ÖYKÜ-3

M. Kerem Doksat      15 Temmuz 2015 Çarşamba      3788

GARİP BİR ADAM

İstanbul’un ücra semtlerinden birinde ikamet etmekteydi ve hayatında başa kimsesi yoktu. Bütün akrabaları ya vefat etmiş ya da bir yerlere göçmüşlerdi. Semtin başlıca geçim kaynağı ziraat, hayvancılık, birkaç fabrika, bakkaliye ve kırtasiyeci vardı.


Köken olarak muhacirdiler. Şeceresini epey araştırmıştı ve Selanik’e kadar uzandıklarını görmüştü. Atatürk’le akraba dahi olabilirlerdi…

Karısı yaşlanmıştı, onunla bir yastığa baş koymaya başlayalı neredeyse bir ömür geçmişti.

Kahramanımız Hüsamettin Bey yalnız bir adamdı ve tek varlığı 1960 model bir ANADOL’du.

Arabasının bakımını tek başına yapardı ve “Koç Ailesi de olmasa bu acayip aracı dahi alamazdık” diye geçirirdi içinden zaman zaman. Arabasının aksamı çok basitti, satın alırken bir adet de pilli maketinden hediye etmişlerdi. Sıkıldıkça onunla oynardı.

Fazla arkadaşı olan bir insan da değildi Hüsamettin Aymaz. 70 yaşına gelmişti, zevcesi de 65 ve komşuları haricinde pek insanla temas ederlerdi.

İki kızları doğmuştu: Zeynep ve Aslı. Aralarındaki fark sadece iki yaştı ama huyları çok farklıydı.

***

Zeynep sakin ve akıllı uslu, Aslı ise âsi yapılıydı; hâlden anlamazdı pek. Hani, Erkek Fatma dedikleri cinsten bir yapısı vardı.

***

İlk tanıştıkları zamanı hatırladı şöyle bir…

Kendisi orta hâlli bir ailenin tek oğluydu ve bir kır düğününde yarı görücü usulüyle anlaşarak evlenmişlerdi ve ilk görüşte sevmişti onu, yani Gizem Hanımı.

Aslında isminin çağrıştırdığı kadar esrarengiz bir yapısı yoktu karısının, olduğu gibiydi. Türkan Şoray’a benzerdi hani.

Büyük bir aşk hissetmemişti ama çok sevmişti. Zâten evlilik öncesinde de birkaç hayat kadını dışında kimselerle ilişki yaşamamıştı.

Dindar sayılmazdı, sâde ve basit bir hayat sürerlerdi. Karısı ev işleriyle iştigal ederken, o hep okur ve tefekkür ederdi. Dinlerin ötekileştirici ve dışlayıcı vasıflarından hazzetmemişti.

Muhtelif mealleri gözden geçirmişti: Elmalılı, Yaşar Nuri ve İnternette ne bulduysa…

e

Sonunda “bir Tanrı var, yaratmış, irade-i cüziye ve külliye de mevcut ama hepsi bundan ibaret” diye karar kılmıştı, “günah da, sevap da bizimle O’nun arasında”…

Gizem Hanım da bunlara katılıyordu. Uyumlu ve munis bir kadındı, “yuvayı dişi kuş kurtarır” ilkesine göre davranmıştı hep.

***

Hobileri okumak, musiki dinlemek, televizyonda maç seyretmek ve arada bir komşularla muhabbet etmekten ibaretti. İkisi de Fenerbahçe tutkunuydu.

Arada, keyfi iyice gelince, “Hanım, haydi şu çilingir sofrasını kur da ikişer duble rakımızı içelim, bakalım bizim hergeleler ne yapacaklar” diye rica eder, o da hemen süslenip kokularını sürer ve sofrayı hazırlayıp dizlerinin dibine otururdu. Beraberce, keyifle maç seyrederlerdi.

***

Zeynep ve Aslı’nın tahsil hayatları sorunsuz geçmiş ve pek az mektebe gitmek zarureti hâsıl olmuştu. Notları iyiydi ve arkadaş ilişkileri de gayet yolunda seyretmişti.

Parlak notlarla bitirmişlerdi ilk ve ortaokulları. Hep aynı arkadaş gruplarına takılırlardı.

İkisinin de hiç flörtü olmamıştı ama nedense kendisi, ne de karısı bunu bir sorun olarak görmüşlerdi.

Özellikle de Aslı’nın sürekli olarak futbol oynamasının, saçlarını jöleyle yapıştırarak taramasının ve iki kız kardeşin âdeta yapışık vaziyette dolaşmalarının idrakinde olmamışlardı…

***

Kızlar liseyi bitirince âniden “biz Antalya’ya gitmek ve üniversiteyi orda okumak istiyoruz” deyince afallamışlardı.

Neden evlâdım, burası İstanbul; her türlü imkânımız var. Maddî sorunumuz yok. Epey gayrimenkulümüz mevcut, nereden icap etti şimdi”?

Ebeveyn olarak sizlerden bir yakınmamız yok ama buradaki yaşam çok monoton ve biz sıkılıyoruz. Antalya cıvıl cıvıl, sâhil kenti ve bol da turist var. Lütfen bize zorluk çıkartmayın”!

Aslı’nın dilindeki pearcingi ilk defa fark edip irkildiler ama demokrat insanlar oldukları için de itiraz etmediler.

Hafta sonunda ikisi de ilk uçakla bavullarını toplayıp gittiler; geride çocukken oynadıkları birkaç oyuncak ve bebek şampuanı kaldı yadigâr.

Hüzünlenmişlerdi ve ikisinin de gözleri doldu, hançerelerine birer yumruk oturdu.

Bir yerlerde hata ettik herhâlde Hanım, bir şeyleri yanış yaptık ki böyle yaptılar ama… Artık oldu bir kere! En azından adresleri, telefonları belli, üzülmeyelim. Reşit, kocaman genç kadınlar onlar artık”…

***

Evin neşesi kaçmıştı, yaşama sevinçlerinden bir şeyler yitip gitmişti ama hayat devam ediyordu.

Fark eden bir şey yoktu.

Gazeteler, kıraat, arada bir komşu ziyaretleri, televizyon ve tek tük sportif yürüyüşler.

Kızlarının odasını müze gibi muhafaza ediyorlardı. Gizem Hanım her gün özenle ortalığı toparlıyor ve “elbet tatile olsun gelirler” diye içinden geçirerek, her şeyi aynen muhafaza ediyordu.

***

Derken o meşum gün geldi çattı!

Hüsamettin ve Gizem Aymaz Çifti otururlarken, kadıncağız bir anda kusmaya başladı. Fışkırır tarzda ve bulantının refakat etmediği, öğürtüsüz bir fışkırma tarzındaydı kusma. Bir yandan da “aşkım, başım çok ağrıyor” diye inliyordu.

Ne yapacağını şaşırdı adamcağız, eli ayağına dolaştı ve nane limon kabuğu kaynattı.

Merak etme karıcığım, yarın hemen hastaneye gidiyoruz. Yeni bir nörolog gelmiş. Komşular pek methediyorlar. Şey... Doğuluymuş, bekârmış ama konusunda çok iyiymiş”.

İlâhi Bey, insan olsun da, ne olursa olsun”!

***

Sabah erkenden sıraya girdiler ve iki hasta sonra Dr. Azat kendilerini kabul etti. Kavruk bir adamdı. Aslen Diyarbakırlıydı ama Kürtçe bilmiyordu. Şivesi kırıktı biraz. Çok nâzikti ve hemen ayağa kalktı, hüsnükabul gösterdi.

Ne olduğunu sordu, tam anamnez alırken, Gizem Hanım gene kustu ve yüzünün sağ tarafına da hafif bir felç geldi.

Korkmayın, hâlledeceğiz efendim” dedi ama bakışları endişeliydi.

Hızla muayene etti.

Siz aydın bir insansınız Hüsamettin Bey, karınız da öyle. Durumuz izah edeyim mi” diye sordu.

“Aman Doktor Bey, lütfedersiniz”.

“Estağfurullah. Bakın, biz buna LR6 SO4 3 deriz: Yâni gözü yana çeken kas (lateral rektus), yukarı dışa çeken kas (süperior oblik) aynı isimli kaslarla idare edilir, diğerleri ise 3. sinir tarafından… Hanımefendinin Göz Dibi muayenesinde ödem var ve bu sinirler baskı altında. Hemen kendisine kortikosteroid, yâni kortizon başlayacağım ve derhâl MR tetkiki isteyeceğim. Bu dönemde asla tuzlu bir şey yemesin”.

Evet… Nedir kuşkulandığınız?”

Bir görelim de, ondan sonra. Bakın bu benim telefonum, beni 24 saat arayabilirsiniz. Yarın bekliyorum”.

Hemen ilacı aldılar ve eve gittiler.

Kızları arasak mı” dedi Hüsamettin Bey yarım ağızla. Steroidi alınca hemen rahatlayan karısı gülümsedi acı acı, “boş versene Bey” dedi.

Ertesi gün MR yapıldı ve derhâl Dr. Azat’ın yanına alındılar. Düşünceli ve keyifsizdi…

Gırtlağını temizledi ve “Efendim… Bir tür Beyin Kanseri bu… Teknik Adı Glioblastoma Multiforme. 100.000 kişiden 2 ilâ 3’ünde görülüyor ve bu kadar büyüyünce, maalesef, pek fazla bir şey yapamayız. Ben şimdi bir epilepsi ilacı da başlayıp, sizi radyoterapiye sevk edeceğim ama burada onu maalesef yapamıyoruz” dedi.

Bir bomba düşmüştü âdeta, karısını koridora alan Hüsamettin Bey bütün cesaretini, metanetini toplayarak sordu:

“Benim erkek çocuğum olmadı, size evlâdım diyebilir miyim?”

Tabii Hüsamettin Bey, şey, Amca, tabii efendim”.

Karımın kurtulma ümidi var mı, gidip hastane köşelerinde vücuduna nötron, proton veya hücre zehirleri akıtırsak, ömrü ne kadar uzar yavrum?

Azat tekrar filme baktı, epey düşündü ve nihayet konuştu…

Amcacığım, cerrahlar kafayı açar ve biyopsi alırlar. Sonra olabildiğince alanı kesip biçerler ama Gizem Teyzemin beyninin her tarafı tutulmuş; açık alan kalmamış. Hani demem o ki… Bırakalım kalan ömrünün keyfini çıkarsın. Tabii, bu tamamen kişisel görüşüm. Yoksa tıbbî olarak, her şeyin sonuna kadar denenmesi lâzım”!

Yutkundu Hüsamettin Bey, Dr Azat’ın omuzlarına sarılıp ağlamaya başladı ve “benim başka kimsem yok oğlum, bâri bana da bir şeyler yazar mısın ki tahammül edebileyim” dedi.

Dr. Azat da yapayalnızdı ve empati sınırını bıraktı, bu yaşlı kurda sarıldı, “merak etmeyin amcacığım, her daim yanınızdayım, tabii ki yazarım “ cevabını verdi.

Ellerinde çifte reçeteyle çıktılar o akşamüstü.

Gizem Hanım hiçbir şey sormadı.

Eve gittiler. Meraklı komşulardan epey uğrayan oldu, “Migren” dediler.

***

Hüsamettin Bey otuz iki diş gülümseyerek “bu gece sofra benden hanım” dedi, “en şuh geceliğini giy. Sana tuz yasak ama rakıya bir şey demedi oğlumuz. Şöyle eski günlerdeki gibi bir gece geçirelim. Sen benim çorbadaki kadın, tek aşkımsın”.

Masadaki kıpkırmızı gülü de görünce gülme tuttu kadıncağızı.

Hayrola Bey, yetmişinden sonra azanı teneşir paklar derler; tövbe tövbe. Bu ne hâl ayol”?

Çok güzel bir gece idrak ettiler. Müzik setinde Frank Sinatra’dan parçalar çalıyordu.

***

Aradan bir ay geçti, bir kontrol MR’ı daha çekildi ama maalesef ilerleme vardı, gerileme yoktu.

Dr Azat’ı evlerinde ağırladılar ve kızlarından bahsettiler. Dostluk ilerlemişti.

Karıkoca sanki balayı yaşıyorlardı ve eskisine göre daha sosyalleşmişlerdi.

“Bu tabii ki psikiyatrların konusu ama özellikle Aslı’da sanki bir Cinsel Kimlik Bozukluğu var gibi geldi anlattıklarınızdan” diye yorum yaptı. Evdeki fotoğraflara bakmış ve eski videoları da seyretmişti bu arada.

Bir de, iki kız kardeş çok fazla samimiymişler efendim” diye ekledi.

***

Ertesi sabah yürüyüşe çıkan Hüsamettin Bey komşulara “merhaba” dedi, karısına sürpriz yapmak için petek balı ve tuzsuz peynir satın altı. Hâlis köy yumurtalarından da birkaç adet bohçasına yerleştirip evin yolunu tuttu.

Kapıyı sessizce açıp içeri doğru süzüldü. Çayı demledi, masayı kurdu.

Her şey hazırdı ve pek de keyifliydi.

İnkâr işte, kabul edemiyordu ama farkında değildi!

Haydi, Gizemciğim, muhteşem bir gün bizi bekliyor, uyan aşkım” dedi.

Karısı sol tarafına uzanmış öylece yatıyordu. Soluk almıyor muydu yoksa!

Gizem, aşkım, kalksana… Bak, kahvaltın hazır”!

Tık yoktu.

Panikledi ve hemen manevi oğlunu, yâni Doktor Azat’ı aradı. On beş dakikada soluk soluğa geldi o da ve görür görmez anladı durumu. Usulen muayene eder gibi yaptı ama iş işten geçmişti. Manevi annesini, Gizem Hanımı, Hüsamettin Bey de kırk küsur senelik yoldaşını, eşini, karısını kaybetmişti.

“Bitti Amca” dedi, “siz hiç yorulmayın ve üzülmeyin, ben her şeyi hâllederim”.

Kötü haber tez yayıldı ve konu komşu, bakkal, hastane çalışanları evi doldurdular.

Hüsamettin Bey âdeta donup kalmıştı.

Ölüm kâğıdı, gasil işi, imam, câmi derken…

İş helâlleşmeye geldi.

Sordu imam: “Hâtun kişi niyetine, hakkınızı helâl ediyor musunuz”?

“Evet”. Tam üç kere hem de…

Sonra da aile kabristanına gömdüler Gizem’i.

Mezarın başında iki saatten fazla oturdu Hüsamettin Bey. Belki dirilir de kalkar diye hezeyan etti bir süre.

Ağladı.

Seneler aktı, geçti gözyaşlarının pınarlarından.

***

Gece evde ilk defa yapayalnız uyudu.

Televizyonu açık bıraktı, bütün ışıkları da.

Eve dua okumak için gelenleri nazikçe refüze etti, inanmıyordu ki…

Uyuyakaldı nihayetinde, tükenmişti.

***

Sabah erkenden uyandı.

Kahvaltısını yaptı. Kimselere rahatsızlık vermek istemedi.

Yaşlı ANADOL’u çalıştırdı ve direksiyona geçti. Yola direksiyon simidinin altından bakmaya hâlâ alışamamıştı.

Yanına baktı ama Gizem orada değildi…

Şöyle bir topuklayayım, 10-12 saatte Antalya’ya vâsıl olurum. Konuşacağım çok şeylerim var kızlarımla” diye mırıldandı kendi kendine.

Yola düzüldü.

Kendini hiç sıkıntıya sokmadı. Yorulunca hemen mola verdi ve çayını içti, köfte filan yedi.

Günbatımında Antalya’ya girdi. Elindeki adresi sora sonra kızlarının evinin yolunu buldu.

Dik bir rampayı tırmanmak icap ediyordu ve Arnavut Kaldırımı şeklindeydi yokuş.

Birinci viteste inleyerek tırmandı ve tepenin öbür tarafına geçti.

Hayırsız kızlarını görecek birtakım şeyleri sorup anlayacak, dahası da haberdar edecekti kendilerini.

***

Kızların oturdukları bölge çamlık bir tepedeydi ve etrafta kelebekler, ağaçlar, bol miktarda akşamüstü zuhur eden yakamoz mevcuttu.

Arabayı özenle sağa çekip park etti.

Önce hangisiyle karşılaşacağını düşündü…

Aslı mı yoksa Zeynep mi?

Bir fücur (incest) vakası mı mevcuttu, hem de iki kardeş arasında?

Annelerinin vefatına ne tepki vereceklerdi?

***

Evin kapısı açıktı ve garip bir koku teneffüs etti.

Hayatında sigara dahi içmemiş olmasına rağmen, bunun esrar olduğunu tahmin etmekte zorluk çekmedi.

Muhtemelen bir âlemin ortasına dalacaktı.

Ev çok salaştı, ortalıkta oraya buraya atılmış mayolar, yırtık jeanler ve izmaritler doluydu.

Sofayı geçti ve avluya girdi. Tekno müzik midir, başka bir şey midir, ondan çalıyordu.

Maalesef yanılmamıştı.

İki kızı, en az beş altı kendilerine benzeyen züppe kız ve aralarında birkaç tane tipsiz, saçları mavi kırmızı mor renklere boyanmış gençle alt alta üst üste şamata yapıp, ot içiyorlardı.

Kendini perişan hissetti.

Kızlar, ben geldim” diye haykırdı!

Ortalık buz gibi oldu ve kendilerine çeki düzen verdiler.

***

Sizden rica ediyorum, şu rezilliği, kepazeliği bir toparlayın; şu müzik bozuntusunu kesin ve bir konuşalım” dedi.

Aslı’nın tepkisi hoş değildi, babasına pis pis baktı Zeynep daha müeddepti. Ortalığı toparladılar ve babalarına uyduruk bir şehriye çorbası pişirdiler.

Anneniz beyin kanserinden vefat etti kızlarım” diye damardan girdi konuya babaları.

Garip bir sükut oluştu… Zeynep’in gözleri doldu, Aslı ise “çok çekti mi” diye sordu.

Hayır, velayet işleri var, üstelik ben de yapayalnızım. Neden hiç arayıp sormuyorsunuz yavrularım”?

Aslı bir sigara yaktı ve dumanı da babasının suratına üfleyerek sordu: “Peder Bey, siz bizi kaç kere arayıp sordunuz? Ne halt ettiğimizi, kimlerle takıldığımızı, ne yaptığımızı hiç soruşturdunuz veya araştırdınız mı”?

Hüsamettin Bey afallamıştı!

“Biz sizi okuttuk, hiçbir şeyinizi eksik etmedik, hem…”

***

Aslı tısladı âdeta: “Bu muydu ana baba olmaknbsp; Dersler iyi, okuldan şikâyet yok; demek ki her şey çok güzel. Öyle mi Peder Bey”?

“Yâni”?

“Baba, beni öğretmenim iğfal etti; hem de ortaokuldayken. Yapan da erkek değil, kadındı. O zamandan beri ben erkeklerden nefret ediyorum, kadınlara yöneldim. Ablam da öyle! Hiç mi fark etmediniz? Yok, senin entellektüel merakların, asosyalliğin, anneme olan marazi düşkünlüğün, monoton ve ufacık dünyanızda kendinizi Einstein veya Sherlock Holmes gibi görmeniz. Hep bencildiniz ve bizleri adam yerine koymadınız. Şimdi gelmişsin, annemiz için üzülmemiz bekliyorsun, kusura bakma”!

***

Yaşlı adam gittiğine gideceğine pişman olmuştu. Kızlarına sarılıp öptü ve fazla da bir şey konuşmadı artık.

Çok bitkindi, yorgundu.

Mecâlsiz kalmıştı.

Tekrar bindi arabasına, onca yolu geri dönerken şuuru da pek yerinde değildi.

İnanamıyordu işittiklerine ve gördüklerine.

***

Yüreği dayanamayacak kadar kötüydü ve bu sefer kendisinin başı ağrıyordu.

Evine döndü, bir Aspirin aldı, sabaha kadar hüngür hüngür ağladı.

Azat’a uğradı, tansiyonu yükselmiş meğer basit bir ilaç yazdı.

Akabinde evine gitti.

Yatağına uzandı ve karısının olması gereken yere baktı…

Yoktu.

Ana rahmi pozisyonu gibi uzandı ve karısını hayal etti, onun yatması icap eden yere uzandı.

Yattı ve gözlerini yumdu.

Uykuya daldı ve öylece kaldı.

***

Dr. Azat uğradığında evdeki yoğun aseton kokusu dikkatini çekti.

Teşhis aşikârdı: Diyabetik keto-asidoz.

İçerideki kokudan hemen belli oluyordu.

Baba ikamesi olan yaşlı adamın kalbi dayanamamış, strese bağlı ilk Şeker Komasından sonra vefat etmişti.

O da pek mütehassis olmuştu ama mânidar bir tesadüf takip etti bunu.

Yaşlı adamı toprağa verirken, yeni tayin edilen bir hemşireyle tanıştı.

Hafif tombuldu, 22 yaşındaydı ve cıvıl cıvıldı. İsmi Ayşe idi…

Ailecinim tek kızıydı, muhacirdi.

İşin hoş tarafı, Doğulu bir damat istiyorlardı, hele uzman hekim olursa âlâ olacaktı.

***

Azat epey düşündü, tereddütlerini yenip kızı babasından istemeye karar verdi ama hiç akrabası veya büyüğü yoktu.

Başhekime çıkıp ezile büzüle istirham etti.

Tipik Rizeli ve hipertimik mizaçlı Temel Bey bunu memnuniyetle kabul etti “bak hele, sana kız istemeyeceğum da kime isteyeceğim de” diye bastı kahkahayı.

Buruk duygularla çikolatasını ve güllerini almaya gitti Azat, eğer Ayşe ve ailesi kendisini damatlığa layık görürlerse, anlatacağı çok ilginç anıları vardı.

***

Öyle de oldu, sözlendiler ve ilk işleri Hüseyin ve Gizem çiftinin mezarına gitmek oldu.

Dr. Azat karmaşık ve vefa dolu duygularla onların öyküsünü anlatıyordu ki, garip kılıklı iki orta yaşlarda hanım geldi mezarlığa. Ağlamaktan gözleri şişmişti birisinin, saçı başı karmakarışıktı, başörtüsü darmadağınıktı ve durmadan sigara içiyordu. Erkek gibiydi.

Öbürü ise hanım hanımcık ve sâdeydi, çok üzgündü. Dua ediyorlardı.

Şöyle bir baktı onlara Azat ve içinden garip duygular geçti.

Bir daha da dönüp bakmadı.

 

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya - 15 Temmuz 2015 Çarşamba

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©