M. Kerem Doksat | 25 Temmuz 2012 Çarşamba | 7430 |
Çok seneler önce bir kadim dostumun tavsiyesiyle PTR’dan 74.5 m2 mi neydi, öyle bir şey, yirmi birinci kattan bir dâire almıştık.
Amaç yatırım yapmaktı; aklımızda fikrimizde orada yaşamak filân yoktu. Zâten neresine sığacaktık ki?
Bâzı plânlar vardı kafamızda; öylesine bir döşeyelim ve Avrupa yakasına geçtiğimizde orada kalalım, olmazsa kiraya verelim vs. diye…
Aslında önce isminden rahatsızlık duymuştum: Polat Tower Residence.
Polat Ailesi’nin yaptığı büyük bir bina, o döneme göre ultra-hiper-süper teknolojiyle yapılmış… 2002'de hizmete girdiğinde “dünyanın en akıllı binası” olarak lanse edilmişti.
Neden Polat Kulesi İkametgâhı filân değil de Polat Tower Residence diye düşünmüş, sonra da nasıl Türk kültürüne yabancılaştığımızı, ünlü mekânların hemen hepsinin Amerikanca olduğunu hatırlayınca da kös kös bakmıştım.
Neyse, senelerce borcunu ödedim, sonunda bitti.
Bu arada evlilik de gitti.
Kerem de oraya iltihak etti.
İki seneden fazla süreyle ikametgâhım oldu o dâire… Çok sıkıntılı, ilginç ve mânidar günler, hâdiseler yaşadım.
Gündüz fakülte, öğleden sonra muayenehâne, gece de PTR’ın altındaki Mia Restaurant’ta Sevgili Sermin Çapa’nın elleriyle hazırladığı salata ve yemek…
Çoğu zaman tek başıma bir masada turduğum için, bilhassa canlı müzikli gecelerde Adnan Bey’in “oooo hoca, gene pavyonda ön sırayı kapmışsın” diye yaptığı pek tatlı empatik şakalar (en son 22-23 yaşlarındayken Adana'da pavyona gitmiştim, gitmemek ayıptı çünkü)…
Sonra Neslim, evlilik ve orayı satışım!
Sattığım dâirede iki üç ay sonra işlenen cinayet!
Hayatımın en sıkıntılı dönemlerinin sembolüdür PTR.
Yandığını öğrenince içim ambivalan duygularla doldu.
Kazanılan ve kaybedilen en ciddi şeylerimin bir billûru idi orası.
*
İyi de, nasıl olup da bu akıllı bina zeminden başlayan bir kıvılcımdan sür’atle etkilenip dakikalar içerisinde bu hâle gelivermişti?
Her kafadan bir ses çıkıyor.
Aklıma insanın hayatı geldi…
Daha doğrusu yaşamanın ölünle buluştuğu küçücük nokta…
Bütün sistemler için geçerli bir kural vardır: Bir sistem ne kadar sofistikeyse, o kadar da frajildir (kırılgandır).
Sofistike hem “çok gelişmiş, karmaşık, kafa karıştırıcı”, hem de “hile ve desise karıştırılmış” demektir malûm…
Belli ki bu “âkil binâ” en zayıf ve akla gelmemiş noktasından vurulmuş: Alt katlardaki bir kıvılcım, tam atasözündeki gibi, “ateşin bacayı sarmasıyla” nihaâyet bulmuş.
Eminim boğa güreşi seyretmişsinizdir televizyonda veya belgesellerde.
Kaliteli matadorlar(!) zavallı boğayı perişan ettikten sonra, son darbeyi omurgasındaki boynunun tam arka orta kısmına batırırlar ve o koca hayvan birkaç sarsak adımdan sonra güm diye düşüverir yere.
Çılgına dönmüş seyirciler “Ole, Ole” diye bağırır (bu kelime de elohim, ilâh ve sonuçta da Allah’tan gelir).
İşte orası omurilik soğanı veya medulla oblongata denen, beyinle omurilik arasında yer alan kısımdır. Beynin diğer vücut organları arasındaki bağlantıyı sağlar. Üstündeki pons’tan sulcus pontobulbaris, altındaki omurilikten (medulla spinalis) foramen magnum ile ayrılır.
Beyne giren bütün sinirler omurilik soğanından (medulla oblangatadan) geçer. İstemsiz çalışan, iç organların kontrolünün yapıldığı merkezdir: Solunum, sindirim, hapşırma, kusma, yutma, çiğneme, idrar yapma gibi refleksleri kontrol eder. Ayrıca burada beynin sağ lobundan gelen sinirler vücudun sol kısmına, sol lobundan gelen sinirler sağ kısmına gönderilir.
Koca boğayı omurilik soğanına sokulan bir kılıç öldürür.
En güçlü ve sofistike, rafine insanda da, sağlam bir iğneyi omurilik soğanına (medulla oblangatasına) batırırsanız birden soluğu kesilir ve o ânda ölür.
Asıyla ölümlerde sebep boğulma değil, boynun kırılması sonucunda omurilik soğanının tahrip olmasıdır.
*
Peki, insanın mânevî bir medulla oblongatası var mıdır?
Olmaz mı?
Yoksa yok mudur?
Varsa nerededir?
Bilen var mı?
Bana sormayın…
Söylemem!
Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 18 Temmuz 2012 Çarşamba