M. Kerem Doksat | 25 Temmuz 2012 Çarşamba | 4684 |
Oruç tutma, yâni belirli bir süre için en hayatî iki faâliyeti askıya alma eyleminin hemen bütün dinlerde var olduğu bilinmektedir (dünyâda yaklaşık 5000 dinin mevcut olduğunu, bu söylediğimin de sâdece hemen aklımıza gelen üç uhrevî din için mevzûu bahis olmadığını hatırlatmakta fayda var).
Kültürel evrim açısından bu eylemin izahı ilginçtir. Canlının ve o canlı türünün devamlılığı, sürekliliği açılarından en vazgeçilmez mâhiyetteki iki temel faâliyet geçici olarak askıya alınmaktadır: BESLENMEK ve ÜREMEK. Neden bütün dinî, mistik ve ezoterik (bâtınî) disiplinlerde bu vâkıa mevcuttur?
Muhtemeldir ki, bu iki faâliyetin ehemmiyeti ve zarurîliği kutsanmış, törenselleştirilmiş ve geçici bir süre için dahi bunlardan mahrum kalındığında çekilecek sıkıntı ve zahmetin vurgulanması sağlanmıştır.
Mes'elenin ilâhî ve kutsî yönü ayrıdır ve benim sahamı aşar ama orucun hemen bütün kültürlerde, dinî ve mistik öğretilerde yer alması doğaldır ki tesâdüfle izah edilemez.
İnsanoğlu, şu gezegendeki yaklaşık yüz elli - iki yüz bin bin senelik varoluşu boyunca, "farkında olduğunu farkında olan" tek varlık olarak, korkulana, kaybedilmesinden en çok endişe edilene ve bilinmeze perestiş etmiş, hâttâ tapınmıştır.
Aç ve eşsiz kalmaktan fenâ hâlde korkan insanoğlu, bu eylemleri törenselleştirmek sûretiyle bir nev'î denetim altına almış, inandığı kutsal veya ilâhî güce de şükranlarını sunarak, onu memnun ederek, çok daha vahim ve kalıcı mahrumiyetlere karşı bir nev'î AŞI temin ve tesis etmiştir.
Benzer bir tatbikat da kurban vermektir.
İlkel dinlerde ilâhların gönlünün hoş edilmesi için insanların (özellikle de genç bâkirelerin veya oğlan çocuklarının; ikisi de üremenin ve neslin devamının simgesiydi çünkü) kurban edilmesi söz konusuydu. Güneş-tanrının veya tapınılan şey her ne ise, onun "gönlü hoş edilir" ve "iştahı giderilerek gazâbı teskin edilirse" o da insanoğlunu rahat bırakırdı! Tanrısını kendine benzer tahayyül eden insanoğlu, onun "talep ve ihtiyaçlarını" da kendisininkilerle özdeşleştiriyordu. Nitekim, bu arketip İslâm'a da yansımış, insanın yerine sembolik olarak hayvan kurban edilmesine dönüşmüştür.
Sonuç olarak, gerek psikoloji ve sosyal antropoloji açısından gerekse ilâhiyat açısından bakıldığında, oruç tutmak nefsin (üremeye ve hayatı devam ettirmeye yönelik içgüdüsel yönümüzün) bir süre için askıya alınması, dizginlenmesi ve bu sûretle de terbiye edilmesi anlamına gelir. Gerek ilmî gerekse dinî açılardan bu kadar ehemmiyetli ve esansiyel mâhiyetteki bir ibâdeti uygulayan kişilerin ellerine, bellerine ve dillerine her zamankinden fazla hâkim olmaları gerekir.
Orucunu bahâne ederek öfke kusan, asabiyet sergileyen kişiler zâten eylemin ruhuna ters düşen, yabancılaşan bir tavır içindedirler ve orucun mânevî hazzını, kazancını ve tatminini tatmaları mümkün değildir.
Mehmet Kerem DOKSAT