fedâ etmeseydiler, İslâmiyet bugün belki sâdece Hicaz’da varlığını devam ettirirdi. Kaldı ki, Vehhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon Bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı her yerde İslâmiyet’i, sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet’i devam ettirdi.
8- Kilise size kin kusmaktadır. Ve sebepleri yukarıdadır.
9- Ben Türkiye’ye geldiğimde iki üniversiteniz vardı, simdi 19 üniversite var. (O tarihte öyle idi şimdi ise çok daha fazla.)
10- Sizler, gerçek hüviyyetinize döndüğünüz an Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır.
11- Yine sizler, Avrupa’nın tarihî düşmanısınız ve dâima düşman olarak kalacaksınız.
*
2. Dünya Hârbi’nden sonra kâğıt üzerinde cetvelle kukla devletler kurdurdu DDD ve ABG.
Başlarına da kişilik sorunu olan, psikopat veya psikotik yönü bâriz kuklaları oturttular:
Saddam Hüseyin
Hüsnü Mübarek
Kaddafi vs.
Paris’te, otelin karşısında Kaddafi çadırı!
Ücretli askerlere (paralı değil) kendi halkını katlettirmekte hâlen…
Hepsi de megaloman, kişilik sorunu olan, trajikomik adamlardı…
Hele Kaddafi için ne yazsam azdır!
Nitekim DDD+ABG düğmeye başlar başlamaz bütün İslâm ülkeleri patır patır dökülmeye başladılar. Gene de zor, oyunu bozabilir!
Sâdece iki ülke farklıydı ve kolay lokma değildi: İran ve Türkiye.
İran’da Humeyni çuvallamasından sonra restleşme başladı ve kendi nükleer gücünü geliştiren bu güçlü ülke, iç savaş kışkırtmalarına da düşmedi ve resti çekti! Süveyş Kanalı yönetiminden edinilen bilgiye göre, Kızıldeniz’den gelen İran’ın savaş gemileri, 1979’daki İslâmî devrimden beri ilk kez Süveyş Kanalı’nı geçerek Akdeniz’e açıldı. Kharg ve Alvand isimli İngiliz yapımı gemilerin, kanaldan geçişi daha önce 48 saat ertelenmişti. İsrail, İran donanma gemilerinin Süveyş’ten geçişinin provokasyon olduğunu ısrarla hatırlatıyor…
İsrail yöneticileri bir çılgınlık yaparak İran’ı vuracak. Öyle gözüküyor!
Türkiye ise, hepsi de onlardan direktif alan sözüm ona parti liderlerinin ve bir ABG Projesi olan AKP ile Yeni Rakı’sına kadar peşkeş çekmediği millî değeri kalmayıp, istatistik oyunlarla işsizlik azaldı denirken, Devletlû (sanıyorum kendi söylediklerine kendi de inanıyor), bal gibi dinî bir totaliter rejimi “özgürlük” diye diye oturtmakla meşgûl! Tıpkı Turgut Özal’ın “orta direk” deyip onları ortadan kaldırdığı gibi…
CNN hemen gaz verdi: ABG Başkenti Washington’daki Amerikan Üniversitesi araştırma görevlisi Frankie Martin imzalı, “Türkiye, Arap Dünyâsına Demokrasi Modeli Olabilir” başlıklı yazıda, Mısır’da Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin, diktatörlüğün yerine ne tür bir yönetimin geleceği sorusunu doğurduğu belirtilerek, yönetimdeki ordunun demokrasiye doğru ilerlediğine dâir umut verici işaretler bulunsa da, belirsizliklerin çok fazla olduğu ifade edildi. ABG Başkanı Barack Obama’nın, Mübarek’in iktidardan inmesinin ardından yaptığı konuşmada, evrensel haklarını talep etmelerinden dolayı Mısır halkına övgüler sıraladığı ve demokrasiye geçişte ülkesinin yardımını önerdiği hatırlatılan yazıda, Obama’nın konuşmasının ABG’nin kuruluş ideâllerine bağlı olduğu, ancak ABG’nin, Mısır’ın baskıcı otoriter sistemini geçmişte desteklemesinin bu ideallerle çeliştiği ve ABG’nin mesajını bulandırdığı yorumu yapıldı. “Birçok Arap’ın, giderek artan biçimde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi AK Parti’nin iktidarda olduğu, çoğulcu ideâlleri besleyen modern, demokratik ve Müslüman bir ülke olarak Kuzey’deki komşuları Türkiye’ye baktığı” kaydedilen yazıda, “ABG’nin, Türkiye’nin bölgede giderek artan değerini zorluk olarak görmek yerine, fırsat olarak görmesi gerektiği” belirtildi.
Yâhu, Silivri’dekilere ne oldu?
Hani sözüm ona sizin Büyükelçiniz “basın özgürlüğü” filân deyip, Devletlû’dan “acemi” diye fırça yemedi mi?
Milletçe paranoyak yapıldık ama Batı bizi övüyor; pek memnunlar çünkü…
*
Bu köktendincilerin alayı öldürmeye, ölmeye ve dünyâmızı berbat etmeye, “çok büyük ve kanlı hârb” için sokaklara dökülmeye başladılar.
Medya, katastrofik savaş filmleri ve dizilerle hepimizi geriyorsunuz; gâyet plânlı olarak…
Kahroluyorum, çırpınıyorum…
Dünyâyı kana bulayan “derin ağabeyler”, aklıselîmi yerinde olan gerçek aydınlara bir kulak verin.
Bu sefer nükleer ve ötesi silâhlar var.
Ortadoğu’da yarattığınız destabilizasyon dalgasının Türkiye’yi de sarması an mes’elesi!
Buraya da “demokrasi getirmeye” hazırlandığınızı gören aydınlık kafalar var.
Diyelim ki amacınıza ulaştınız, cesetler gübre oldu…
Geldiniz yerleştiniz, istilâ ettiniz her yeri…
Peki, daha sonrası ne olacak?
Rahat edeceğinizi mi zannediyorsunuz?
Edemezsiniz, hiç şüpheniz olmasın!
Bunu görmek için mâziye yetmiş ilâ yüzer senelik kesitlerine bir bakın; göreceksiniz!
Mehmet Kerem Doksat – İstinye – 23 Şubat 2011 Çarşamba
*
Şubat 23rd, 2011 Kerem DOKSAT
4 Yorum
Kormaz BiçenŞubat 23rd, 2011 09:40
Sayın Hocam,
Bir de şu yönüne bakalım:
Ortadoğu’da yaşananların lehtarını (MKD:?) daha iyi anlayabilmemiz için, bölgeden çıkan petrolün, siyasî değişim sonrasında kimlerin kontrolüne geçeceğini görmemiz gerekir. Bir de petrol fiyatlarındaki artışın kimin işine yarayacağı, kimin zarar göreceğine bakmamız isabetli olur. Petrol fiyatlarındaki artış çok ciddi ekonomik kriz yaratır. İran bu fırsatı çok iyi değerlendirecek ve tabii ki Rusya da siyasî ve ekonomik nemasını alacaktır. Çin‘in de kollarını sıvazlayarak uzaktan sırıttığını görüyorum. Türkiye dünyanın 16. büyük ekonomisine sâhip olduğuna göre, bu konuda da etkililiği 16. sıralarda kalmaya mahkûm. Maâlesef ülkemizdeki liderler olaya Türkiye‘den bakarak Global oyunun oyuncusu olmaya çalışıyorlar. Ortadoğu’daki yüzyıllarca süren geçmişimiz zâten İmparatorluğun gerileme dönemiyle birlikte, petrol ve türevlerinin yararlarını anlamayan yöneticilerimiz sayesinde yüzünden fiyasko oldu. Mevcut iktidar ve muhalefet partilerinin vizyonlarının son yaşanan krizde ne kadar dar ve sığı olduğunu, bir kez daha gördük. Bölgesinde birilerinin iddia ettiği gibi güçlü ve siyasî rol model olmaya aday bir ülke olsaydık, 25.000 vatandaşımız Libya’da mahsur kalırken tırsmazdık. Sayın Başbakanımız’ın “van minut” çıkışındaki cesareti neden şimdi göremiyoruz? Kaddafi’nin 67 milyar Dolarlık nakdinin bir kısmı Türkiye siyasetinde söz sâhibi bir takım kişi ve kurumlara, siyasî partilere gitmiş olmasın?
Kaddafi, Toorek kabilesinden gelir. Bu kabilenin özeliği dünyada eşine az rastlanır savaşçı ruhlarının olmasıdır. Kaddafi’nin psikolojik tahlili Sayın Hocamız’ın yaptığı gibi megaloman, inatçı ve aşırı Arap milliyetçisidir. Bu adam, ülkesini kan gölüne çevirmek ve petrol kaynaklarına sabotajlar yaparak krızi tırmandıracak. Diğer taraftan Arap Milliyetçiliği Libya’da çok yoğundur. Nitekim İtalyanlar’a karşı yapılan direnişte efsânevî isimler ortaya çıkmış, çok çetin bir direniş ile bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Libya‘da bir tek vatandaşımızın burnunun kanaması, Türkiye’ye Devletler Arası hukuk kurallarına göre müdahale hakkını verir. Entebbe baskınını bu aşamada örnek göstermek isterim (güçlü devlet örneği olarak: 200 İsrail komandosu gizlice Uganda’ya sızmış, rehineleri kurtarmış, opersayonu bitirirken havaalanındaki 11 savaş uçağını imha ederek harekât üsüne dönmeyi başarmıştır).
Ancak bu konuda strateji yoksunu siyasîlerimizin operasyona hazır olup olmadıklarını bilemiyorum. En azından Cumhurbaşkanı derhâl Başbakan’ı ve bağlı kurumları, Genel Kurmay Başkanı’nı toplantıya çağırmalı, 4. Kolordu teyakkuza geçmelidir. Donanmamızın bir kısmı hareketlenebilir, jetlerimiz tâciz uçuşlarına başlayabilir. Bu aşamada özellikle Rusya’nın ve İran’nın manevralarına da dikkat etmemiz gerekir. Azerbaycan ile 2010 Ağustos ayında yaptığımız savunma işbirliği antlaşması Rusya ile aramızda oyalama strajisi oluşturabilir ama yine de dikkatli olmak gerekir.
Bu vesile ile Eşref Kuşçubaşı’nın, Süleyman Askeri’nin ve dedemin ruhu şâd olsun.
Saygılarımla…
MKD: Sayın KB, nerede bizimkilerde o yürek <![if gte vml 1]><![endif]><![if !vml]><![endif]>. Onlar Atatürkçülerle uğraşır ancak!
Bilmukabele saygılar…
mehmet erişŞubat 23rd, 2011 16:35
“…Köktenci (ortodoks) Yahudiler’in de, Katolikler’in de, Protestanlar’ın da, diğer Hristiyen mezheplerinin de ortaklaşa en çok nefret ettikleri millet ise Türkler’dir… Avrupa’nın tarihî düşmanısınız ve dâima düşman olarak kalacaksınız”
Bu karamsarlık bana daima MUNÂFİKÛN sûresi 3. âyeti anımsatıyor:
“kalplerine mühür vuruldu. Artık onlar anlamazlar”.
Herkesi böyle suçlayıp, -şeytanlaştırıp-, “onlar böyle doğdu değişmezler” diyoruz, bu da biz çirkin şeyler yapmak için yeterli nedeni sağlıyor.
“Ortaklaşa nefret etmek” ne kadar yanlış bir görüş. Nefret bir istisna değil mi? Hiç Hasidik Yahudi ile tanıştınız mı bilmiyorum. Ben bir Türk olarak tanıştım. Tanışmaktan çok da haz duydum zira gâyet ileri görüşlü ve nefret gütmeyen insanlar. Türkler’e karşı bir nefretleri de yok.
“…Genel Kurmay Başkanı’nı toplantıya çağırmalı, 4. Kolordu teyakkuza geçmelidir. Donanmamızın bir kısmı hareketlenebilir, jetlerimiz tâciz uçuşlarına başlayabilir. Bu aşamada özellikle Rusya’nın ve İran’nın manevralarına da dikkat etmemiz gerekir… ”
Yâhu Türkiye nasıl bir yer böyle? Oturduğumuz yerden askercilik oynuyoruz, kaşın kaşın kaşınıyoruz. İkinci Dünya Savaşı’na katılmamak bize hiç yaramamış, kana, ete, sendeleye sendeleye yürüyen psikolojik bozukluğa sahip asker eskisi insanlara ihtiyacımız olmuş…. “tâciz uçuşları” vs. tüm dünya olanları anlamaya çalışırken biz cengâverler çıkıp sazan gibi ülkenin üzerine atlıyoruz. Neden?
“Libya‘da bir tek vatandaşımızın burnunun kanaması, Türkiye’ye Devletler Arası hukuk kurallarına göre müdahale hakkını verir”.
Hangi hukuk kuralı bu? Kendini bilmezin biri Libya’da bir Türk’ü öldürünce bize -müdahele- hakkı mı doğuyor? Yoksa Libya devletinin direk Türk’leri çevreleyip saldırmak gibi bir düşüncesi olduğunu mu düşünüyorsunuz? Türkiye NATO’ya bağlı bir ülke olarak herhangi bir bağımsız hamle yapma hakkına sâhip değil. Savaş çığırtkanlığı. Dünyaya ders verelim diye bir öfkeyle kalkıp zararla oturacağız.
Rica ediyorum, istirham ediyorum, biraz daha az kırmızı et yiyelim.
MKD: Ben de zâtı âlînize Neocortex Amp. günde bir kere kaba etten tavsiye ediyorum.
Ali NevresŞubat 23rd, 2011 18:29
Sayın Hocam, Sayın Mekâncılar,
Amerika Birleşik Devletleri’nin 43. Başkanı George W. Bush’un ilk defa deklare ettiği (BOP) Büyük Ortadoğu projesinin açılımı: “Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek Bir Gelecek ve İlerleme İçin Ortaklık İnisiyatifi”dir.
Projenin amacı: Petrol zengini Müslüman ülkelere demokrasi götürmek, bölgenin kontrolünü ele geçirmek ve bu zengin pazarların Liberal kapitalizme kazandırmak.
Batı’da Fas’ın Atlantik kıyılarından, Doğu’da Pakistan’ın kuzeyindeki Karakurum yaylalarına kadar…
Kuzey’de Türkiye’nin Karadeniz kıyılarından (Hidrojen Sülfür), Güney’de Aden ve Yemen’e kadar uzanan bölgeyi kapsamaktadır.
Projenin Türkiye için önemi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Eş Başkan” ilân edilmesi şeklinde değerlendirilmektedir. Kendisinin bu unvanını 34 farklı yerde yaptığı konuşmada ifâde etmiştir.
BOP’un, ABD’nin Müslüman ülkelere yönelik bir operasyon plânı olduğunun anlaşılmasıyla Başbakan Erdoğan, 13 Ocak 2009 Salı günü partisinin grup toplantısında şunları ifâde etti: “Büyük Orta Doğu Projesi’nin amaçları ve Türkiye’nin üstlendiği görev bellidir. BOP, Ortadoğu’da barışı sağlamak için kurulmuştur ve bölgenin ekonomik kalkınmasına, özgürlüğüne, kadın haklarına yönelik iyileştirmeleri hedeflemektedir. BOP çerçevesinde Türkiye de Eş Başkanlık görevini üstlenmiştir. Ama bu, şu anda zâten doğmadan ölen bir proje durumuna düştü. Bunu kalkıp ikide bir, gerek ana muhalefeti gerekse yavru muhalefeti, bu şekilde kullanıyor. Bunun bizi bağlayıcı yanı yok. Bu konuyla ilgili olarak bizi bağlayan, Tayyip Erdoğan’ın attığı bir imza yoktur. Bu sâdece insanî olarak bizim üstlendiğimiz görevdir”.
Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 7 Ağustos 2003 tarihinde Washington Post gazetesinde yayınlanan yazısında bölgede bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde olduğunu ifâde etmiştir.
ABD’nin, Büyük Orta Doğu Projesi ile beş temel unsuru bulunmaktadır:
1- Ortadoğu’nun kontrolünü ele geçirmek.
2- İsrail’in güvenliğini garanti altına almak.
3- Zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının denetimini sağlamak.
4- Avrupa Birliği, Çin ve Japonya’yı bölgedeki ekonomik zenginliklerden uzak tutarak, rekabette öne geçmek.
5- Var olduğunu iddia ettiği “İslâmî terörü” bitirmek.
Kaynak: Vatan gazetesi, Mustafa Mutlu
Kuzey Afrika’yı ve Arap ülkelerini kavuran halk hareketleri, bu operasyonun bir parçasıysa, Türkiye’nin yeni rejimi ne olacak, sınırlarımız nasıl değişecek?
Bunun için Mart ayını görmemiz gerekir diye düşünüyorum. Wikileaks belgeleri ile Türkiye ve özellikle AKP ile ilgili birtakım bilgi ve belgeler servis edilirse seyreyleyin gümbürtüyü.
Bu arada istihbarat örgütlerimize de bir ikaz… Konjonktür bu hâldeyken, Nisan sonu ve Nevruz kutlamalarına dikkat edin. Aman dikkat edin. Su uyur düşman uyumaz. Sanki bir şey yokmuş gibi ilk önce sâkin sâkin dururlar. Rehâveti gördükleri anda harekete geçer bu şerefsizler. Bu arada Doğu ile oyalanırken, Kuzey’i ihmâl etmeyelim.
Saygılarımla…
MKD: Sayın AN, bu akıl ve basiret dolu yorumunuz için müteşekkirim.
Bilmukabele saygılar…
mehmet erişŞubat 23rd, 2011 19:58
“…Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 7 Ağustos 2003 tarihinde Washington Post gazetesinde yayınlanan yazısında bölgede bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde olduğunu ifâde etmiştir…”
http://www.iraqwatch.org/government/US/WH/us-wh-rice-wp_oped-080703.htm
Condoleezza Rice’ın yayınladığı yazısında “sınır”, “harita” ve Saddam Hüseyin’inki dışında bir “rejim değişimi“nden bahsedilmemekte. Bölgede var olan bir “özgürlük kıtlığı” ndan bahsedilmekte. Girişim olarak “diplomatic, economiccultural” dan başka eylemden bahsedilmiyor. Sorun benim neocortex’imde mi yoksa yazının İngilizce sürümünde mi anlamadım.
Tunus, Mısır, Libya’da yaşananlar bu operasyonun bir parçası olsa bile uygulamada başarısız olmaya mahkûmlar. 21. Yüzyıl’da demokrasiler dışarıdan kontrol edilemeyecek kadar karmaşık sistemler.
MKD: Bugüne kadarki değerli katkılarınıza bakarak, Panencephalon Cap. 3×1 de düşünülebilir. :)