TEAMÜLLER, TEMAYÜLLER VE GELENEKLER

M. Kerem Doksat      6 Nisan 2015 Pazartesi      4006

Bir süre önce emekli olarak ayrıldığım İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki ve üniversitedeki gelişmeleri hayretle takip etmekteyim.

Önce sıralamaya bir bakalım: Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu (1923-1927), Ord. Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp (1927-1934), Ord. Prof. Dr. Cemil Bilsel (1934-1943), Ord. Prof. Dr. Tevfik Sağlam (1943-1946), Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar (1946-1949), Ord. Prof. Dr. Ömer Celal Sarc (1949-1951), Ord. Prof. Dr. Kazım İsmail Gürkan (1951-1953), Ord. Prof. Dr. Fehmi Fırat (1953-1957), Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar (1957-1963), Ord. Prof. Dr. Ömer Celal Sarc (1963-1965), Ord. Prof. Dr. Ekrem Şerif Egeli (1965-1969), Prof. Dr. Nazım Terzioğlu (1969-1974), Prof. Dr. Haluk Alp (1974-1979), Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu (1979-1993), Prof. Dr. Bülent Berkarda (1993-1997), Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu (1997-2004),  Prof. Dr. Mesut Parlak (2004-2008), Prof. Dr. Yunus Söylet (2008-2015), Prof. Dr. Mahmut Ak (2015-)


Benim en son yetiştiğim Kemal Bey’di (Berkarda’yı da tanırım, hep gölgede kalıp, Kemal Bey’i ön plana sürmüştü kendi zamanında) ve Ergenekon’dan hapse atılıp da serbest bırakıldıktan sonra bir kere telefonlaşabilmiştik. Kıymetli de önemli bir hocaydı ama evine bağlattığı hattı bahane ederek içeri attılar.

Son üçüyle tanıştım ama Mesut Parlak Bey’i hiç görmedim, Prof. Dr. Yunus Söylet’le de bir seferinde, Sevgili Dostum Prof. Birgül Sönmez’in düğününde karşılaştım nikâh şahidi olarak.

Karısı türbanlı ama aydın bir adama benziyordu. Merhum Adnan Şenses’in de kafası iyiydi ve garip bir şarkı söylemişti hattâ.

Bu işte bir gariplik var…

Makalemin başında da belirttiğim gibi, her türlü demokratik seçimde önce bir teamül yoklaması yapılır ve adaylar propaganda için, belirledikleri anahtar kişilere, kanaat önderlerine ve benzeri lider vasıflı kimselere giderler. Fakülteleri, Anabilim Dallarını, kendilerine destek çakacaklarını tasavvur ettikleri adaylarla temasta bulunurlar.

Daha sonra da bir seçim yapılır ve en yüksek oyu alan kişi, eğer ahlaki bir sorunu yoksa bir skandala adı karışmamışsa yahut başka bir teamüllere ters düşen, temayül olarak da benimsenmiş, geleneklere göre de seçilmiş bir Öğretim Üyesi Rektör seçilir.

YÖK, bu atamayı aynı kıstaslara göre değerlendirir ve adaylardan durumu en iyi olanları, demokratik, Laik, Atatürk ilke ve İnkılaplarına ters düşmeyecek evsafta olanları ele alır, dosyaları tetkik edilir ve jüri tespit edilir.

Akabinde de adayların listesi en yüksek Onay makamı olan Cumhurbaşkanı’na yollanır.

O da, en üst otorite olarak, en liyakati yüksek olanı görevlendirir.

Bu sefer gene bir gariplik oldu ve değerli arkadaşım ve Çapa (İstanbul Tıp) Fakültesi’nden, Değerli Meslekdaşım Psikiyatri Profesörü Raşit Tükel’e ne oldu:

İstanbul Üniversitesi’nde rektörlük seçimleri tamamlandı ve toplam 2 bin 595 oyun kullanıldığı seçimde bu seçimler sonucunda en yüksek oyu Prof. Dr. Raşit Tükel aldı (fark 1202’ye 908).

Ancak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, rektör atamalarını gerçekleştirdi ve İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne Prof. Dr. Mahmut Ak’ı atadı. Raşit Tükel yerine rektörlüğün Mahmut Ak’a verilmesi de tepki topladı tabii.

Özellikle sosyal medyada Recep Tayyip Erdoğan'ın kararı eleştirildi. Raşit Tükel ayrıca İstanbul Üniversitesinde geçen ay yapılan seçimde rektörlük için Prof. Dr. Mahmut Ak, Prof. Dr. Harun Cansız, Prof. Dr. Faruk Erzengin, Prof. Dr. Recep Seymen ve Prof. Dr. Raşit Tükel yarışmıştı.

Bu ikinci hayal kırıklığımız oldu. Eh, 65 yaş gelip de zaruretten (icbar: zorlamadan da öte) emekli olacak. Zaten kırılmıştır sanırım ve bir daha da denemez

Şimdi, bu seçim demokratik midir? Yoksa teokratik midir?

Bunun amacı henüz ayakta duran en eski ilim ve irfan yuvasını da mı yandaş hale getirmek istiyorlar? Bu iş ilk defa olmadı ama beklendiği gibi, yine oldu. İstanbul Üniversitesi Rektörlük seçiminde en çok oyu alan Prof. Raşit Tükel değil, ikinci sıradaki aday Prof. Mahmut Ak, önce YÖK listesinde birinci sıraya çekildi, sonra da Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atandı. Bu haftanın gündemi çok yoğun ama ben eski bir İstanbul Üniversitesi mensubu olarak, bu konuda yazmak gereği duyuyorum.

AKP, 12 Eylül Rejimine ve onun mahsulü olan YÖK sistemine güya karşı bir siyasî hareket olarak işe başlayıp, bu sistemin suyunu çıkaran bir icraatla bugüne geldi, tıpkı diğer pek çok konuda olduğu gibi. YÖK sistemini toptan ortadan kaldırmak bir yana, AKP’li Cumhurbaşkanları hiç olmazsa sembolik olarak demokrasinin gereğini yapabilir, kanunların verdiği yetkiyi kullanmak yerine, en çok oyu alan adayı rektör atama geleneği oluşturabilirlerdi. Sadece Recep Tayyip Erdoğan değil, şimdilerde kıymete binen eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu tür bir girişimde bulunmaktan imtina ettiler, meselelerinin demokrasi değil, kendilerine yakın kadroları kayırmak olduğu baştan belliydi. Kendilerinden önceki benzer uygulamaları mazeret göstermeleri ise tam bir pişkinliktir!

İstanbul Üniversitesi’nde bir önceki seçimlerde eğrisi doğrusuna denk gelmişti, iktidar partisine yakınlığı ile bilinen Prof. Yunus Söylet seçimin galibi oldu ve demokratik olan, hiç olmazsa bu şekilde gerçekleşebildi. Doğrusu, siyasî açıdan başımızın en zorda olduğu dönemlerde, en özgür olunan yer İstanbul Üniversitesi oldu. Prof. Söylet dönemi pek çok arkadaşımız için de, hiç olmazsa öğretim üyeleri için demokratik bir havada geçti. O nedenle, aynı ekolün mensubu olduğunu bildiğimiz Prof. Mahmut Ak’a karşı olumlu bir yaklaşım içindeydik. Dahası, İstanbul Üniversitesi, yapısından dolayı hep Tıp dalından rektörler ile idare edilmişti, Prof. Dr. Mahmut Ak bu açıdan, yâni Sosyal Bilimler dalında olanlar için daha hâlden anlar bir aday görüntüsü veriyordu. Ve dahası, idareciliği döneminde, benim de mensubu olduğum Tıp Fakültesi ile ilişkileri çok iyiydi, idarî görev alan ve kendisi ile siyasî görüşü farklı olan arkadaşlarımızın kanaati de buydu. Yani Prof. Ak’a karşı siyasi görüşlerinden dolayı hiçbir önyargım yok, olamaz. Ama ne olursa olsun, Rektörlük atanma değil, seçilme kriterine uyulması gereken bir mevki olmalı. Hadi, mevcut sistemin ve siyaset dünyasının hâli malum, hiç olmazsa akademisyenler demokratik ilkelere göre davranmalı diye düşünüyorum. Ancak şimdiye kadar seçimin galibi olmadığı hâlde YÖK listesinde öne çıkan hiçbir rektör adayı, atanma öncesi yarıştan çekilme basireti göstermedi. Bakın en vahim olan da bu durum; akademisyeninin demokrasi anlayışı bu yönde olan, yani seçimi kazanmadığı halde atanmayı içine sindiren akademisyenlerle dolu bir ülkede hangi demokrasiden bahsedilebilir?

YÖK’ün de, Cumhurbaşkanı’nın da demokrasiden ne anladığı ortada, peki bu şartlarda atanan rektörler, seçimlere katılan öğretim üyelerinin iradesine saygı göstermeyi hiç düşünmezler mi?

Belli ki düşünmüyorlar, bu tavrın saygınlıklarına gölge düşüreceğini hesaba katmıyorlar. İstanbul Üniversitesi Rektörlük atamasında durum aynen böyle oldu, sonuçta her şey bir yana, Prof. Dr. Ak itibarına gölge düşürdü, ülkemizde demokrasinin geri geri gitmesinde, bir adım da onun katkısı oldu. Artık bir Vakıf Üniversitesi olan Beykent’te görev yapmak durumunda olan bir öğretim üyesi olarak, düşündüklerimi söylemekten imtina etsem, kendime saygımı kaybederdim, bu benim katlanamayacağım bir maliyet. Aynı nedenle, söylediklerimi, politik doğruculuk gereği veya “yasak savmak” nev’inden değil, altını çizerek söylüyorum. Unutmayalım ki, bu noktaya sadece iktidar partisinin “demokrasi anlayışsızlığı” ve icraatları ile değil, tırsıp sesini çıkarmayanların yarattığı demokratik boşluk nedeniyle geldik. Lâfta atıp tutup, mevki, mensubiyet uğruna her türlü pazarlığa girenleri saymıyorum bile.

İstanbul Üniversitesi (kısaca İÜ), yek sengine tüm Acem mülkünün feda edilebileceği söylenmiş olan İstanbul’daki en büyük devlet üniversitesidir.

18 Kasım 1933'te Türkiye’nin ilk ve tek üniversitesi olarak öğrenim hayatına başlamış olan kurum, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk Avrupa tarzı üniversite olarak kabul edilen Darülfünun’un doğrudan devamıdır. Ayrıca okulun bazı birimleri temelleri İstanbul’un fethinin ertesi günü, 30 Mayıs 1453’te, Fatih Sultan Mehmet’in emriyle kurulan emriyle kurulan Sahn-ı Saman medreselerine kadar dayanır… Bugünkü hali 1933’te tesis edilmiştir.

Hani bu iş Bush’un seçilmesine mi döndü acaba?

Hatırlarsanız, tamamen babasının torpiliyle seçilen bu pek de ilginç kişi için şu laflar kullanılmıştı: “Bush Junior was not electer, he was ed”. Yani güç odağı, kendi istediği adamı seçimlerle tercih ettirip de kendi tercih etmişti.

Prof. Dr. M. Kerem Doksat

Beykent Üniversitesi Psikolojik Bölümü

Emekli İÜ Cerrahpaşa TF Psikiyatri AD Öğretim üyesi

Paylaş Paylaş
Yeni Eklenen Yazılar

AĞRISIZ YAŞAMAK

Ağrı, vücut dokusuna zarar veren veya verebilme potansiyelindeki uyaranlara bağlı olarak ortaya çıkan, vücudun belli bir...

KÜRT SORUNU

25. 11. 2006'da memleketimizin önde gelen terör uzmanlarından Ercan Çitlioğlu'nun dâvetlisi olarak Bahçeşehir Üniversite...

KOSOVA'NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANDORA'NIN KUTUSU

Biraz önce Kosova'nın bağımsızlığı ilân edildi ve Pandora'nın Kutusu açıldı!Bir Türk ve Müslüman olarak sevinemiyorum. S...

SERDAR AKİNAN'IN PEK DE KATILMADIĞIM YAZISI'

Akşam Gazetesi'nin yazarlarından ve televizyoncu Serdar Akinan bu sefer altına imza atmayacağım, atamayacağım, bir öncek...

İZMİRDE İTİBARINI TAZELEYEN BİR MEKAN ALTINKAPI

İzmir Hilton Oteli'nde ve Altınkapı Restoran'da başımıza gelenleri yazmıştım. Biraz evvel Sayın Cüneyt Altınkapı aradı...

 
Web Tasarım Sapka.org   ©