M. Kerem Doksat | 6 Ekim 2024 Pazar | 174 |
Sevgili Mekâncılar,
Bir kişiye fiziksel, cinsel ve/veya psikolojik açıdan zarar vermeye ve acı çekmesine yol açan, tehdit, baskı ve/veya özgürlüğünün engellenmesini de kapsayacak şekilde uygulanan fiziksel, cinsel, psikolojik her türlü sözel veya sözel olmayan tutum ve davranışlara “şiddet” adı verilir. Şiddetin sebeplerine baktığımız zaman en önde gelen nedenlerinden bir tanesi kişilerin antisosyal kişilik özelliklerine sahip olmasıdır. Bu kişiler, fıtraten vicdani muhasebe yapamazlar. Kanunların yasak, törelerin ayıp, dinin günah saydığı eylemleri hiçbir vicdani muhasebeden geçirmeden rahatlıkla uygulayabilirler. Böyle kişilerin kalıtımsal olarak dünyaya geldikleri ve bu durumun mizaçlarına (huy-temperament-fıtrat) bağlı olarak ortaya çıktığı bilinmektedir.Bununla beraber, nörobiyolojik, bireysel, sosyal, ekonomik ve çevresel sebeplerin şiddet davranışını belirlemede rol oynadığı bilinmektedir. Bu durumu detaylandıracak olursak, şiddet davranışı sergilemedeki en önde gelen mekanizmalardan bir tanesi duygusal düzenleme yeteneğinin bozuk olmasıdır.
***
Böyle kişiler aniden ortaya çıkan bir olumsuzluk durumunda, duygusal denetim sağlamaksızın öfkelenip sinirlenirler. Bu kişileri genellikle huzursuz ve dürtü denetim sorunu yaşayan kişiler olarak tanımlanırlar. Bazı kişilerde çocukluk döneminden itibaren seyreden, beynin üst düzey yönetici işlevlerinden, işleyen bellekle ilişkili bazı sorunlar sebebiyle davranışsal düzenlemede sorunlar yaşanarak kişiler dürtüsel-fevrice davranabilirler. Gebelik döneminde annenin sigara, alkol kullanması, viral enfeksiyon geçirmesi, duygusal açıdan mutsuz olarak geçirilen gebelik dönemi ve zor doğum şartlarının da bu yatkınlığı arttırabileceği ileri sürülmektedir. Bunlara ek olarak genetik açıdan beyin kimyasıyla ilgili olumsuz yatkınlıkla doğan bireyler de şiddet davranışı uygulamaya yatkın bireyler olarak dünyaya gelirler.
***
Çocukluk döneminde aile içi sorunlara maruz kalma, ebeveyn-çocuk ilişkisindeki kopukluklar, güvensiz ve düzensiz bağlanma yaşanması, çocukluk ve ergenlik dönemi başlangıçlı davranım bozukluğu (okuldan kaçma, hayvanlara ve eşyalara kötü davranma, yalan söyleme, çalma vb. davranışlar), madde ve alkol kullanım bozukluğu, çocukluk ve gençlik döneminde başlayan psikotik bozukluklar gibi olumsuz şartlar, kişilerde şiddet davranışını tetikleyen faktörler arasındadır. Suç davranışı ve şiddet arasında önemli bir ilişki olduğu akılda tutulmalıdır. Antisosyal davranış örüntüsü olan bireyler irade zaafı yaşarlar, düşünmeden davranışa geçerler. Sorun çözmeye yönelik bilişsel strateji uygulama yetenekleri zayıftır. Bencil ve empati yoksunudurlar. Çeşitli sosyal ve kültürel faktörler kadına yönelik şiddeti etkileyebilmektedir. Kadın erkek eşitsizliği, eğitim ve iletişim sorunları kadına şiddeti arttıran önemli faktörler arasındadır. Aile içinde kadına yönelik şiddetin ortaya çıkış sebebi olarak; kıskançlık, eşe itaatsizlik ekonomik sorunlar, eşin bir anlık öfkesine maruz kalma, eşe karşı çıkma ve kötü alışkanlıklar sayılmaktadır. Yapılan çalışmalara göre kadınların bir kısmı şiddeti olağan bir durum olarak değerlendirmekte olup tepkisiz kalmaktadır. Bir kısmının ise sosyal ve ekonomik desteğinin olmaması sebebiyle şiddete tepkisiz kaldığı bilinmektedir.
***
Toplumsal şiddet oranındaki artışı değerlendirecek olursak, günümüzde, geleneksel normlara göre aile yapısının bozulması, ekonomik zorluklar, artan göç oranı ve sosyodemografik yapının değişmesi, eğitim sorunları, global düzendeki savaş psikolojisi, küresel salgınlar, yasaklı madde kullanımındaki artış, toplumsal değer yargılarındaki değişim, yozlaşma ve yabancılaşma toplumsal şiddet oranını arttırmaktadır. Bunca zorlanmaya karşı bireylerin ruh sağlığında ortaya çıkan olumsuz gelişmeler, kişilerin birbirine karşı daha tahammülsüz olmasına, sağlıksız çözüm yolları üretmeye, denetimsiz davranışlara ve öfke kontrolsüzlüğüne yol açmaktadır. Bu sayede kişiler öfkelendikleri veya kin besledikleri kişiye şiddet uygulayarak kendi acizlik ve çaresizliklerinden kurtulduklarını düşünmek gibi bir yanılsama içine girebilmektedirler.
***
Bütün bunlarla paralel olarak, bireylerde giderek artan oranda ortaya çıkan ruhsal hastalıklar toplum ruh sağlığını ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bireylerde depresif sendromlar, kaygı bozuklukları, psikotik özellikli majör depresyon tabloları ve psikotik hastalık oranları ve ayrıca, yasaklı madde kullanımına bağlı psikotik hastalıklar giderek artış göstermektedir. Tedavi edilmemiş ruhsal hastalıkların bir kısmı, öfke denetimindeki bozulma, gerçeği değerlendirme yetisinde kayıp ve /veya hastalıklı sorun çözme becerileri gibi mekanizmalar üzerinden toplumsal şiddet davranışına yol açabilmektedir.
***
Toplumumuzda giderek yaygınlaşmakta olan saldırganlık ve cinayet haberleri toplum ruh sağlığımızın sıkıntılı olduğunu göstermektedir. Bu açıdan ruh sağlığı politikalarının zenginleştirilmesi ve alanda çalışan profesyonellerin desteklenmesi büyük önem arz etmektedir. Ailelerin, çocuklarının kimlerle arkadaşlık ettiğinden haberdar olmaları, sağlıklı bir ebeveyn-çocuk iletişimi kurmaları ve bu şekilde çocuklarına uygun şekilde kılavuz olabilmeleri çok önemlidir. Eğitimin de bu konudaki yeri tartışılmazdır.
***
Bir toplumu üretken ve başarılı kılan en önemli etmenlerin başında, insanların huzurlu bir ortamda birbirine güven duyması, kaliteli eğitime ulaşılması, temel toplumsal güvenliğin sağlanması, sağlıklı iletişim yöntemlerinin kullanılması, sağlık hizmetlerine koşulsuz ulaşabilme ve ruh ile beden sağlığının yerinde olması gelir. Toplumsal şiddeti engellemeye yönelik ruh sağlığı yasalarının çıkartılması, aile içi iletişim ve eğitimin desteklenmesi, okullarımızda hem eğitimin hem de öğretimin desteklenmesi, insanların kin, nefret ve diğer hastalıklı duygulardan arındırılması sağlıklı, mutlu ve üretken toplumların yeşermesine zemin hazırlayacaktır.
Doç. Dr. Neslim Güvendeğer Doksat, Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat