PSİKANALİZ YANILGISI-3

M. Kerem Doksat      22 Kasım 2012 Perşembe      10240



MELANIE KLEIN

MEMELERE ÖNEM VEREN BİR KADIN

Bu kısım, MELANIE KLEIN by Robert M. Young (http://www.psychoanalysis-and-therapy.com/rmyoung/pubs.html ve http://www.psychoanalysis-and-therapy.com/human_nature/ksej/index.html ve Hinshelwood (1989) kaynaklarından ve diğer eserlerden faydalanarak yazılmıştır.

Orta sınıftan bir Yahudi olan Moriz Reizes 37 yaşındayken ilk karısından boşanarak âilesinden bağımsızlığını ilân eder ve tıp eğitimi almaya başlar. 40 yaşına geldiğinde 25 yaşındaki Libusa Deutsch ile evlenir. Charles Darwin’in öldüğü sene, Marx’ın vefatından ise 1 sene önce ve Freud henüz 26 yaşındayken, 30 Mart 1882’de Viyana’da Melanie Rizes Klein isimli kız evlâdı dünyâya gelir. Artık doktor olmuş Moriz Reizes’in ve ikinci eşi Libussa Deutsch Reizes’in dört çocuklarından en küçüğü olarak, Klein, ileride doğumunun plânlanmamış olduğunu düşünecek, bu da ebeveyni tarafından istenmediği ve reddedildiği duygularına yol açacaktır. En büyük kızı Emilie’yi en çok kayıran babasına karşı kendisini özellikle uzak hisseder. Dünyâya geldiği zamanlarda, babası uzun süredir erken ortodoks Yahudi eğitimine karşı çıkan ve herhangi bir dine âit görevlerini yerine getirmeye son vermiş olan bir adamdır. Sonuç olarak, ne din düşkünü ne de din karşıtı olan bir âilede yetişir.


Gençliği

Annesi Libusa Deutsch-Reizes, oldukça güzel, etkileyici ve dinamik bir kadındır. Liberal bir ortamdan gelmiştir. Melanie ve annesi arasında, oldukça karmaşık ve ambivalan bir ilişki var gibi gözükür. Phillis Grosskurth’un çalışmalarından öğrendiklerimize göre, bu iki kadın arasında, ileride Melanie Klein’ı, Ferenczi’nin ve sonra Karl Abraham’ın divanına taşıyacak depresif epizodlarla sonuçlanan yoğun bir gerilim yaşanmaktadır. Bu güçlüklere rağmen, Melanie, hayatının sonuna doğru yalnız kalan annesini evine dâvet eder. Mutsuz ve sıkıntılı bir evlilik hayatının içinde bulunduğu o dönemde, uzun ve zorlu bir hastalık süreci boyunca 1914’deki vefatına kadar annesinin yanında olması huzurunu daha da bozmuştur.


<![endif]>

Melanie Klein, olgunluk seneleri

Bütün çocukluğu süresince, işlerini kerhen yapan ebeveynini gözlemler. Babası Yahudi bir doktor olarak iş bulmanın güç olduğu o günlerde önemli ekonomik güçlükler yaşamaktadır. Bu sebeple de, kadının çalışması o dönemin geleneklerine aykırı olsa da, çocukların eğitimine katkıda bulunabilmek amacıyla annesi bitkiler ve sürüngenler satan bir mağaza işletmek zorunda kalır; yılanlardan tiksinen biri için oldukça zor hâttâ aşağılayıcı ve korku dolu bir iştir bu!

Babasının hekim olarak yetersiz gelirine rağmen, Melanie, hekim olmayı arzular. Babası tababetle hayatını kazanmaya çabalayan bir hekimdir, sonunda bir diş doktorunun asistanı olarak göreve atanır. Melanie beş yaşına geldiğinde ellerine geçen bir mîras sâyesinde, Dr. Reizes bir diş hekimliği muayenehânesi açar ve bu yeni iş alanında başarılı olur. Esasen önemli entellektüel birikimi olan bir adamdır. Ancak, Melanie doğduğu sıralarda ellili yaşlarındadır ve vaktinin büyük kısmını çalışarak geçirmek zorunda kalmıştır. Büyük kızlarına olan ilgisini hiç gizlemez. Öldüğü sırada, Melanie 18 yaşındadır ve babasına ancak ölümünden önceki son yıllarda yaklaşabilmiştir.

Klein’in erken dönem ilişkileri ya sağlıksızdır ya da trajediyle sonlanır. Kendisini soğuk ve uzak gördüğü yaşlı babası tarafından ihmâle uğramış, öte yandan ambivalan olduğu ve ideâlize ettiği annesi tarafından da boğulmuş hisseder. Kendisinden 4 yaş büyük olan ve ona aritmetiği ve okumayı öğreten kız kardeşi Sidonie’ye karşı özel bir yakınlık hisseder. Ne yazık ki, Klein küçükken yaşındayken Sidonie hayatını kaybeder. Klein, Sidonie için yas sürecini aşamadığını ileriki yıllarda ifâde edecektir.

Kız kardeşinin ölümünden sonra, kendinden 5 yaş büyük olan tek erkek kardeşi olan Emmanuel ile yakınlaşıp birbirlerinin sırdaşı olurlar. Erkek kardeşini ideâlize eden Klein, bu ona perestiş etme hâttâ âdeta tapma sürecinin ileriki hayatında erkeklerle karşılaştığı problemlere katkısı olduğunu ifâde eder. Daha evvelden Sidonie’nin yaptığı gibi, Emmanuel, Klein’a eğitmenlik yaparak ona ünlü bir okulun hazırlık sınıfına girme sınavlarında yardımcı olur. 18 yaşına geldiğinde babasını kaybeder, fakat asıl trajedi 2 yıl sonra çok sevdiği erkek kardeşi Emmanuel öldüğünde gerçekleşir. Emmanuel’in ölümü Klein’ı perişan hâlde bırakır. Kardeşinin yasını tuttuğu sıralarda, Emmanuel’in yakın arkadaşlarından mühendis olan Arthur Klein ile evlenir. 21 yaşında yaptığı bu evliliğin kendisinin hekim olmasını engellediğine hayıflanarak yaşar.

Mutlu bir evlilik sürdüremez, seks yapmaktan ve hâmile kalmaktan çok korkar. Buna rağmen Arthur’la evliliği süresince 3 çocuğu olur: Melitta (1904), Hans (1907) ve Erich (1914). 1909 yılında Klein Âilesi, Arthur’un transfer olduğu Budapeşte’ye taşınır. Orada, Freud’un yakın çevresinden olan Sandor Ferenczi ile tanışarak Psikanaliz dünyâsına ilk girişini yapar. 1914 yılında annesini kaybettikten sonra depresyona girerek, Ferenczi ile analize başlar, bu onun hayatında dönüm noktası olur. O sene içinde Freud’un Rûyaların Yorumu kitabını okuyarak kendisini entellektüel ve emosyonel anlamda tatmin edecek uğraşı bulduğunu ifâde eder.

Freud’u keşfettiği sıralarda en küçük çocuğu Erich dünyâya gelir. Klein, kendini Psikanaliz’in etkilerine fena hâlde kaptırmıştır ve oğlunu Freudiyen prensiplere göre yetiştirir. Buna ek olarak, Erich’e çok küçük yaşlarından itibâren Psikanaliz uygulamaya başlar. Melitta ve Hans’ı da analiz etmeyi denese de, ikisi de sonunda başka analistlere giderler. Daha sonraları kendisi de psikanalist olan Melitta, Karen Horney tarafından analiz edilecektir. Horney ve Klein arasında enteresan bir paralellik olarak, Klein’ın daha sonraları Horney’in en genç 2 kızını 12 ve 9 yaşlarındayken analiz etmesidir (Horney’in en büyük kızı 14 yaşındadır ve analizden geçmeyi reddetmiştir).

Melitta’nın, Horney tarafından isteği dışındaki analizinin aksine, Horney’in çocuklarının ikisi de seanslara mecburen devam ederler, bundaki amaç da herhangi bir nörotik bozukluğun tedavisi değil, önleyici bir yaklaşım olarak değerlendirilmesidir; yâni “Koruyucu (Profilaktik) Psikanaliz”!

Kocasından 1919 yılında ayrılır ama uzun yıllar boyunca boşanmaz. Ayrılıktan sonra, Berlin’de Psikanaliz pratiğine dâhil olur ve Psikanaliz literatürüne ilk katkısını Erich’le olan analizini yayınlayarak yapar. Erich, Klein’in ölümünün ardından uzun süre sonra bile "Klein’ın oğlu" olarak tanımlanır. Klein, Ferenczi’yle olan kendi analizinden memnun kalmadığından, ilişkisini bitirerek yine Freud’un yakın çevresinden olan Karl Abraham’la analize başlar; neden memnun kalmadığı bir sırdır. Başlamasından 14 ay sonra Abraham’ın ölmesiyle bir trajedi daha yaşar. Sonra, ondan önce Freud’un yaptığı gibi, Klein da ömür boyu süren bir oto-analize başlar.

1919’dan önce Freud dâhil tüm psikanalistler teorilerini yetişkinlerle yaptıkları terapötik çalışmalarla bağlantılı çocuk gelişimine dayandırmışlardır. Freud’un çocuklarla yaptığı tek vak’a çalışması sâdece bir kez gördüğü Küçük Hans’tır (bu vak'ada Freud'un nasıl yalan yazdığını görmek için konuyla ilgili ilk makaleme bakınız). Melanie Klein çocuklara doğrudan Psikanaliz uygulayarak bu durumu değiştirir. Kendi çocukları da dâhil olarak çok küçük çocuklarla yaptığı çalışmalar onu çocukların annelerine karşı hissettikleri hem pozitif hem de negatif duyularını içselleştirdikleri ve böylece Freud’un zannettiğinden çok daha önce Süperego geliştirdikleri kanaâtine varır.

Klâsik Psikanalitik Teori’ye karşı geliştirdiği değişik yelpaze Berlin’deki meslektaşları tarafından fazla eleştiri alınca kendini orada rahatsız hisseder. Daha sonra, 1926 yılında Ernest Jones kendisini Londra’da çocuk analizi yapmak ve çocuk analizi üzerine bir dizi seminer vermek üzere dâvet eder. Bu seminerler dizisi onun Çocukların Psikanalizi isimli ilk kitabını oluşturur. 1927 yılında İngiltere’den dâimî ikametgâh alır ve 22 Eylül 1960’daki vefatına kadar orada yaşar.

Klein’ın Londra yılları bölünme ve anlaşmazlık içinde geçer. Her ne kadar o kendini Freudiyen olarak tanımlasa da ne Sigmund Freud, ne de kızı Anna onun çok erken çocukluk yaşantıları vurgulamalarını ve onun çocuklarla olan analitik tekniğini kabûl ederler. Anna Freud ile farklılıkları Freud Âilesi hâlâ Viyana’da yaşarken başlamış olup, Anna’nın babası ve annesiyle beraber 1938’de Londra’ya taşınmasıyla birlikte doruğa tırmanır.

Anna Freud’un gelişinden önce İngiliz Psikanaliz Okulu “Kleiniyen Okul” hâline gelmektedir ve Klein’ın kavgalarının çoğu kızı Melitta ile yaşadıklarıyla sınırlıdır.

1934 yılında Klein’ın büyük oğlu Hans bir kazada ölür. Psikanalist olan kocası W Schmideberg ile Londra’ya taşınmış olan Melitta, kardeşinin annesi yüzünden intihar ettiğini iddia eder.

Bu sene içinde de, Edward Glover ile analize başlar. Klein ve kızı giderek hem kişisel olarak uzaklaşıp hem de meslekî açıdan zıt kutuplara çekilirler. Melitta’nın annesine olan düşmanlık ve kin duyguları, annesinin ölümünden sonra bile devam eder. Melitta Schmideberg, Anna Freud’un destekçisi olmamasına rağmen, Klein’a karşı olan sâbit zıtlaşması sebebiyle, Klein’ın, Anna Freud’la küçük çocukların analizi konusunda olan savaşını güçleştirir. Melanie Klein ve Anna Freud arasındaki sürtüşme asla azalmaz, her iki taraf da kendini diğerine göre daha fazla Freudiyen olduklarını iddia eder!

En sonunda, 1946 yılında İngiliz Akademi Topluluğu 3 uygulama tekniğini kabûl eder: Melanie Klein’ın Geleneksel Tekniği, Anna Freud’un geliştirdiği teknik ve ikisinin arasında ve eklektik olan Orta Grup. Böyle bir bölünmeyle, topluluk huzursuz bir anlaşmayla da olsa bütünlüğünü korumuş olur.

Ergenlik döneminde bazı kararsızlıklar yaşamasına rağmen, Yahudi bir âileden gelen Melanie hiçbir zaman kendisini Ateist olarak tanımlamamıştır.

Küçük Melanie çocukluğunda, iki ablasından kendisinden bir önce doğmuş olan Sidone’ye güçlü bir şekilde bağlanmıştır. Melanie’den dört yaş büyük olan Sidonie hastalığı nedeniyle evde yatarak tedavi gördüğü dönemde Melanie’nin eğitimini üstlenmiştir. Aralarında güçlü affektif bağlar gelişen iki kız kardeşin ilişkisi 1887’de 8 yaşındaki Sidonie’nin ölümüyle acı bir şekilde sonlanmıştır. Sidonie’nin ölümünden sonra, Melanie, ailenin en büyük çocuğu olan erkek kardeşi Emmanuel ile 1902’deki ölümüne kadar sıkı bir ilişki kurarlar. Emmanuel oldukça yetenekli ve iyi eğitimli bir çocuktur. Erkek kardeşi sayesinde, hep hayâlini kurduğu tıp eğitimine giden yoldaki önemli okullardan birinin sınavını kazanabilmiştir. Aile, Melanie’nin evliliğinden hemen sonra yaşadığı çöküşe bağlı ölen ağabeyinin bu durumundan hep Melanie’yi sorumlu tutmuşlardır.

17 yaşındayken erkek kardeşi vâsıtasıyla tanıştığı kimya mühendisi Arthur Klein’la 1903 yılında evlenir. Evlilik sonrası, tıp eğitimine hazırlık için Viyana Üniversitesinde sürdürmekte olduğu san'at ve tarih derslerini yarıda bırakır. Sonraki yıllarda, tıp eğitimi almış olsaydı çalışmalarının daha fazla takdir edileceğini düşünerek, eğitimini yarıda bıraktığı için pişmanlık duyacaktır. Eşiyle birlikte Slovakya’ya gitmek durumunda kalan Melanie, Viyana’daki entellektüel câmiayı özleyecektir. Başından itibâren eşinden ihânete uğramak gibi sıkıntılarla dolu olan evliliğindeki tek mutluluğu 1904’de kızı Melitta’nın ve 1907’de oğlu Hans’ın doğumu getirecektir.

Kocasının işi sebebiyle 1910 yılında Budapeşte’ye taşınmaları hem özlediği entellektüel câmiaya kavuşmasını hem de Freud’un “Rûyaların Yorumu” kitabıyla Psikanaliz'le tanışmasını sağlayacaktır. 1914’de küçük oğlu Erich’in doğumuyla âile tamamlanacaktır.

Melanie Klein’ın çocuk analizine yönelmesindeki teşvik, ilk analisti olan Sandor Ferenczi’den gelmekle birlikte, kendisi hiçbir zaman Klein’ın vakalarını süpervize etmemiştir. Klein, Çocuk Psikanalizi macerasına öncelikle en küçük oğlu Erich’in psikanalitik ilkelere uygun eğitimiyle başlayarak, 1919 yılında Macar Psikanaliz Topluluğu önünde, bu gözlemlerinden oluşan ilk konuşmasını yapacaktır.

1920 yılında bir kongre sırasında karşılaştığı, o dönemin en önemli Çocuk Psikanalisti Hermine von Hug-Hellmuth tarafından  üniversite eğitimi almamış olması sebebiyle oldukça soğuk karşılanacaktır. O kongredeki en önemli olay ise, Ferenczi’nin Klein’ı Karl Abraham’la tanıştırması ve Klein’ın Abraham’ın Berlin’e yerleşme davetini kabûl etmesidir. Aynı senenin sonunda Klein, kocası Arthur Klein’dan ayrılacak, boşanma işlemleriyse 1922 senesinde tamamlanacaktır.

1921 senesi başında Klein Berlin’e gelir ve çalışmalarına yoğun ilgi gösteren Karl Abraham tarafından âdeta koruma altına alınır. 1921’de Berlin Psikanaliz Topluluğu önünde, daha önce 1919’da Macaristan’da sunduğu kendi oğlunun analiziyle ilgili gözlemlerinin ikinci kısmını sunar. Buradaki sunum sırasında Erich yerine Fritz takma adını kullanır. Ancak, Klein, çocuğa verilen eğitim yöntemlerinin kısıtlı olduğunu ve açıklamaların fobik belirtiler ve inhibisyonlar gibi olumsuz etkilere yol açtığını kısa sürede fark eder. Bu noktadan itibâren çocuğun bilinçdışına ulaşabilmek için analizde oyunları kullanmaya başlayacaktır.

Her ne kadar o dönemde yakın çevredeki herhangi bir meslekdaşı analize almak kabûl görmemekteyse de, bütün tartışmalara rağmen, 1924 senesinde Abraham, Klein’ı analize kabûl etmiştir. 1925 Haziran başında Abraham hastalığı sebebiyle bütün aktivitelerine son verir ve analize başladıktan 14 ay sonra kansere bağlı olarak vefat eder.

Berlin Psikanaliz câmiasında çalışmaları kabul görmeyen Klein, koruyucusu Abraham’ın ölümüyle yalnız kalır. Artık kimse onun çalışmalarıyla ilgilenmez. Abraham’ın görüşlerinin Klein’ın çalışmaları üzerindeki etkisi 1934’e kadar sürecektir.

O dönemde 44 yaşında olan Klein, Ernest Jones’un dâvetiyle İngiltere’ye gidecek ve burada verdiği bir dizi seminerden sonra Londra’ya yerleşmesi için teklif alacaktır.

Londra’ya gelişi, Melanie Klein’ın hayatındaki ikinci önemli dönüm noktasıdır. Berlin Psikanaliz câmiasıyla sorunları olduğu, Freud ve Anna tarafından sevilmediği, boşanmış ve birçok ilişkisi olan bir kadın olduğu bilinmektedir. O dönemde Alix Strachey, Klein için “kafası dehşete düşürücü enteresan fikirlerle dolu ama çılgın bir fâhişeye benziyor” yorumunu yapmıştır. Ancak, Britanya Psikanaliz Topluluğu’na katılışı birçok yaratıcı fikrin tohumunu atmıştır. 

O dönemde Britanya Psikanaliz Topluluğu yabancılara uzak durmakla birlikte aralarında başka birçok kadın bulunmaktadır. Klein, topluluğa kabul edilen ilk yabancıdır.

13 yaşındaki Erich, annesiyle birlikte Londra’ya gelirken, babasının peşinden mühendislik kariyerini sürdüren Hans Berlin’de kalmayı tercih eder. Melitta ise tıp fakültesinde okuyarak, kısa sürede analist olmuştur ve Freud’un yakın çevresindeki Berlin’li analistlerden W Schmideberg’le evlenecektir.

1926’da yayınladığı Küçük Çocukların Psikanalizinin Prensipleri makalesi, Anna Freud’la tartışmalarının başlangıcı olacaktır. Hermine von Hug-Hellmuth ve August Aichhorn’un görüşlerinin çizgisinde ilerleyen Anna, çocukların serbest çağrışım yapamayacağını, analizde eğitim verilmesi gerektiği fikrini savunmaktadır. Ertesi sene Britanya Psikanaliz Topluluğu’nun düzenlediği sempozyumda Anna Freud’un eleştirilerine karşı çıkan Klein, Joan Riviere, M.N. Searl ve Ella Sharp’ın yanında İngiltere’nin en prestijli Psikanaliz figürleri olan ve Freud’a yakınlıklarıyla bilinen Edward Glover ve Ernest Jones’un da desteğini almıştır.

1927 Eylül sonlarına doğru, Freud, Ernest Jones’a yazdığı mektupta, İngiltere’de kızı Anna’ya karşı başlatılmış kampanyanın kendisine de karşı olunduğunu düşündürdüğünü belirtmiştir.

ÇOCUK PSİKANALİZİ

1928–1934 Seneleri

1928 -1934 yılları arasını, özellikle de İngiliz’lerden aldığı destekle, Klein oldukça üretken geçirecek, birçok yayın yapacaktır. 1934’den 1945’e değin, Abraham ve Freud’dan uzaklaşarak, kendi orijinal teorilerini geliştirecektir. 

1932 yılında kızı Melitta ve kocası W Schmideberg’in Londra’ya gelerek yerleşmeleriyle iki kadın arasındaki ilişki hızla bozulacaktır. 1933’te ise 26 yaşındaki oğlu Hans intihar şüphesi taşıyan bir dağ kazasında ölecektir. En küçük oğlu Erich ise, ismini Clyde olarak değiştirecektir. 1935’e gelindiğinde Ernest Jones, analitik çevrelerde büyük oranda Klein kaynaklı  ayrılmalardan duyduğu endişe nedeniyle, Viyana’ya giderek Freud’u ziyaret etmiş ve Klein’ın fikirlerini Freud’a karşı savunduğu görüşmede, Freud’un aslında kızını korumaya çalışan bir baba gibi hareket ettiği izlenimine kapılmıştır. Freud, Jones’a “Ne yapmamı bekliyorsun? Anna benim kızım” demiştir. Freud, Anna ve Melanie ilişkisiyle ilgili Klein’ın yakın dostlarından Hanna Segal, aradaki tartışmanın kimin gerçekten Freud’un kızı olduğuyla ilgili olduğunu ifâde etmiştir. Freud’a yoğun hayranlık besleyen Klein, çalışmalarının Freud tarafından görmezden gelinmesine derinden üzülmüş, hayâl kırıklığı yaşamıştır. Melanie, sonuçta Anna’nın, Freud’un kızı olduğu gerçeğine bir türlü inanmak istemeyecek kadar ileri gitmiştir.

Klein, 1939’da,  savaşı bahane ederek Londra’dan ayrılıp İskoçya’ya taşınır. 1942’de tekrar Londra’ya dönüşünde, Ernest Jones’un liderliğinde, sonuçta Britanya Psikanaliz Topluluğunun üçe bölünmesine neden olacak “Karşıtlık Taşıyan Tartışmalar” serisini başlatır.

Ernest Jones’un dâvetiyle İngiltere’ye gelen ve Jones’un çocuklarının Psikanalizini yürüten Klein, 1938’de savaş nedeniyle Viyana’dan Freud ailesinin gelmesiyle, Jones âilesinden uzaklaşmıştır. Ancak, bu uzaklaşmada başka bir önemli sebepse, başlarda annesinin teorisinin peşinden giden Melitta Schmideberg’in, Edward Glover’ın analizinden geçtikten sonra annesine karşı başlattığı kampanyadır.

Melitta oldukça zeki bir çocuktur. O dönemde Freud dâhil birçok analist gibi Klein da kızını analiz etmiştir. Ancak, Klein’ın çocuklarıyla ilişkisinde kendi annesinin etkileri yoğundur. Annesi, şu ya da bu tedavilerin peşinden gitmesi için Klein’a çocuklarını başka yerlere yollamasını söylüyordu. Klein, Glover’ın analizi sonrası kendisine yönelik fikirleri belirgin değişime uğrayan Melitta’nın, Glover’la bir aşk ilişkisi içerisinde bulunduğuna inanmıştır. Daha sonra, Melitta annesinin cenazesine katılmayarak Londra’da bir seminer vermiş ve o gün özel kırmızı botlar giymiştir.

SON YILLAR

1946–1960 

Son yıllarında da üretkenliği devam eden Klein, bu dönemde 14 makale ve iki kitap yazmıştır. Ancak, çevresindeki insanların azalması nedeniyle yalnızlık çekmiştir. Torunlarına oldukça bağlı olan Klein, özellikle ölümüne yakın dönemde en büyük torunu olan Michael’a özel bir bağlılık göstermiştir. Melitta ile yaşadıklarına çok üzülen Klein, kızına mektuplar yazarak, her şeyi düzeltmeye çabalamışsa da kızından cevap alamamıştır. Erich ise kendisine en sadık çocuğu olmuştur.

Yakın dostları, Klein’ın oldukça enerjik, yaratıcı, neş’eli, coşkulu bir insan olmakla birlikte çoğu zaman depresif olduğunu gözlemlemişlerdir.

Güzelliğiyle de dikkat çeken Klein’dan “siyah güzel”- “black beauty” diye bahsedilirmiş. Kendisinin “hayatımın aşkı” diye bahsettiği bir ilişkisi olmuştur.


<![endif]>

Melanie Klein, yaşlılık dönemi, depresif duygulanıma dikkat ediniz.

Bir bakıma ölümünde kendi hatası(!) da mevcuttur. Uzun zaman rektal kanaması olmasına rağmen, bunu hemoroide bağlayarak, doktoruna söylememiş, hastalığının teşhisinin gecikmesine sebep olmuştur. Kolon kanseri teşhisi konduktan sonra başarılı bir şekilde ameliyat edilmiş ancak, kendisine bakabileceğini düşündüğünden bakıcı kabûl etmemiş ve gece uykudan uyanıp yataktan kalktığında yere düşmüş ve ameliyat yarası açılarak kanamaya başlamış, yâni yavaşça intihar etmiştir.

Vafetından sonra dostları tarafından kendi adına kurulmuş olan vakıf “Melanie Kleine Trust”, görüşlerinin sonraki nesillere nakledilmesi için çalışmaktadır.

TEORİSİ

Klein’in çalışmaları çocuk Psikanalizlerine ve bebek gelişiminin gözlenmesine dayanır. Freudiyen ekolden gelmekle birlikte Klein’ın başlıca farkı , “nesne ilişkilerine” Freud’dan daha farklı bir gözle bakmış olmasındadır. Freud’a göre “haz ilkesine” tâbi olan dürtülerin boşalım aramaları ve dış dünyâ tarafından engellenmeleri karşısında izledikleri yollar esastı. Nesne ise bu esnada dürtülerin yöneldikleri anlamda önemliydi ancak özel anlamda önemli değildi. Klein ise kimi iç nesnelerin doğumdan itibaren getirildiğini söyler. Dürtüler bu nesnelere yönelmeye hazırdırlar.

Klein’ın diğer bir özelliği Freud’un söz ettiği ancak teorik anlamda üzerinde fazla durmadığı “ölüm içgüdüsüne”, terapötik çalışmasında saldırganlık babında geniş yer açması, “libido ve sevgi-şükran” kelimelerini “ölüm içgüdüsü ve haset” kelimelerine karşı aralarındaki çatışmayı ortaya koyacak şekilde kullanmasıdır.

Bilinçdışı Freudiyen anlamda statik duygu ve hâtıra deposu olmayıp, yer alan içsel nesnelerin dinamik hareketleri ile süreğen bir fantezi üretimine sebep olur. Bilinçdışı fantezilerin analizi Klein’ın terapisinde önemli yer tutar. Bebeğin gelişimi ile birlikte yeni nesneler iç dünyâya entrojekte edilir (içe atılır). İçe atılmaların sebebi Klein’a göre, doğuştan kendisini ölüm dürtüsünün etkisi altında “saldırgan, kötü ve zulmedici nesneler” ile dolu hisseden bebeğin dışındaki “iyi nesneleri” içe alarak bu kötülüğü yatıştırmak istemesidir. Freud iç atma mekanizmasını Yas ve Melânkoli çalışmasında kaybedilen nesnenin (ölüm-terk vs.) bir temsilini içeride oluşturarak yaşatabilme arzusuna bağlıyordu. Demek ki Klein’ın içe atma mekanizması Freud’un kastettiği anlamda bir savunma mekanizmasıdır; ancak nesne kaybına ikincil olarak yapılmamaktadır, çocuğun içindeki saldırganlığı yatıştırmak gibi bir görevi vardır.

Nesneler iyi ve kötü nesneler olarak içe atılırlar. Henüz “ben” denilemese de “erken ben” olarak adlandırılabilecek zihinsel oluşum iyi ve kötü nesneleri önce birbirinden “ayırmakla / bölmekle” yükümlüdür. Zira bu nesnelerin kötü olanlarına yüklenen saldırgan enerji bir arada tutuldukları takdirde iyi olanlara zarar verebilecektir.

Bu nesnelerin prototipi anne “memesidir”. Çocuğu besleyen, doyuran her istediğinde bulabildiği “meme” “iyi meme” olarak kaydedilir, fazlasıyla süt ile dolu iken onu kendisine saklayan-esirgeyen meme ise “kötü meme” olarak kaydedilir.

Nesne ilişkileri ekolüne göre sadece nesneler değil çocuğun benliği de anneden aldığı olumlu ve olumsuz tepkilere göre “iyi ben” ve “kötü ben” diye ayrılır.

 

İyi Ben

Kötü Ben

İyi Nesne

Kötü Nesne

“Paranoid-şizoid” ve “depresif” dönemler

Bebeğin ilk üç ayı Klein’a göre “paranoid-şizoid” evredir. Bu evrede bebek içindeki saldırganca dürtüleri (hasedi) azaltabilmek için dışarıdaki nesnelere (anneye) yansıtır. Dışarıdaki kötü nesnelerden kaçınabilmek için ise şizoid savunma mekanizmalarını kullanır. Üç-altı ay arası ise geçilen dönem “depresif epizoddur”. Bu evrede bebeğin içinde ayırdığı iyi ve kötü nesne (meme) birleşir. Bu birleşme “erken ben’in” isteği ile olur. Zira artık ben, iyi ve kötü nesnelerin birleşmesinden doğacak zararı kaldırabilecek kapasiteye gelmiştir. Bebeğin içindeki kötü nesneye ait saldırgan dürtüler iyi nesneye hücum eder ve bu durum bebekte suçluluk hisleri uyandırır. Bu durumda tam bir ambivalans söz konusudur. Bebek, suçluluk hislerinin bir sonucu olarak “depresif” dönem içine girer. İyi ve kötü nesneler arasındaki etkileşim sonucu saldırgan dürtüler nötralize olur ve sevgi nesnesi bebeğin gelişiminde önemli bir dayanak olacak şekilde kuvvet kazanır. Nesne bütünselliğe ve gerçekçi bir bakış açısına kavuşurken, iyi ve kötü şeklinde yüklenmiş aşırılıklardan kurtulur.

Klein, Freud’un Oedipus Kompleksi’ni de hayatın ilk yılına taşır.

Erkek bebek için anneden ayrılma babanın bir bütün olarak sevgi ve nefret nesnesi olarak kaybedilmek istenmemesindendir. Freud’un iddia ettiği gibi sâdece ensestiyöz arzulara ceza olarak gelmesinden korkulan hadım edilme tehdidinden kaynaklanmaz. Süperego oluşumu da Oedipial dönemi takip ederek gerçekleşir. Bu Süperego, bebeğin saldırganca duygularının kuvveti oranında güçlü ve hükmedici olacaktır.

Kadınların penis hasedinin temelinde anne memesine karşı duyulan haset ve kıskançlığın yattığını da yine Klein yazar.

Nesne İlişkileri Teorisi, Psikanaliz okullarından biridir. Melanie Klein tarafından ortaya atılan teori, W. Ronald D. Fairbain, Harry Guntrip ve Donald W. Winnicott tarafından revize edilmiş ve küçücük çocukların Psikanalize tâbi tutulmalarıyla sonuçlanmıştır.

Mes’eleyi daha fazla derinleştirmeksizin, daha psikoseksüel gelişim evrelerindeki çocuklara Psikanaliz yapmanın ne âlemi olduğunu hiçbir zaman anlayamadığımı itiraf etmeliyim

ght":"300

Karl Abraham’ın psikoseksüel gelişimi Oral, Anal, Oedipal (Fallik) ve Latans olarak dönemlere ayırması, Psikanalizi Oedipus Kompleksi’nin tekelinden kurtarmış ve psikolojik gelişime bütüncül bir yaklaşımın ortaya çıkması açısından bir zemin sağlar. Psikopatolojilerin etiyolojileri açısından da teorik yaklaşımların genişletilmesi bir ihtiyaç hâttâ zaruret olarak belirmiştir.

Sigmund Freud’un Oedipal dönemdeki travmaların ürünü olan Konversiyon Histerisi ile ilgili incelemeleri son derece zenginken, Paranoya üzerine yazdıkları ise o kadar fakirdir. Freud’un Psikanalizi, Heinz Kohut’un sonradan belirteceği gibi, kendilik yapıları nispeten iyi durumda olan vak’aları ele aldığı için, psikozlar söz konusu olduğunda bocalardı. İşte bu noktada, Melanie Klein’ın Oral Dönemi -veya “Paranoid Pozisyonu”- temel alan teorisi, psikozların ve buna ek olarak çağımızın psikopatolojileri olan kişilik bozukluklarının açıklanmasını kolaylaştırır.

Psikotikler niçin bütün dünyâyı karşılarına alıyor veya neden büyüklük hezeyanlarına kapılıp kendilerini omnipotan figürler olarak idrak ediyor veya vice versa omnipotan figürlerce zûlme uğradıklarına inanıyorlardı?

Nesne İlişkileri Teorileri, bunu Oral Dönem’deki “çocuksu bağımlılıkla” açıkladı. Buna göre, bebek doğduktan sonra da annesine olan bağımlılığını sürdürür. Bebeğin anneye olan mutlak bağımlılığı -ki Margaret Mahler bunun altını özellikle çizer ama yanlış çizer ve çocuğun ilk birkaç haftasında otistik olduğunu zannetmiştir, hâlbuki artık bunun tamamen gerçek dışı olduğunu, daha rahimdeyken görme ve işitme melekelerini kazandığını biliyoruz- annenin en ufak ihmâlinin bebeğe fiziksel ve ruhsal olarak büyük zararlar vermesine yol açar.


<![endif]>

Margaret Mahler

Bu mutlak bağımlılık sebebiyle, bebeğin biricik nesnesi olan anne onun için omnipotan figürdür ve belirli sebeplerle bu nesneyle olan ilişki aksarsa, bebek bu aksaklıkları omnipotan nesnesi tarafından zûlmedilme olarak algılayacaktır. Anne bakımının önemi, böylece teorik olarak da temellendirilmiştir. Donald W. Winnicott, bu evreye ilişkin ayrıntılı tasvirlere girişerek nesne ilişkileri teorisini pediatriye uyarlar.

Freud’dan sonra Anna Freud ve Melanie Klein, farklı biçimlerde de olsa, Alfred Adler’i takip ederek çocuk psikolojisine ve buna bağlı olarak Ego Psikolojisi’ne yönelirler. Anna Freud’la çatışan Klein, Heinz Hartmann, Erik Errikson gibi Ego Psikologları’ndan da farklı bir yol takip eder. Ne var ki, Klein’ın yaklaşımı da henüz psikolojinin sosyal boyutunu ortaya çıkarmaya aday olan Nesne İlişkileri Teorisi’ne hak ettiğini verebilmiş değildir. Klein, Freud’un ortaya koyduğu Ego-İd diyalektiğinin etkisinden kurtulamadığı için, teorisindeki potansiyelleri harekete geçirememiştir. Harry Guntrip’in belirttiği gibi, bunun gerçekleşmesi W. Ronald D. Fairbairn’in revizyonu ile olur.

Nesne İlişkileri Teorisi, dinamik bir analize dayanır. Diğer Ego Psikologları’nın yaklaşımları ise statiktir; Ego’nun nasıl biçimlendiğinden çok psikoseksüel gelişme şemasının oral, anal, fallik, latans vs. aşamalarında Ego ile İd’in ilişkilerini inceler. Belki Fairbairn’in dinamik bir analizi ortaya koyabilmesi Freud’un İd-Ego-Süperego şeklindeki metapsikolojik sınıflandırmasına sâdık kalmamasından ileri gelmektedir.

Klein-Sonrası Nesne İlişkileri Teorisi, gerçekleştirdiği büyük evrime rağmen “dürtüleri” ve onların merkezi olan “içgüdüleri” analizden çıkararak büyük bir boşluğa sebep olur. Buna karşın çıkan Otto Kernberg, Kleiniyen ve Freudiyen yaklaşımların teorik sentezine gider. Böylece ne dürtüler, ne de bireyin ruhsal aygıtlarını kuran nesne ilişkileri analizden dışlanmış olur.

Ayrıca, Melanie Klein’in çok katı “kapıdan alıp kapıda teslim” tarzındaki çocuk analizini yumuşatarak, daha insaflıca bir hâle sokarlar.

Teorinin Temel Varsayımları

Klein, teoriyi ilk olarak öne sürdüğünde, analizin konusu sâdece bebek ile anne memesi arasındaki ilişkilerdir. Bu durum da - özellikle Guntrip'te görüldüğü gibi - insan psikolojisinin tüm yapı taşlarının geri dönülmez biçimde Oral aşamada veya Klein’in ifâdesiyle “paranoid-depresif” aşamada kurulduğu türünden deterministik bir yaklaşıma yol açmıştır.

İskoç psikiyatr ve psikanalist William Ronald Dodds Fairbairn, küçük ama etkili bir revizyonda bulunur: Oral Aşama’nın ilk evresinde bebek için yalnızca meme, ikinci evrede ise memesi olan anne vardır. Birinci aşamada saplanıp kalanlar, insanlarla gerçekçi ilişkiler kuramamak gibi şizoid özellikler göstermektedir.

Winnicott ise Oyun ve Gerçeklik isimli eserinde “memenin” bir jargon olduğunu ve nesne ilişkileri ile kastedilenin anne ile çocuk arasındaki bütün ilişkiler olduğunu belirtir.

Yâni memenin önemi gittikçe sembolik hâl almaya başlar ve Melanie Klein’in mezhebinin de pek çok tarikatı ortaya çıkar


<![endif]>

İlk Psikanalistlerin hemen hepsi bir arada

Fairbairn'in klâsik Abrahamcı şemayı reddederek yalnızca Oral Dönem’i önemli görmesinin iki sebebi vardır:

1- Bebek, doğumundan itibâren anneye karşı “infantil bağımlılık” (infantile dependence) içerisindedir. Anne bu durumda çocuğun bakıma muhtaç olması sebebiyle çocuk için omnipotan figürdür. Annenin bebeğin ihtiyaçlarıyla ne kadar uyum içerisinde olduğu enfantil bağımlılık sebebiyle sonraki aşamalarda Oral Dönem kadar önemli olmayacaktır. Çünkü çocuk, diğer aşamalarda anneye bu kadar bağımlı olmayacaktır. Demek ki, çocuğun kişilik yapısının en temel öğeleri Oral Dönem’de yalnızca anne tarafından kurulmaktadır.

2- Fairbairn, sonraki aşamaları şöyle çürütür: a- Anal Dönem’in nesnesi olarak belirlenen dışkı bir nesne değildir; b- Oedipal Aşama’daki anne-çocuk ilişkisi, fanteziden ibârettir ve bu fantezi Oral Dönem’deki gerçek ilişkiden türetilmiştir.

Teori, sâdece infantil bağımlılıkla ilgilendiği için, psikodinamik gelişimin tek şartı da bu bağımlılığın aşılması olarak belirlenmiştir. Psikopatolojiler, bu bağımlılığın ya zamanından önce aşılmasından ya da bağımlılığın sürdürülmesinden kaynaklanmaktadır. Çocuğun bağımlılığı zamanında aşabilmesi ise annenin bakımına bağlıdır. Anne, bebeğin ihtiyaçlarıyla en uygun biçimde ilgilenebilmişse, gelişim de sağlıklı bir biçimde gelişecektir. Eğer annenin bakımı bebeğe yeterli doyumu sağlayamadıysa, çocuk da bu aşamaya saplanıp kalacaktır.

Oral Dönem’e saplanıp kalmanın en belirgin özelliği de bu aşamaya ilişkin ilkel nesne ilişkilerinin korunmasıdır. Bu aşamada bebek için nesne fikrî olarak “iyi” ve “kötü” olarak ikiye ayrılmıştır. Bebeğin Ego’su henüz zayıf olduğu için, nesnesinin aynı zamanda “kötü” olduğunu da kabûl edemez. Bebek için tek nesne budur, bu nedenle maddî ve manevî varlığını sağlayan nesnenin “kötü” olmasına gâyet tabii, katlanamaz. Erken Oral Aşama’da birbirinden ayrı iki nesne tasarımı söz konusuyken, Geç Oral Aşama’da bebek, annesi yeterli bakımı sâyesinde Ego’su yeterince güç kazandığında, iki ayrı nesne yerine “iyi” ve “kötünün” sentezi olan bir nesne tasarımı geliştirir.

Erken Oral Dönem’de saplanıp kalan kişiler, diğer ilişkilerinde de insanları “iyi” ve “kötü” olarak sınıflandıracaklardır. Bu davranış biçimi Sınırda Kişilik Bozukluğu’nda görülen en önemli teşhis ölçütüdür. Aynı zamanda bu kişiliklerde birlikte oldukları insanlara yönelik “oral yapışkanlık” da Erken Oral Dönem’de saplanıp kaldıklarına ilişkin bir göstergedir. İnsanlara sanki onlar biricik nesneleriymiş gibi davranırlar.

Klein, bebeğin doğuştan getirdiği saldırganlığın kendisine ait olduğuna katlanamadığı için Projektif İdentifikasyon (yansıtmalı özdeşim-benimseme) denilen bir savunma mekanizması ile “kötü” yönlerini nesnesine yansıttığını / yüklediğini söyler. Böylece kendisi tamamıyla “iyi” kalabilecektir. Bu mekanizmada çocuk, ideâlize ettiği, tamamıyla iyi olarak gördüğü kişi de olmaya çalışır ve bunu kendinde yansıtmaya çalışacaktır. Bu aşamaya saplanıp kalma, “kötü” bir dünyâda yaşamaya ilişkin negatif paranoid hezeyanların gelişimine neden olur. Sınır Kişilikler de bu Ego Savunması’na başvurmayı sürdürürler. İlişkilerindeki bağımlılığın sebebi kendi “kötü” yönlerini birlikte oldukları kişilere yansıtarak “iyi” kalma çabasıdır. Bu sebeple Sınır Kişilikler’de kimlik dağınıklığı görülür. Kendiliklerini bu bölünme nedeniyle gerekli biçimde kavrayamazlar. Oral Dönem’de bebeğin kendiliği ile nesnesi arasında da kesin bir ayrım yoktur. Bu sebeple nesnenin bölünmesi, aynı zamanda kendiliğin de ikiye bölünmesi anlamına gelir. Sınır Durumlar’da bebek, “kötü” yönlerini nesneye terk ederek kendi Ego’sunu nesnesinden ayırır. Ne var ki, bu fikrî olarak gerçekleştiği ve “kötü” yönleri hâlen ona âit olduğu için, bu yönleri sonraki ilişkilerinde de yansıtmak zorunda kalır.

“Paranoid-Şizoid” ve “Depresif” Dönemler

Bebeğin ilk üç ayı Klein’a göre “Paranoid-Şizoid” evredir. Bu evrede bebek içindeki saldırganca dürtüleri (haseti) azaltabilmek için dışarıdaki nesnelere (anneye) yansıtır. Dışarıdaki kötü nesnelerden kaçınabilmek için ise şizoid savunma mekanizmalarını kullanır. Üç-altı ay arasında geçirilen dönem “Depresif Epizod’dur”. Bu evrede bebeğin içinde ayırdığı iyi ve kötü nesne (meme) birleşir. Bu birleşme “erken Ego’nun” isteği ile olur. Zira artık Ego, iyi ve kötü nesnelerin birleşmesinden doğacak zararı kaldırabilecek kapasiteye gelmiştir. Bebeğin içindeki kötü nesneye âit saldırganca dürtüler iyi nesneye hücum eder ve bu durum bebekte suçluluk hisleri uyandırır (üç ilâ altı aylık beben suçluluk duyuyor). Bu duruma ambivalans dendiğini belirtmiştim. Bebek, suçluluk hislerinin bir sonucu olarak “Depresif Dönem” içine girer. İyi ve kötü nesneler arasındaki etkileşim sonucu saldırganca dürtüler nötralize olur ve sevgi nesnesi bebeğin gelişiminde önemli bir dayanak olacak şekilde kuvvet kazanır. Nesne bütünselliğe ve gerçekçi bir bakış açısına kavuşurken, iyi ve kötü şeklinde yüklenmiş aşırılıklardan kurtulur.

Klein, Freud’un Oedipus Kompleksi’ni de hayatın ilk yılına taşır. Erkek bebek için anneden ayrılma babanın bir bütün olarak sevgi ve nefret nesnesi olarak kaybedilmek istenmemesindendir. Freud’un iddia ettiği gibi sâdece ensestiyöz arzulara ceza olarak gelmesinden korkulan hadım (iğdiş) edilme tehdidinden kaynaklanmaz. Süperego oluşumu da Oedipial Dönemi takip ederek gerçekleşir. Bu Süperego bebeğin saldırgan duygularının kuvveti oranında güçlü ve hükmedici olacaktır. Kadınların penis hasedinin temelinde anne memesine karşı duyulan haset ve kıskançlığın yattığını da yine Klein yazmıştır.

Kleinian Analiz

Klein, analizde özellikle haset duygularına vurgu yapar. Paranoid-Şizoid konum ve Depresif Konum çoğu yetişkin hasta da kısmen varlıklarını sürdürür. Klein’a göre haset, açgözlülük ve kıskançlık birbirine benzer üç duygudur. Haset kendisinde olmayan iyi nesneye sâhip olanı kıskanmaktır. Bu kıskançlık kötücüldür ve hırsı yok etme arzusunu kapsar. Kıskançlık ise iyi nesneye olan bağlılığı ve sevgiyi beraberinde taşır. O yüzden genel ahlâkî normlarda kıskançlık hasete tercih edilir. Aç gözlülük ise nesneyi alabildiğine içe alarak onun üzerinde tam bir denetim kurma arzusu ile bağlantılıdır.

Analizde haset, terapiste karşı bitmek bilmeyen sızlanmalar ve suçlamalar ile aktarımda (tranference) çıkar. Hasta kendi benliğini ve terpistininkini hasetle boğar, kirletir ve değersizleştirir. Hayatın her hangi bir evresinde geçirilen sarsıcı bir yaşantı ilk iyi nesne ile kurulan bağlantı yeterince güçlü ise hasarsız atlatılabilir. Ancak bu bağlantı yeterince kuvvetli değilse kişilikte bozulmalar ve psikopatolojik semptomlar ortaya çıkacaktır. İyi nesnenin yokluğunda zulmedici dâhilî nesneler ve haset ortaya çıkacak, yıkıcı eğilimler güçlenecektir. İyi nesne derine kök salmışsa sarsıntılara dayanmak mümkün olur.

Kleiniyen analist, analiz başladıktan sonra kısa süre içinde yorumlara başlar ve yüzleştirici yorumlar oldukça serttir, yâni çocukları perişan eder.

Klein, analiz sürecinde başarılı olunabilmesini hastanın “Hakikat’i arama yolundaki kararlılığına” bağlar: “Tecrübelerimde şunu gördüm: Bu en temel itkilerin, fantezilerin ve duyguların analizinin başarısız kalmasının bir nedeni, bazı insanlarda, analiz sırasında açığa çıkan depresif kaygı ve acıdan kaçınma çabasının hakikati bulma isteğine (ve son kertede de yardım alma istemesine) ağır basmasıdır. Hastanın bu en derin ruhsal katmanlarına ilişkin olarak analistin sunduğu yorumları kabûl edip özümleyebilmesi için, analistle yaptığı işbirliğinin kendisiyle ilgili Hakikat’i bulma kararlılığına dayanıyor olması gerekir. Bu sorunlar güçlü paranoid şüpheleri ve şizoid mekanizmaları olan hastalarda özellikle belirgindir; çünkü bu tür insanların bir yandan yorumla körüklenen zulmedilme endişesini yaşarken, bir yandan da analiste olumlu bir aktarım ve güven duygusu ile yaklaşmaları daha güç olmaktadır -son kertede sevgi duygularını sürdürmekte zorlanan insanlar oldukları söylenebilir. Bilgimizin bu evresinde şu görüşe yatkınım ben: Bu tür hastaların (ki açıkça psikotik tipte olmaları da gerekmez) analizinde elde edilebilecek başarı sınırlıdır; analizin büsbütün başarısız kalması da mümkündür”. Bu çok doğrudur çünkü iyileşen tek bir hastası olmadığı gibi, küçücük çocukları hasta etmiştir!

Ama analiz bu derinlerde götürülebilirse, hasetle birlikte haset korkusu da azalacak, bu da yapıcı ve onarıcı güçlere, temelde de sevgi yetisine daha büyük güven duyulmasına yol açacaktır. Bu sürecin sonuçlarından biri de bireyin kendi yetersizliklerini hoşgörüyle kabûllenme yeteneğinin güçlenmesidir, dâhilî ve haricî gerçekliğin algısı daha berraklaşırken nesne ilişkileri de düzelmektedir.

Klein, analistin iyi nesne olarak aktarım sürecinde içe yansıtılması ve hasedin kontrol edilebilmesi ile ilgili olarak şunları söyler: “Analizi bebekliğin en erken evrelerine götürmekle hastada bâzı temel yaşantı ve duyguların yeniden canlanmasını sağlarız. Bu canlılaşmanın içeriğini ‘duygu hâtıraları’ adını verdiğim yaşantılar oluşturur. Bu yeniden yaşama sürecinde, hastanın kendi en eski hüsranları karşısında daha farklı tavır geliştirmesi mümkün olur. Şüphesiz eğer bebek gerçekten çok olumsuz şartlara mâruz kalmışsa, iyi nesnenin sonradan geriye dönük bir şekilde kurulması erken dönemin kötü yaşantılarını silmek için yeterli olmayacaktır. Yine de bir analistin iyi nesne olarak içe yansıtılması, eğer ideâlleştirmeye dayalı değilse, geçmişte eksikliği hissedilen bir iyi nesnenin oluşmasını sağlayabilir. Ayrıca yansıtmaların hafiflemesi ve böylece hoşgörü artarken küskünlük ve hıncın azalması da, geçmişin gerçek yaşantıları ne kadar olumsuz olursa olsun hastanın orada bâzı tatlı hâtıralar ve özellikler bulmasına yardım edecektir. Bunu sağlamanın yolu, bizi en eski nesne ilişkilerine götüren olumlu ve olumsuz aktarımın analizidir. Bütün bunları mümkün kılan etken, analizle sağlanan bütünleşmenin başlangıçta zayıf olan beni güçlendirmiş olmasıdır”.

Teoriye Yönelik Eleştiriler

1- Diğer aşamaların önemini inkâr ederek, determinist bir anlayışa sebep olması.

2- Oedipal Dönem’de kurulan Süperego’nun da Oral Aşama’da kurulduğu türünden bir anlayışa sâhip olması. Kernberg'e göre zamanından önce ortaya çıkan Oedipal Çatışmaların sebep olduğu Sınır Kişilik Bozukluğu olarak bilinen psikopatolojinin açıklanabilmesi Kleiniyen Teori’nin çerçevesi içerisinde bu sebeple mümkün değildir.

3- Klein-sonrası Nesne İlişkileri Teorisi’nde “içgüdülerin” önemi inkâr edilmiştir. Ama aynı biçimde Klein’ın teorisi de sosyolojik boyuttan yoksundur: Klein, saldırganlığın doğuştan geldiğini veya bebeğin dünyâya geldiğinde bilincinde her zaman bir “meme” İde’si bulunduğunu iddia etmiştir. Bu yüzden anne memeleri de iyi ve kötü diye ikiye ayrılır!

Bütün bu anlattıklarımın neresi bilimseldir, yanlışlanabilir veya doğrulanabilir herhangi bir yönü var mıdır?

Yoksa lise mezunu olan ve Freud’la, onun kızı Anna’yla teorik plânda çatışarak kendisini ispatlamak ve kendine yer açmak isteyen bir kadının hezeyanları mıdır?

Takdir okuyucunun ama küçücük çocuklara veya yetişkinlere böylesine bir analiz yaptırmadan önce iyi düşünmekte fayda var!

İyi de bir haberim var: Haftada 4-5 gün olması geren bu "Analizi" şimdilerde 3'e düşürmüşler.

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©