PSİKOTERAPİLER, EVRİM ve DİN

M. Kerem Doksat      17 Ağustos 2017 Perşembe      2328

Bütün psikoterapiler telkine dayanır ve evrimsel açıdan da hepsi

hipnoterapiden doğmuştur.

Bu konunun duayeni Merhum Prof. Dr. Recep Doksat’tı.

Günümüzde 400 civarında psikoterapi mevcut ama hepsi aslında telkine dayanır.

Adana’dayken ve sonra pek çok hipnoterapi seansına katıldım. Meslekten olmamasına rağmen, Merhum Toygar Akman da bu seanslara katılırdı.

Ruh çağırma seanslarında o zamanki hasbi medyumların ağız ve burunlarından ektoplazma denen bir madde salgılanır ve gelen şey her ne ise (pratik olarak ruh diyelim) adeta bunu elbise gibi bürünür ve görünebilir hale geçerdi.

***

12 Eylül öncesiydi ve Osmaniye’de Emrullah isminde bir Alevi delikanlısını hipnotize etmişti. Eminim ki hâlâ hayattadır. Gelen şeyler adeta elbise gibi bunları üzerlerine giyerler ve görünür hale geçerlerdi.

Emrullah tam dört eski hayatını hatırlıyordu ve bedeninde stigmalar (doğuştan gelen izler) vardı.

Bir hayatında kuyuya düşüp ölmüş ve sırtında onu zehirleyen yılanın izleri mevcuttu.

***

Toprağı bol olsun, Prof. Dr. Ian Stevenson da şahitti, Emrullah’ın sırtındaki bu izleri o da görmüştü.

Ben çok gençtim ve “bunlar gerçek mi yoksa düzmece mi” diye hayretle gözlerimi açarak sormuştum.

Prof. Dr. Ian Stevenson da “bu kişilerin %99’u için histeri derim ama %1’i için de belki” ifadesini kullanmak zorundayım cevabını vermişti.

O dönemde internet yoktu, şehirlerarası telefonlar için bile saatlerce bekler ve PTT’den mektupla haberleşirdik.

Merhume Prof. Dr. Neriman Samurçay da görmüştü bu stigmaları.

Bu tip fenomenlere dinsel kaynak arayanlar Merhum Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün ve Elmalılı Hamdi Yazır’ın meallerine bakabilirler.

Tevrat’ta bu konulardan bahsedilmez ama Talmut’ta vardır.

Yeni dönemde hem evrim hem de tasavvuf gündemden çıkarılmış.

Yani ilk evrim düşüncesini Türk-İslam filozoflarının ortaya attığını da mı inkâr edeceğiz?

Mesnevî-i şerifler yakılıp yerine bid’at dolu yeni tefsir kitapları mı piyasaya çıkacak?

Hollanda’da şimdi yerinde yeller esen bir parapsikoloji enstitüsü vardı, başında da Psikiyatri Profesörü Tenhef isminde bir zat dururdu.

Bakın http://www.evrimagaci.org/makale/566 mekânında ne var:

Evrim ve Doğa Üzerine Kafa Yormuş İslam Âlimleri

Tarihte 8. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar (kimi kaynaklara göre 15. yüzyıla kadar) olan dönem, İslam coğrafyasının Altın Çağı olarak bilinir. İslam dünyasında mühendisler, bilginler, düşünürler; sanatta, tarımda, ekonomide, hukukta, edebiyatta, felsefede, bilimde ve teknolojide eski adetleri koruyup yenilerini ekleyerek çok önemli gelişmelerin öncüleri olmuşlardır. Bu gelişmelerin “Batı”ya etkisi, İslam aydınlanmasının üzücü gerilemesi ve bilim dünyasının bugünkü tablosu, ayrı bir tarihsel inceleme/araştırma konusudur. Bu yazımızda, doğanın işleyişiyle ilgili sorular sormuş, zamanın şartlarına göre cevaplar bulmaya çalışmış İslam bilginlerinden birkaçının düşüncelerini, kronolojik sırayla paylaşacağız. 

Baştan uyarmakta fayda var; elbette ki tarihsel olarak bir fikirden bahsetmiş olmak, o fikrin “fikir babası” olmak için yeterli değildir. Günümüzde birçok insan uçan arabalardan ve uzay yolculuğundan bahsetmektedir; ancak bunu gerçek kılan isimler haricinde hiç kimse bu fikrin isim babası olma hakkını taşımaz. Bir şeyi sadece düşünmek ya da fark etmek değil, onu etraflıca ve verilerle, net bir şekilde açıklayabilmek de gereklidir. Bu nedenle kendisinden önce birçokları, hatta ta Antik Yunan zamanında Heraklitos ve Anaksimander gibi düşünürler bile “canlıların değişimi” fikrinden söz ettiyse de, Charles Robert Darwin (ve Alfred Russel Wallace) evrimin gerçek babaları olacaktır. Çünkü Darwin, evrimsel biyolojiden sadece söz etmekle kalmamış, çıktığı Dünya turunda topladığı kanıtlar sayesinde evrimin gerçekliğini tartışmaya yer bırakmaz şekilde bilim camiasına ispatlamayı başarmıştır. Elbette, ondan sonra gelen yüz binlerce bilim insanı, Darwin’in teorisini geliştirmiş, güçlendirmiş, çeşitlendirmiştir; ancak Darwin, bu müthiş keşfin babası olarak anılacaktır.

***

Bütün bunlara rağmen, şu anda hiç akıl almayacak bir şekilde "İslam Coğrafyası" diye bahsedilen topraklarda bir zamanlar bu yazıda gördüğümüz gibi dehaların var olduğunu anlamak, belki bu coğrafyanın da bir gün karanlıktan çıkarak modern bilimin aydınlığına girme umudunu bizlere vermektedir.

Bütün canlılar gibi, zaman da değişmektedir. Bir zamanlar geri olanlar şimdi ileri, bir zamanlar ileri olanlar şimdi geri olabilmektedir. Bu nedenle, hayattaki tek gerçek yol gösterici olan bilimin izinden gitmeyi bir başarabilirsek, insanlık olarak çok daha parlak ve aydınlık günlere kavuşmamız işten bile değildir!

Belki bu coğrafyalardan çıkmış insanları ve onların görüşlerini biraz daha yakından incelemek, bizlere daha fazla umut ve güç verecektir.

El-Cahiz (El-Jahiz)

781-869 yılları arasında (Darwin’den 1000 yıl önce) yaşamış, Basra doğumlu, Müslüman Arap bilim adamıdır. Gerçek ismi Ebu Osman Amr bin Bahr el-Kinani el-Fukaimi el-Basri’dir ancak gözündeki kusur yüzünden “pörtlek göz” anlamındaki El-Cahiz (Al-Jahiz) takma adını kullanmıştır. Hayatı boyunca teoloji, İslam felsefesi, filoloji gibi konularla ilgilendiği gibi zooloji, hayvan psikolojisi, sosyal psikoloji konuları da dâhil 200’e yakın kitap yazmıştır. En ünlü bilimsel eseri 7 ciltten oluşan, 350’ye yakın canlıyı incelediği “Kitab al-Hayawan (Hayvanlar Kitabı)”dır. Bu kitap, doğal çevrenin hayvanlar üzerindeki etkisinden bahseden, çevresel faktörlerin bir bireyin fiziksel özelliklerini nasıl değiştirebileceğini açıklamaya çalışan ilk eser olarak anılır. Besin zinciri ve çevrenin bir hayvanın hayatta kalma ihtimalini nasıl etkileyebileceğini özel olarak incelemiştir: 

“Sıçan, yemek aramaya çıkar, bulur, yakalar ve yer. Küçük kuşlar ve diğer küçük hayvanları yer. Bebeklerini yılanlardan ve kuşlardan korumak için yer altı tünellerinde saklar. Yılanlar sıçanları yemeyi çok sever. Yılanlar da kendilerini kendinden büyük olan kunduzların ve sırtlanların tehlikesinden korur. Sırtlan tilkiyi ve kendinden küçük diğer hayvanları korkutur. Varoluş, başkasının yemeği olmaktan geçer, esas kural budur. Bütün küçük hayvanlar kendinden küçükleri yer ama her büyük hayvan kendinden büyüğünü yiyemez. İnsanlar da hayvanlar gibidir. Allah bazı bedenlerin ölümünü diğerinin hayatı için sebeplendirmiştir veya diğerinin hayatını bir başkasının ölümü için.”

***

“Eğer güvercin siyahsa gebelik olduğunda ve olgunluk sınırlarını geçtiğinde, yumurtalıkta çok yüksek sıcaklıklara geri getirilebilir. Aynı şey insanlarda da gerçekleşir, çünkü annenin vücudu normalden daha yüksek bir sıcaklıkta yaşar, karanlık olur ve saçları küçülür ve kıvrılırlar.” (siyahî insanların kökeni için yapılmış bir yorum)

***

“Bir bölgedeki hava şartları kötüleşince, suyu kötüleşir, toprağı kötüleşir, bu durum hayvanların insanların fıtratını değiştirir.”

***

“Kaç nesil sonra siyah beyaz, beyaz siyah olur?” (deri renkleri)

Kitaptaki alıntılardan, çok rahatlıkla, El-Cahiz’in, fiziksel özelliklerin nesiller arasında değişebileceğini, üstelik bu değişimin yumurtalar sayesinde olabileceğini, çevrenin fiziksel özellikleri etkileyebileceğini ve hayatta kalma güdüsü ile doğal seçilim kanunlarını dile getirdiğini söyleyebiliriz. 

El-Farabi 

870-950 yılları arasında yaşamış ünlü bilgin. Doğum yeri ve kökeni hakkında tartışmalar mevcuttur (Afganistan veya Kazakistan doğumlu, Türk veya Fars). Orta Çağ İslam aydınları arasında Muallim-i Sani (İkinci Üstat/Magister secundus) olarak bilinir. Birinci üstat Aristo’dur. Batı’da Alfarabius adıyla da bilinir. Mantık, matematik, felsefe, doğa felsefesi, psikoloji, müzik, siyaset dallarında kendini geliştirmiştir. Hakkında sonradan yazılan biyografilerde verilen listelerde 100 ila 160 arasında eserin Farabi’ye atfedildiği görülür ancak bu eserlerin küçük bir kısmına ulaşılabilmiştir. "El-Medinetü'l Fâzıla (Faziletli Şehir- İdeal Devlet)” kitabı bunlardan biridir. Bu kitapta “Varolmada heyulani (maddi) cisimlerin mertebeleri hakkında” bölümü, varlıkların basitten başlayarak birbirlerine dönüştüklerini anlattığı aşağıdaki paragrafla başlar:

***

“Evvelâ ustukuslar (hava, su, ateş, toprak/cevher) hâsıl olurlar. Sonra o cins ve tabiâtteki cisimler hâsıl olurlar ki buhar ve bu zümreden olan bulutlar, rüzgârlar ve havada vuku bulan diğer şeyler ve yerin dolayında, altında, suda ve ateşte olan şeyler bu kabildendir. Bunlardan da sair cisimlerin var olması gerekir öyle ki: evvela ustukuslar birbirleriyle karışarak bunlardan birbirine zıd olan birçok cisimler hâsıl olur. Sonra, bu zıdların bir kısmı yalnız birbiriyle karışır; diğer bir kısmı ise hem birbiriyle hem ustukuslarla karışarak ikinci bir karışma hâsıl eder ki bundan da suretçe birbirine zıd olan birçok cisimler hâsıl olur. … Böylece karışa karışa eski terkiplerden (sentezlerden) daha karışık yeni terkipler hâsıl olmakla, öyle bir raddeye gelirler ki artık karışma imkânını gaip ederler ve onların karışmalarından hâsıl olacak cisimler, onlardan da ustukuslar kadar uzak kalarak ihtilat (karışım) son bulmuş olur. Böylece bazı cisimler ilk ihtilattan, bazıları ikincisinden, diğerleri üçüncüsünden bazıları da son ihtilattan hâsıl olurlar.

Madenler nispeten sade ve ustukuslara daha yakın ihtilatlardan hâsıl olmakla ustukuslardan az uzaktadırlar. Nebat (bitki) daha girift olup ustukuslardan daha uzak terkiplerle hâsıl olur ki evvelkilere nispetle ustukuslardan daha uzakta kalır. Nâtık olmayan hayvan (konuşamayan hayvan) bitkiden daha karışık bir terkipten husule gelir. İnsan ise, müstesna suretle, son terkipten hâsıl olur.”

***

Kitabın “İlâhi mevcudların, mertebeleri ve heyulânî (maddi) cisimlerin bölümleri hakkında” bölümünde ise aşağıdaki anlatımlara yer verilmiştir:

“Bu mevcudlar şöylece tertip edilirler: evvela onların arasından en bayağısı ele alınır. Sonra daha mükemmeline ve en sonunda ondan daha mükemmeli olmayan mükemmele varılır. Bunların en bayağısı, müşterek ilk maddedir. Ondan mükemmel olarak ustukuslar gelir; sonra bitkiler, sonra nutuksuz hayvanlar (konuşamayan), sonra natık (konuşan) hayvan gelir ki, ondan mükemmel bir şey yoktur.”

***

Görülebileceği gibi bu görüşler modern evrim görüşüyle tam olarak uyumlu olmasa da, yine de canlılar arasındaki kademeli evrimsel değişime dair çok önemli tespitlerdir. Canlıların statik, değişmez, son halleriyle yaratılmış olduğunu değil; kademeli ve birikimli bir evrimsel sürücün ürünleri olduğunu ileri sürmektedir. Bu, İslam tarihinde evrimin ne kadar güçlü bir temelde geliştiğine çok önemli bir göndermedir.

İbn-i Miskeveyh (İbn Miskawayh)

932-1030 yılları arasında İran’da yaşamış İslam filozofudur. Farabi okuluna mensup düşünürlerdendir. Hayatı boyunca çokça eser vermiş, özellikle insan ahlakı ve davranışı üzerinde yoğunlaşmıştır. Doğanın işleyişiyle ilgili düşünceleri El-Cahiz kadar bilimsel olmasa da felsefi düzeyde “El-Fevz el-Aşgar (Al-Fawz Al-Asghar - Küçük Başarı)” isimli kitabında belirgindir. Düşünüre göre doğanın ilerleme süreci cansız maddeden bitkiye, bitkiden hayvana, hayvandan maymuna, maymundan insana doğrudur. Miskeveyh’in eserlerini inceleyen Dr. Muhammed Hamidullah, Miskeveyh’in kitabındaki görüşlerini şu şekilde özetlemiştir:

“Miskeveyh’e göre; Allah maddeyi ve gücü yarattı. Madde zamanla buhara ve suya dönüştü. Bir sonraki basamak mineral dünyası oluştu. Belli zamanda farklı mineraller oluştu. Daha sonra mineral dünyası bitki dünyasını oluşturdu. Bitkiler, hayvan özellikleri taşıyana kadar evrimleşttiler, dişi ve erkek cinsleri oluştu. Bu hurma ağacıdır. Hurma ağacı bitkiler âleminin en yüksek, hayvanlar âleminin en düşük seviyeli canlısıdır.”

***

Miskeveyh’e göre bitkilerin lif ve köklerden kurtulması hayvanlar âlemine geçiş olmuştur, hareket, dokunma ve yön ilk basamaktır. Hayvanlar âlemi dört bacaklılarda “at”, uçan hayvanlarda “şahin” ile en üst mertebeye erişmiştir. En sonunda insanlık sınırındaki maymun yer alır. 

***

“… her hayvan, aslında, hayvan olmayandan türemiştir, meninin kendisinin hayvan olmadığı gibi. Bu sıvı, kandan yapılmıştır ve yemekten ve bitkiden ve maddeden…”

***

Miskeveyh’in evrimle ilgili görüşleri bugünkü bilgilerimizin yanında ilkel kalmaktadır ancak “hepimiz yıldız tozuyuz” fikrinin özünü ilk benimseyenlerden olması oldukça dikkat çekicidir. 

İhvan El-Safa (Ikhwan El-Safa) 

İhvan el-Safa (Halis Kardeşler) bir kişi değil, kimlikleri gizli âlimlerden oluşmuş, doğa bilimleri, matematik, astronomi, felsefe ve İslami bilgiler içeren 52 kitaptan oluşan, Rasa'il Ikhwan al-Safa adlı ansiklopedik eser vermiş bir topluluktur (10. yy).

Çırak, kalfa ve üstat olarak çalışmış ve aralarına sadece şerefli, toleranslı erkekleri almışlardı.

Yazarların kimlikleri hakkında öngörüler bulunsa da kesin bir bilgi yoktur. Her ayın belirli üç akşamı bir araya gelip önceden belirlenmiş konular hakkında toplantılar yapmışlar ve bunları kitaplaştırmışlardır.

Canlılığın oluşum süreci hakkındaki fikirler aşağıdaki şekilde tarif edilmiştir: 

***

“… Üç âlem bulunur. Her son üye, kendinden sonra gelen bir sonraki basamağın ilk üyesine bağlıdır. Mineraller, kendinden alttaki su ve toprağa ve onların da alt tipi olan Alüminyum sülfat, Demir sülfat ve Zirkona bağlıdır. Kırmızı Altın minerallerin en üst basamağıdır ve bitkilere yakındır. Bitkiler arasında yosun en alt kademededir, buna karşılık hurma, dişi ve erkeğinin bulunuşuyla hayvanlar ve bitkiler arasındadır. Salyangoz bitkilere en yakın hayvandır, fil ise -zekâsı gereği- insana en yakın hayvandır…”

İbn El-Heysem (İbn Al-Haytham)

965-1039 yılları arasında yaşamış, Basra doğumlu, Müslüman Arap fizikçi, matematikçi, filozof. Zamanının çoğunu din ve fen bilimlerine adamış olan El-Heysem, çok önemli bir fizikçi ve optik biliminin kurucusu olarak kabul edilir. Bazı kaynaklar Heysem’i, bilimsel yöntemleri kullanma şeklini göz önünde bulundurarak “ilk bilim adamı” olarak kabul eder.

Batı dünyasında “Alhazen” adıyla bilinir.

***

Newton ve Kepler’den yüzlerce yıl önce, Dünya merkezli bir kâinat sisteminin gerçek olmayabileceğini, uzayda başka sistemlerin de olabileceğini ve Dünya’nın Güneş sistemine tabi olduğunu söylemiştir.

***

Optik ve ışık konusunda en yüksek düzeyde deneysel çalışmalar yapmıştır. “Bir ortamdan geçen bir ışık ışınının en kolay ve çabuk olan yoldan gideceğini” bildirmiştir. Böylece, Pierre de Fermat’ın (1601-1665) “en küçük süre ilkesi”ne birkaç yüzyıl önceden katkıda bulunmuştur.

***

Ayrıca, daha sonraları Isaac Newton’ın (1642-1726) “Birinci Hareket Yasası” olacak olan Eylemsizlik Yasası’ndan söz etmiştir: 

“Her cisim, hareketini değiştirecek kuvvetler uygulanmadığı sürece bulunduğu konumu korur veya doğrusal bir yörüngede düzgün hareketini sürdürür.” 

***

Işığın büyük ama “sonlu” bir hıza sahip olduğunu ve ışığın kırılması olayının ışığın farklı maddeler (ortamlar) içindeki hızlarının farklı olmasından kaynaklandığını duyumsatan ifadelere yer vermiştir.

Büyük patlama’dan hemen sonra ışık hızının dahi aşıldığı artık biliniyor ama şimdilik bilimsel izahı yapılamıyor. Bir gün o da hesaplanır.

Eserlerinden birinde kurduğu şu cümle, bilimsel düşünce yapısını ortaya koymaktadır:

 “Bilim adamının gayesi doğruyu öğrenmekse, kendini okuduğu her şeye düşman etmelidir.” 

Al-Biruni (Alberuni)

Namı diğer Biruni (Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el-Birûnî) 973-1048 yılları arasında bugünkü Özbekistan-Afganistan bölgesinde yaşamış, zamanının en önemli ve en bilinen İslam âlimlerindendir. Fizik, matematik, astronomi, tıp, farmakoloji, doğa bilimleri, tarih, kronoloji ve dil biliminde kendini geliştirmiş ve bu alanlarda çağının alimlerini etkilemiş önemli eserler vermiştir.

***

İlginç şekilde Hintolog (Hindistan uzmanı) olarak da tanınır. Çünkü 1017 yılında Gazneli Mahmut’un Hindistan’a yaptığı 12. seferinde orduyla beraber gitmiş ve Hindistan’da uzun yıllar kalıp çalışmalar yapmış, “Tarikh Al-Hind (Hindistan Tarihi)” adında bir kitap yazmıştır. Bu kitap Hindistan kültürünün en ince detayları da dâhil, bilim, ekonomi, matematik, astronomi bilgileri içerir.

Kitabın 47. bölümü aşağıdaki paragrafla başlar. Burada Biruni’nin coğrafi dağılım, doğal seçilim, yapay seçilim kavramlarının tohumlarını attığını görebiliriz:

“Dünyanın hayatı ekime (tohum) ve üremeye bağlıdır. Her iki olay da zamanla artar ve bu artış sonsuzdur, Dünya sonlu olduğu halde. Bir bitki veya hayvan sınıfı kendi formunda artmadığında ve kendine has cinsi kendi türü olarak belirlendiğinde, onun her bir bireyi sadece bir kez var olmak ve yok olmakla kalmaz, bunun yanında kendi gibi bir veya birçok varlık yaratır, sadece bir kez değil birçok kez, o zaman bu tek bir hayvan veya bitki türü, dünyayı işgal edip kendini ve kendi cinsini ulaşabildiği her yere yayacaktır.

Çiftçiler mısırı seçerler, istedikleri kadar büyümesine izin verirler, söküp çıkarırlar. Oduncu mükemmele ulaşıncaya kadar o dalları bırakır, diğerlerini söküp atar. Arılar kovanda çalışmayıp sadece yemek yiyen arıları yerler. Ancak doğa ayrım yapmaz, hamlesi her koşulda tek ve aynıdır. Ağaçların yapraklarının ve meyvelerinin çürümesine izin verir; bu, doğa ekonomisinde üreme eğilimiyle sonuçlanmasını engeller. Diğerlerine yer açmak için onları kaldırır.”

El –Hazini (Al Khazini)

12. yy başlarında yaşamış (1115-1130 en faal olduğu yıllar olarak bilinir), Merv doğumlu -eski Pers İmparatorluğu’nun (bugünkü Türkmenistan) Horasan bölgesindeki bir il- Müslüman matematikçi, fizikçi, astronom ve bilim insanıdır.

Tam ismi Abu al-Fath Abd al-Rahman Mansour al-Khāzini’dir. Zamanın ünlü matematikçisi, astronomu ve filozofu olan Ömer Hayyam’ın (Ummar Khayyam) öğrencilerindendir.

En önemli eseri, Horasan Selçuklu Sultanı Ahmed Sencer için yazılmış “Kitab Mizan Al-Hikma (Hikmetlerin Dengesi Kitabı)”dır. Kitap ağırlık merkezinin, güç-kütle-ağırlık-yoğunluk kavramları arasındaki farkların, mekanik ve  hidrostatik deneylerin detaylı anlatımlarının bulunduğu 50 bölümlük 8 ciltten oluşur.

Madde ve insanla ilgili fikrini aşağıdaki şekilde ifade eder:

“Halktan insanlar, doğa filozoflarından altının, olgunluk mükemmelliğine ve bütünlük amacına erişmiş bir madde olduğunu öğrendiklerinde, altının diğer tüm metalik madde formlarından geçerek yavaş yavaş bu mükemmelliğe geldiği fikrine kapılıp buna kuvvetle inandılar. Sıradan insanlara göre Altının doğası ilk olarak Kurşun’du, daha sonra Kalay oldu, sonra Pirinç, ondan sonra da Gümüş oldu ve en sonunda Altın’ın oluşumu gerçekleşti.

Bu insanlar doğa filozoflarının bu sözleriyle, insandan bahsettiklerinde ve ona doğasında ve bedensel yapısında bulunan bir bütünlük ve denge mâl ettiklerindeki gibi bir şeyi kastettiklerini bilmiyorlardı.

Oysa filozoflar, insanın bir zamanlar boğa olduğunu, sonra eşeğe dönüştüğünü, daha sonra ata, ondan sonra maymuna dönüştüğünü ve en sonunda da insan haline geldiğini kastetmiyorlardı.”

İbni-i Haldun (İbn Khaldun) 

1332-1406 yılları arasında yaşamış, Tunuslu Müslüman tarihçi-filozoftur. Tam ismi Abd Ar Rahman bin Muhammed ibn Khaldun’dur. En ünlü eseri 1250 sayfalık; tarih felsefesi, sosyal bilimler, ekonomi, çevre, kültürel tarih, İslam teolojisi ve politik konuları ihtiva eden ve zamanının önemli isimlerinin başucu kitabı olmuş “Mukaddimah (Mukaddime)”dir.

Bu eserde evrimle ilgili görüşlerini aşağıdaki şekilde ifade etmiştir:

“… Yaratılış dünyasına bakmak gerekir. Önce madde oluşmuştur. Dereceli bir şekilde ilerlemiş, bitki ve hayvan oluşmuştur. Minerallerin son basamağı, bitkilerin ilk basamağıdır, tıpkı çimen ve tohumsuz bitkiler gibi. Üzüm ve hurma gibi bitkilerin son basamağı da hayvanların ilk basamağını oluşturur, tıpkı yılanlar ve kabuklu deniz hayvanları gibi. Buradaki “bağlantı” son basamaktaki her grubun bir üst basamağa geçmek için hazır olma durumudur.

Daha sonra hayvanlar âlemi sürekli genişler, çoğalır, yaratılış basamağında son olarak, düşünen ve ifade eden “insan” oluşur. İnsanların en üst basamağına, zekâ ve idrakin olduğu ancak aktif düşünme ve ifadenin olmadığı maymunlar âleminden ulaşılmıştır…” 

***

Şimdi, müfredat değişti diye Mevlânâ’yı, Şems’i, Mesnevileri de mi yakacağız.

Kınalızade Ali Efendi

1511-1571 tarihleri arasında yaşamış, Isparta doğumlu, Osmanlı devlet adamı ve âlimdir. Dedesi sakalına kına sürdüğü için ailecek “kınalızade” hitabını almışlardır. Zamanının önemli medreselerinde eğitim almış ve eğitmenlik yapmış, önemli devlet erkânlarında söz sahibi olmuştur. Din, felsefe, ahlak üzerine yazılmış Ahlak-ı Alai en önemli eseridir. Güzel huy ve güzel ahlakla Allah’a nasıl yaklaşılabileceğini anlatmaya çalışan eserinde, işe öncelikle varlık bilimiyle başlamış, fiziki ve biyolojik varlık hakkında fikirler yürütmüştür.

***

Kınalızade, insanın hayvanlar âlemine mensup bir tür olduğunu ve bu türün diğer hayvan türlerinin en yücesi ve şereflisi olduğunu söyler.

“... Cins-i hayvanın nev'i insanî efdalı ve eşrefidir pes. Merâtib-i tefadüi dört olur: Maden ve Nebat ve Hayvan ve İnsan. Ve her cinsin envâında dahi tefâdül vardır. Yani bazı envâ-ı cins. Bazısı ahirde efdaldır ve her cinsin efdal-ı envâı fevkinde olan cinsin ednâ-yı envâına karib olub ekser havass ve levazımında müşârik olur. Evvel madeniyat içinde "mercan" dedikleri cevherdir. Eğerçi madeniyatdandır. Amma fi'l-cümle neşv ü nümâ âsân anda müşâheddir, hattâ karib olmuştur ki, makâm-ı madeniyatdan terakki idüb ufk-ı âlem-i nebât-ı nâmiye dahil ola ve nebatât içinde bu hal ile muttasıf olan "dı raht-ı hurma" (=hurma ağacı) dır ki, âsâr-ı hiss ve harcket-i iradî anda /.âhir ve peydâdır...”

***

Kınalızade bu sözlerde; insanın hayvan cinsinin şerefli bir türü olduğunu, her cinsin kendi içinde çeşitli olgunluk dereceleri bulunduğunu, her cinsin en üst ufkunda yer alan varlığın bir üstteki cinsin en alt ufkundaki varlıkla duyu ve lâzimeler (lazım olanlar) bakımından ortak olduklarını, madenle bitki arasındaki ara varlığın mercan, bitki ile hayvan arasındaki ara varlığın ise hurma ağacı olduğunu, hatta bunların bir üst düzeye yükselmelerinin söz konusu olduğunu ifade eder. Bu konu hakkında yazılmış ilk Türkçe eser özelliğindedir. 

Erzurumlu İbrahim Hakkı

1703-1780 yılları arasında yaşamış Erzurum doğumlu, mutasavvıf, sosyolog, fizikçi, astronom, Türk İslam âlimidir. Çoğunlukla dinî ve bilimsel konularla ilgilenmiş İbrahim Hakkı’nın en önemli eserleri Divan ve Marifetname’dir. Tasavvufi konularla birlikte fen konularıyla ilgili geniş içeriğiyle, yazarın söylediğine göre 400 eserden faydalanılarak yazılmış Marifetname, ansiklopedi özelliği taşıyan dikkat çekici bir eserdir. 

***

 

Marifetname’de İbrahim Hakkı’nın temel iddiası olan, Allah’ın her şeyi insanın hizmetine sunmak üzere yarattığı fikrini bir tarafa koyarsak, gökyüzünü ve doğayı çok iyi gözlemlemiş ve özellikle evrim fikrini açık bir şekilde ifade etmiştir: 

“…Hak Teâlâ’nın emir ve tesiri ile gökler ve yıldızlar dönüp hareket ederek anasır-ı erba’ayı (su, hava, ateş, toprak) birbirine karıştırıp yoğurmuştur. Böylece, önce madenler, sonra, bitkiler, daha sonra hayvanlar meydana gelmiştir. Bu bileşik cisimlerin dört mertebesi arasında, yani maden, bitki, hayvan ve insan arasında aracı bileşik cisimler de vardır. Madenler ile bitkiler arasında vasıta ve geçit olan mercandır. Çünkü mercan katılıkta taş gibidir. Bitki gibi zerre zerre denizin dibinden bitip suyun yüzeyinden yukarı çıkıp kuruduğunda sert olur. Bitkiler ile hayvanlar arasındaki geçit hurma ağacıdır. Çünkü o bitki olmasına rağmen hayvan gibi erkeğine yakın olmadıkça (döllenme olmayıp) neticesi hurma olmaz. Başını kestiklerine helak olup, kuruyup, yaprak ve meyvesi kalmaz. Hayvan ve insanlar arasında geçit olanların en açığı maymundur. Çünkü bütün organlar, kıl ve kuyruğundan başka, dışı ve içi insana benzer. Mercan, hurma ağacı ve maymun gibi maden, bitki, hayvan ve insan arasında, geçit olanların varlıklarındaki hikmet, her birinin kendi mertebesi aşağısından son yükseklik derecesine ulaşması, varlıklardaki mertebelerin o silsile yoluyla tertip edilmesi ve insanlık mertebesinde nihayet bulmasıdır…”  

Âlimlerin aktardıkları ile bugünkü evrim anlayışımız arasında benzerlikler ve farklılıklar tabii ki vardır ancak açık şekilde görülen şey, varlıkların devamlı bir dönüşüm halinde olduğunun kabulüdür. Yukarıda adı geçen yazarlar ve ek olarak Ragıb El-İsfahani, Seyyid Emir Ali, Mevlânâ Celaleddin-i Rumi gibi âlimler de dâhil, çoğu İslam Âlimi, eserlerinde insanı ve doğayı, fiziki ve ruhani bir bütünlük içinde ele almaktadırlar.

Doğanın esas itici gücünün Allah olduğu kabul görür, canlılığın evrimi yalnız maddi düzeyde anlatılmaz, nefsin de basamaklanarak evrim geçirdiğinden, hatta çoğu eserde insandan sonra gelen melek mertebelerinden bahsedilir.

Bugünkü bilimsel bakış açımız, gözlemlenebilir olgular üzerinden deneylere dayalı temellendiğinden, dinî konular kapsam dışıdır. Ancak doğa üzerine kafa yormuş en önemli İslam âlimleri evrimsel süreçlerin varlığından açık şekilde bahsetmişlerdir.

“Maymundan gelme” fikrinin hiç de aşağılık bir durum olmaması, her aklıselim sahibi bilim adamı için olağan gözükmektedir. Hangi yüzyılda, hangi coğrafyada olursa olsun…

Lütfen bari tasavvufu da “müfredatta yok” diye ilga’ etmeyin (ortadan kaldırıp yasaklamayın).

Çünkü tasavvuf, dinlerin keskin kılıçlarını yumuşatan en güzel dünya görüşüdür.

Dilerim Ortaçağ’a geri dönmeyiz ve bilimde de, fende de ilerleyip, muasır medeniyetlerin seviyesini de sollarız.

Bu da benim ütopyam.

Aklı hikmet, Güzellik ve Hikmetle kalın.

Mehmet Kerem Doksat – Tarabya - 17 Ağustos 2017 Perşembe

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©